Yetvart Danzikyan
Demirtaş'ı içeride tutmanın 101 yolu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tam iki yıldır tutuklu olan HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş hakkında verdiği karar netti: Hakları ihlal edilmiştir, serbest bırakılmalı. Kararda ayrıca Demirtaş'ın seçme ve seçilme haklarının da ihlal edildiğine vurgu yapılmaktaydı ki bu da hayli önemliydi.
Kürt meselesini, Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini hapse atarak çözme yoluna giden AKP, daha doğrusu Erdoğan rejimi için bu karar, zorlayıcı bir nitelik taşımaktaydı. Zira AİHM kararlarını uygulamak gibi bir mecburiyeti var Türkiye'nin. Ancak içeriye oynamayı seven Erdoğan karar açıklanır açıklanmaz "Karar bizi bağlamaz, adımlarımızı atar işi bitiririz" deyip çıkıverdi işin içinden.
Aslında çıkıvermedi. Zira yükümlülükler Türkiye'nin bu karar doğrultusunda adım atmasını gerektiriyordu. Erdoğan sadece yargıya açıktan talimat vermiş oldu. Şunu diyordu ilgili mahkemelere: "Bırakmayın, bir formül uydurun.."
Bu formülün ne olduğunu 30 Kasım Cuma günü gördük. AİHM kararı sonrası Demirtaş'ın avukatları doğal olarak Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'ne tahliye talebinde bulunmuşlardı. Mahkeme, Cuma günü açıkladığı kararda AİHM 2. Dairesi tarafından verilen kararın Büyük Daire tarafından kesinleşmediğini gerekçe göstererek tahliye talebini reddetti ve Demirtaş'ın tutukluluğunun devamına karar verdi.
Yani, bir karar bundan daha fazla nasıl kesin olabilirdi? Bu bir. İkinci ve daha ilginç olanını ise kararın gerekçesinde gördük. Demirtaş'ın avukatları ve HDP'li vekiller mahkemenin kararının tamamını paylaştılar. Burada ilginç bir durum vardı. Mahkeme AİHM kararının kesinleşmediğini gerekçe göstererek Demirtaş'ın tutukluluğunun devamına hüküm verirken bir yandan da Adalet Bakanlığı'na AİHM hükmünün kesinleşip kesinleşmediğinin sorulmasını istiyordu. Bu tuhaf bir durumdu. HDP'nin hukukçu vekillerinden Meral Danış Beştaş, Twitter hesabından şöyle diyordu: "Mahkeme (tahliye talebini) önce kesinleşmedi gerekçesiyle reddedip sonra da Adalet Bakanlığı'na ne zaman kesinleşeceğini sormuş. Madem kesinleşmediğini bilmiyorsun neden reddettin?"
Bunlar haklı sorular elbette ancak kurdun meşhur "suyu bulandırdın" hikâyesinde olduğu gibi iktidar Demirtaş'ı bırakmamayı bir kere kafasına koymuş. AİHM kararını da elinden geldiği kadar uzatıp uygulamama kararında. Bunun için Avrupa ile ipler kopar mı? Bilemeyiz ama zannetmem. Erdoğan'ın taktiği genel olarak şu: İpleri kopacağı noktaya kadar götürüp, bu arada meydanlarda her türlü milliyetçi propagandayı yapıp, iplerin kopmasına ramak kala hukukun gereğini yapmak. Aynı Rahip Brunson vakasındaki gibi.
Hukukun bu kadar keyfi uygulandığı başka bir dönem herhalde 12 Eylül dönemi idi. Ancak o dönem nihayetinde bir darbe dönemiydi ve bu açıdan bakıldığında zaten cunta koşullarında olabilecek olan da oydu. AB (O zamanki AET) ve kurumları ile ilişkiler de zaten ona göre şekillenmişti: Yoktu. Burada ise başka bir durum var. Avrupa ile ilişkiler, bakıldığında sürüyor. Hükümet'e bakarsanız demokraside şampiyonuz. İçeride iddianamesiz, mahkemesiz bir yılı aşkın süredir tutuklu bir sivil toplum çalışanı yani Osman Kavala olabilir. Özgür Gündem gazetesi ile bir günlüğüne dayanıştı diye gazeteciler hapse de atılabilir. Yüzlerce akademisyen barış bildirisine imza attı diye işinden olabilir ve yargılanabilir de. Ne gam. Bunlar Hükümet'in AB çevrelerindeki itibarını pek etkilemiyor. Seçmen nezdindeki itibarını da pek etkilemiyor.
Daha önce de bir iki kez bu noktaya dikkat çekmiştim. Şimdiki rejimin 12 Eylül'den farkı şu: 12 Eylül, devlet kaynaklı bir baskı sistemi idi. Toplumdan bir süreliğine rıza gördüyse de bu rıza kısa sürdü ve toplum 3 yıl sonra kendi yoluna gitmeyi tercih etti. Şimdiki rejimde ise devletleşen bir parti, seçmen 'desteği' ile bu baskı rejimini kuruyor. Canı isterse de sonlandırıyor. Seçmen tabanı bu anlamda hayli esnek. Savaşa da 'varsın olsun' diyor, barışa da.
12 Mart ve 12 Eylül'ü, ya da daha geri gidersek DP ya da Tek Parti rejimlerini biliyor bu toplum baskı rejimi olarak. Hatıraları en canlı olan ise 12 Eylül.
Ancak bahsettiğim gibi, yepyeni, seçmen destekli bir baskı rejimi ile karşı karşıyayız. Ve yepyeni dünya dengeleri var. Baksanıza Kaşıkçı cinayetine boğazına kadar batmış Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman bile G20 zirvesinde ama öyle ama böyle boy gösteriyor. Bin Selman'ın olduğu ortamda Erdoğan da en azından o zirve için 'normal'leşiyor.
Bu mücadele eskilerden farklı olarak epey sabır ve manevi güç gerektiriyor. Orası kesin.