Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
Ehli keyf muhalif
Kendi deyimiyle İstanbul ona tekmeyi attığından beri doğanın içinde, doğaya yakın bir hayat kurmanın peşine düşmüş bir televizyoncu, sinemacı Kaynar. Ama aynı zamanda yazar, zeytinyağcı, hayvansever, kedi uzmanı, müzisyen.
Onu bir gün Akçay'da kucağında bir sokak kedisi, elinde cümbüşü meşk ederken görebilirsiniz, bir başka gün istanbul'da metro çıkışında HDP bildirileri dağıtırken. Tarkan Kaynar ile İstanbul'a geldiğinde buluştuk ve kedilerden zeytinyağına, sanattan siyasete uzanan bir söyleşi yaptık:
İshak Karakaş- Kediatri kitabınız nasıl gidiyor? Geri dönüşümler oluyor mu? Kedi sevgisiyle iyileşenler?
Tarkan Kaynar - İlgi gören bir kitap oldu. Sosyal medyada zaten kedilerin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerine dair bilgilerin çokça paylaşımı olduğu için bu konu ilgi görmekteydi. Ama bu bilgilerin doğru ve genişletilmiş şekilde, daha ciddi biçimde araştırılarak, bir kitap formunda ortaya çıkması insanların ilgisini çekti.
İshak Karakaş- Ne zaman çıkmıştı kitap?
Tarkan Kaynar - Kitap nisan ayında İzmir Kitap Fuarı öncesinde çıkmıştı ve orada insanların çok güzel ilgi gösterdiklerine tanık oldum. Kitabı sadece imzalatıp gitmiyorlardı. Uzun uzun kitap ve kediler hakkında sohbetler yapıyorduk okurlarla. Devamında sosyal medya üzerinde geri dönüşler devam ediyor. Kedilerinin yanına kitabı koyup fotoğraflarını #kediatri etiketiyle paylaşıyor okurlar. Bunlar tabi, bir kitabın yerini bulması açısından mutlu ediyor beni.
Ahmet Tulgar- Kediler çok sevilen hayvanlardır ama kedi hakkında kitap yazmak çok ilginç bir deneyim olsa gerek. Kitaptan bahseder misiniz biraz?
Tarkan Kaynar -Kedi sevgisi tabii insana ruhen olumlu etkiler veriyor ama kitapta kedi sevgisinin üstünde onunla yaşamanın insan sağlığına olumlu etkilerine değiniyorum. Sadece psikolojik değil, biyolojik olarak da etkilerinin örnekleri yer alıyor. Bilimsel çalışmalar, klinik deneyimler(asla deney değil), kişisel gözlemler... Birçoğunu derledim bu konuda. Kedilerin önsezileri ile hastalıkları önceden tespit edebilmesinin yanı sıra uyguladığı ve bizim farkına varmadığımız yöntemlerle iyileştirici etkileri olduğu bilimsel olarak ispatlanmış durumda.
Ahmet Tulgar- Hayvan sevgisi sizin için ne ifade ediyor?
Tarkan Kaynar- Ben her zaman savunmasızların yanında olmaya özen göstermişimdir. Hayvanlara olan ilgim sevgiden önce vicdanımla ilgili gelişti. Tüm hayvanları ayırt etmeden severim ama bu vicdani duygum sokak hayvanları ve yaban hayvanlarına daha çok yöneliktir. Çünkü savunma alanları en kısıtlı olanlar bu iki yaşam alanındaki hayvanlar.
İshak Karakaş- Hayvanlarla paylaşım artıkça başka bir ilişki şekline dönüşüyor sanki...
Tarkan Kaynar - Evet. İlerleyen yıllarda iletişimimin git gide artması ile her hayvanın büyük bir sevgi taşıdığını ve bunu insanla paylaşma arzusunda olduğunu gördüm. Ses tonları, bakışları, size ayak uzatarak dokunma teması sağlamak istemeleri ve daha bir sürü tepkimeleri insanı aslında çok sevdiklerinin işareti. İnsan ise aynı şekilde karşılık vermiyor.
Ahmet Tulgar- Bunca hayvan hakkı mücadelesine rağmen hâlâ hayvanlara genel olarak kötü davranan bir toplumuz...
Tarkan Kaynar -Çocuklarını sokak hayvanlarından kaçıran garip annelerle dolu bir toplumdayız. Yahu kedinin köpeğin hangi çocuğu yediği görülmüş. Sen hayat trenini kaçırmışsın, bırak bari çocuğun yaşasın. Neyse, hayvan sevgisi bir empati kurabilme becerisi, vicdan, iyilik ve cesaret ile karışık olduğu için çok saygın ve onurlu bir hissiyat.
İshak Karakaş- Doğal yaşama yöneldiniz son yıllarda iyice. Bunun sebebi neydi?
Tarkan Kaynar - Aslında ilk başta mecburi bir yöneliş oldu. İstanbul 10 yıl önce kıçıma tekmeyi vurdu benim. Önce işten attı, ardından sağlığıma müdahale etti. Bunun üzerine geçici bir süre gittiğim Akçay'da zaman geçirdikçe kalmaya karar verdim. İstanbulsuz yaşanamaz sanıyordum. Şimdi "Keşke daha önce atsalarmış beni" diyorum. Doğal yaşamı okuyanlar yanlış anlamasın, çiftlik işleri ile uğraşmıyorum ama doğanın ağırlıklı olduğu bir ortamda yaşıyorum.
Ahmet Tulgar- Akçay’da mutlu olduğunuzu anlıyorum.
Tarkan Kaynar - Gerçi şimdi burada da belediye eliyle her taraf hızla inşaatlaşmaya başlamış olsa da herhalde bir süre daha idare ederim, diye düşünüyorum. Geçen ay Mukavemet Dergisi'ne Ege'ye göçenlerin Ege’yi İstanbullaştırması üzerine bir yazı yazmıştım. İstanbul'dan ya da metropolden uzaklaşmak sadece bedenen değil, ruhen de olmalı. Buraya gelenleri görüyorum; hâlâ altından arabasını eksik etmiyor. Gözü "değer kazanabilir" arazilerde... Bunları almamak lazım buralara, çok ciddiyim, elimde yetki olsa "doğada yaşayabilirlik" sınavına sokar öyle alırım bölgeye. Seyahat ve yerleşim özgürlüğü, kasabaların doğal yaşamının içine etme özgürlüğü değildir. Neyse, bana dönecek olursak; burada çok güzel bir deneyim kazandım; Zeytinyağı.
İshak Karakaş- Ben de oraya gelecektim. Nereden aklınıza geldi zeytinyağı ile uğraşmak...
Tadımından üretimine kadar birçok eğitime katıldım. Zeytinyağı ile her üretim aşamasında iç içe oldum. Şimdi butik bir firmanın kaliteli ürünlerini satıyorum. Hayatın ana damarlarından birisi zeytinyağı ve artık buradan uzaklaşmam çok zor. Tabii belediyeler ve torba yasalarla zeytin ağaçlarının yerini binalar almazsa.
İshak Karakaş- Zeytinyağı hayatınızda bayağı bir yer tutmuş anlaşılan...
Tarkan Kaynar - Hayatın ta kendisi. Hücreyi yenileyebilen bir ürün hayatın ta kendisi değil de nedir? Doğru ve kaliteli bir zeytinyağını kokladığınız zaman kendinizi bir kuş gibi çayırların üstünde uçarken hissedersiniz. Bunu romantik anlamda söylemiyorum. Zeytin ağacı kilometrelerce uzaklardaki tarım ürünlerinin, çiçeklerin, otların kokularını toplar bedenine. O da zeytinyağına geçer. Kokladığınızda çimen, domates, kekik ve daha birçok kokuyu alabilirsiniz iyi bir zeytinyağından. İnsanlar sağlıklı kalmak istiyorsa her gün yarım fincan zeytinyağı içmeli. Sağlık deyince gürbüzlük anlaşılıyor bizde. Hastalık risklerinden uzak kalmaktır sağlık.
Ahmet Tulgar- Son zamanlarda zeytinyağının Türkiye’de de kullanım oranı ciddi şekilde arttı. Neden zeytinyağı?
Tarkan Kaynar – Neden zeytinyağı! Vücudun sadece geçici savunma sistemini değil, kalıcı güçlenmesi için şarttır zeytinyağı. Bakın, Pasifik'te denizin dibinde yaşayan bir köpekbalığı tür var. Bunun karaciğerinden kanser ilacı yapıyorlar. Squalen denilen maddeyi çıkartıp... Hâlbuki aynısı zeytinyağında da var. Biz elimizdeki nimetin farkında değiliz. Ama maalesef bilinç çok kötü işliyor bizim ülkede. Markette satılan, gıda bakanlığından ceza almış zeytinyağları sırf ucuz diye alınıp kullanılıyor. İlaca dünya para vermek istemiyorsan 10 lira fazla ver, doğru yerden zeytinyağı al. Zeytinyağı düşünün ki bu ülkede emperyalizmin ilk yasakladığı üründür. Bu anlamda da önemlidir benim için zeytinyağı.
Ahmet Tulgar- Siz siyaseten de tanınan birisiniz. Doğal yaşama yönelmek bir yandan da siyasi mücadeleden uzaklaşma anlamına geliyor birçoğu için. Sizde de öyle oldu mu?
Tarkan Kaynar- Bir konunun göbeğinde olmakla uzağında olmak elbette ki çok farklı duyarlılıklar oluşturuyor. İstanbul'da yaşadığım gibi aktif değilim. Hatta bazen gündemin bir kısmını kaçırdığım dahi oluyor. Ama benim siyasetten uzak kalmam mümkün değil. Ben bir sosyalistim. Ben hem burada hem Gezi direnişinde oldum. Hem burada yaşadım, hem seçimlerde sandık görevlisi oldum. Hem burada idim, hem de gidip metro çıkışlarında bildiri dağıttım.
İshak Karakaş- Akçay’da o hareketlilik yoktur haliyle.
Burada, yaşadığım yerde siyasi mücadele yok. Herkesin Sözcü okuduğu bir yer neticede. Düşünün ki 1 Mayıs'ta 100 kişi bile yoktu Edremit Meydanı'nda. Dolayısıyla istenilirse ülkenin her yerinden siyasi mücadelenin merkez alanlarına katılmak mümkün.
Ahmet Tulgar- Müzik de yapıyorsunuz. Güzel cümbüş çaldığınızı biliyorum. Neden cümbüş?
Tarkan Kaynar - Cümbüş çok ilginç bir tınıya sahip. Hem hüzünlü hem de coşkulu ezgilerin hakkını çok iyi veriyor. Perdesiz olması, teneke bir gövdesi olması bu tınıların çıkmasına etken. Ben küçükken rahmetli amcam çalardı cümbüşü. Kuzenlerimden de iyi çalanlar var. Ben hep saz çalardım, cümbüşü geç keşfettim. Biraz da yaş ilerledikçe daha alaturkalaşıyorum galiba. Cümbüşün ilginç ses yapısına sahip olmasının yanı sıra ilginç bir hikâyesi de var. Mesela Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk icat edilen enstrümanı olması ve adını Atatürk'ün koymasına rağmen aynı cumhuriyetin ilk yasakladığı enstrüman.
İshak Karakaş- Öyle mi? ne zaman oluyor bu?
Tarkan Kaynar - İnönü zamanındaki sanatta, özellikle de müzikte batılılaşma politikası cümbüşü avam bir enstrüman olarak görüp devlet sazları içerisinde yer almasını engellemiş.
Ahmet Tulgar- Ortadoğu’da ve Anadolu’da oldukça yaygın kullanılıyor aslında...
Tarkan Kaynar -Cümbüş çok uzun yıllar sahipsiz bir enstrüman olarak birbirinden çok ayrı halkların elinde icra edilmiş. Çingeneler, Kürtler, Araplar ve Doğu Anadolu... 2000'lerden sonra ise cümbüş tekrar keşfediliyor. Birçok albümde kullanılmaya başlanıyor. Pop müzik sanatçıları, hatta Mor ve Ötesi gibi rock grupları da albümlerinde yer veriyor. Olay bununla da kalmıyor, Pink Floyd'un solisti David Gilmour bir albümünde cümbüş kullanıyor, konserine cümbüşle çıkıyor. Bakın banjo demiyorum, bizim orijinal, Zeynel Abidin marka cümbüş bu.
Ahmet Tulgar- Cümbüşten aşkla söz ediyorsunuz.
Tarkan Kaynar- Bana çok keyif veriyor çalarken. Gamzedeyim Deva Bulmam'ın ardından Bahçada Yeşil Çınar'ı çalarsınız, cümbüşte hiç de sırıtmaz. Rakıyla da en iyi giden enstrüman bence.
Ahmet Tulgar- Size ehli keyf muhalif diyebilir miyiz? Ki muhalifliğin yaşama sevinci ile ilintili olduğunu düşünürüm ben.
Tarkan Kaynar- Evet, bu tanım uydu bana. Zaten bu toplumda ehli keyf olmak kendiliğinden muhalefet değil midir?
İshak Karakaş- Çok yönlü bir hayatın içindesiniz. Zeytinyağı, hayvan sevgisi, cümbüş, sinema... Doğa ve sanatla iç içesiniz aslında. Birçok insanın da özlediği bir hayattır. Peki, böyle doğayla hemhal iken Türkiye manzarası nasıl gözüküyor?
Tarkan Kaynar- Saydığınız bu üç nokta da ülkemizin çok güzel özellikleri. Bunlarla iç içe olduğumda ve ülkenin haline baktığımda "Yazık bu ülkeye" diyorum. Dünyada eşsiz özelliklere sahibiz. Ege ve Akdeniz kıyılarımız zeytin ağaçları ile dolu, Avrupa'da sokak hayvanları yok, bizde her yerde var ve bu bana büyük mutluluk veriyor. Enstrümanların, tınıların, ezgilerin membaı bir coğrafyada yaşıyoruz. Ama hiçbirinin nimetini bilemeden yaşıyoruz.
Ahmet Tulgar- Siyaseti doğası kadar güzel değil ama bu ülkenin...
Tarkan Kaynar- Çünkü ayrıştırılıyoruz. Düşmanlaştırılıyoruz. Kendisinden faklı olanın derdini umursamayan bir toplum halindeyiz. Bunu da yüzyıl boyunca aşama aşama yaptılar. Sürgünlerle, katliamlarla, asimile ederek ve politik oyunlarla. Beni dünyaya kafa tutmak, imparatorluk olmak vs ilgilendirmiyor, yaşanabilir ülkenin yaşayabilir vatandaşı olmak istiyorum. Bunlar ve daha birçok özellikleriyle yaşanabilir bu en güzel topraklar üzerinde kanla ve düşmanlıkla geçen yıllara üzülüyorum.
İshak Karakaş- Biraz da sinemadan söz edelim. Nasıl gidiyor?
Tarkan Kaynar- Kitaplarım gibi yapmak istediğim film çalışmalarım da belgesel nitelikli. Bir kaç yıl önce mutsuz beyaz yakalıların işlerini terk edip daha mutlu oldukları basit işlere yönelmelerini konu alan bir belgesel çekmiştim. Şimdi yemek ile ilgili projelerim var.
İshak Karakaş- En son Ermenistan'daydınız. Yemek projesiyle ilgili miydi gidişiniz?
Tarkan Kaynar- Evet. Ermenistan'a bu yıl iki kez gittim. İlkinde oradaki şeflerle görüştüm. Ermeni yemek tarihini araştıran bir dernekleri var. Türkiye'deki meslektaşları ile ortak çalışmalar yapma fikrine açıklar. İkincisinde Temmuz'da "Dolma" isimli bir belgesel projem ile Ermenistan- Türkiye sinema platformunun ön elemesini geçerek gittim. İki halkın geçmişten bugüne ortak yemek kültürlerini araştıran bir proje idi. Ermeni gazeteciler projeyi ilginç ve güzel bulduklarını belirttiler. Bunların dışında zeytin hikâyelerinden oluşan bir senaryo yazıyorum.
İshak Karakaş- HDP de CHP’nin ardından nöbetlere başladı. HDP’nin bu dönem siyasetini nasıl buluyorsunuz?
Tarkan Kaynar - CHP'nin ardından başlamadı. HDP eylemsel olarak CHP’nin her zaman kilometrelerce ötesindeydi. Ayrıca CHP’nin yapacağı her eylem 3 günlük göstermelik, kitlesinin gazını almaya yönelik hareketlerdir. Tarih bunun örnekleri ile dolu.
İshak Karakaş- Adalet Yürüyüşü de dahil mi buna?
Tarkan Kaynar - Adalet yürüyüşü de bu anlamda gaz almaya yönelik, cumhurbaşkanlığı seçimi için bir PR çalışması içeren, hatta müdahale etmemesi ile iktidarı dünyaya karşı demokrat kisveye sokabilmiş bir gösteriş idi. HDP'nin bu şovun içinde bireysel veya parti olarak kesinlikle yer almaması lazımdı.
Ahmet Tulgar- Niye? Toplumda olumlu bir etki yarattı HDP’nin katılması...
Tarkan Kaynar -Ben çok üzüldüm açıkçası. Adamlar senin eş başkanlarını, vekillerini içeri attırsın, sen onlara destek ver. Olacak şey değil! Beraber yürüdüğün insanlar seni siyasi arenada da, meclis ortamında da istemiyor. Bunlar hâl sana iftira atıp "Gezi'ye darbe dediniz" yalanını sürdürenler. Dervişliğin gereği yok. Bugün gerçekleşen parti nöbetleri ise HDP'nin ayakta olduğunu göstermek ve tutuklu vekillere dikkat çekmek adına olumlu. Bu gibi amaçlarla hareket edip, biz kendi derdimize bakalım. Adalet diye yürüyenlerin yolu her zamanki gibi yine saraya çıkacaktır.
İshak Karakaş- Sohbetin sonuna geliyoruz, Türkiye’nin doğal çevre sorunlarına ilişkin nasıl bir mesaj verirsiniz?
Tarkan Kaynar- Çevrenin en büyük tehlikesi belediyelerdir. Çevreyi kirleten üretim yerlerine onlar ruhsat verirler, inşaat iznini onlar çıkartırlar, doğal yaşam alanlarının bakımı, canlıların yaşam hakkı onların elindedir. Bizde müthiş bir partizanlık var. Bu saydıklarımı kötü uygulayan belediye eğer kişinin oy verdiği belediye ise kişi hemen kafasını kuma sokuyor. Başka parti belediyesi ise ortalığı ayağa kaldırıyor.
Ahmet Tulgar- Türkiye’de siyaset kültürü bu... Tarafgirlik her yerde...
Tarkan Kaynar- Müthiş kötü karakterli seçmenlerle dolu Türkiye. Doğru ve yanlış yerine şu parti veya bu parti yönüyle bakıyorlar olaylara. Mesela Edremit Belediyesi'ne laf söyletmez muhalifler. Çünkü twitter'da şiirler, şarkılar paylaşır, ulusal damarlara oynar vs. Hâlbuki gerçek sanaldan çok başkadır. Yaşadığım yer 5-6 yıl önce balıkçıl kuşların, yırtıcı kuşların, kuş sürülerinin mola verdiği sazlık bir arazi idi. Şimdi mıcır dolu orası.
İshak Karakaş- Bölgenin güzelliği adına büyük tehlike...
Tarkan Kaynar- Kuş falan kalmadı. Kim döküyor o mıcırları resmi plakalı kamyonları ile! Betonlaşmanın haddi hesabı yok. Her yer inşaat dolu Kuzey Ege'de. Ama kimseye anlatamıyoruz, CHP’li belediye olunca yapmaz sanıyorlar. İnsanların önce kendi belediyeleri dahi olsa onları yönlendirmesi gerekiyor. Bu çevre için çok önemli. Ağaç mı kesti kardeşim? Seç başka partiyi, 4 yıl sonra yine ona şans verirsin. Akıllandıysa bir daha yapmaz. Belediye seçimleri de aslında iki senede bir yapılmalı ki bu başkanlar koltuklarına öyle padişah gibi yapışmamalılar. Belediyeler işin bir kısmı. İkincisi; AKP zeytin arazileri ile ilgili yasa teklifi verdiğinde birçok insan haklı olarak tepki verdi. Ama yahu hep AKP mi hatırlatacak neye ne zaman sahip çıkmaya karar vereceğinizi? Sen doğayı savunmayı yaşam biçimin haline getirmediğin sürece AKP nasıl olsa bir ara dilediğini yapar zaten. Gezi direnişinden değil bugüne, iki sene sonrasına bile miras kalmadı. Biraz çevre bilinci devam etti ama yine bu AKP’nin müdahalelerine tepki olarak hatıra geldi.
İshak Karakaş- Sosyal medyayı kullanıyor musunuz? Ne düşünüyorsunuz sosyal medya hakkında?
Tarkan Kaynar- Sosyal medya da çok asalaklaştıran, bir şeyler yapmak adına büyük dezavantaj içeren bir mecra. İddia ediyorum sosyal medya denen şey olmasaydı bugün bütün muhalifler sokaklarda direniyorlardı. Twitter hele inanılmaz tembelleştiren bir ortam. AKP o yüzden asla kapatmaz ve bütünüyle yasaklamaz twitter'ı falan. Neyse yani demek istediğim, insanın önce kendi içinde tamamlaması lazım çevre bilincini. İki domates gördüğü zaman hemen eline alıp instagram'a koymak doğaya dönüş falan değil. "Ulan ne yapabilirim de bu domatesin bu doğal, güzel, lezzetli halini korumasına yardımcı olabilirim?" diye düşünmüyorsa o domatesleri de rahat bırakıp hemen betonlarının arasına geri dönmeli o kişi. Suyun neden parayla satıldığını sorgulamakla belki işin başına dönüp bir yerlerden başlayabiliriz. Ama önce biraz doğayı tanımak gerekiyor. Bunun için de doğanın içinde olacaksın ki onu doğru savunabilesin.