İnci Hekimoğlu
Demirtaş ve muhalefet
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ekonomik krizin aşılması için öneriler sunup, "her tür desteğe açığız" diye açıklama yapmıştı ya ‘Başkan’dan beklenen yanıt geldi: "Ey Kılıçdaroğlu sana ne oluyor?"
Kılıçdaroğlu daha üç gün önce, ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizinde, siyasi yaşamı boyunca belki de en itibarlı hamlesi olan Adalet Yürüyüşü’nü hiç yapmamış gibi yerli-milli refleksleriyle Türk yargısının bağımsızlığından falan bahsederek destekte gecikmemişti.
Oysa Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin kritik bir sorunuyla ilgili ne zaman desteğini açıklasa aldığı yanıt hiç değişmiyor: "Aklını kendine sakla !"
Erdoğan bu cümleyi o kadar seviyor ki, Muharrem İnce’den Fehmi Koru’ya, Avrupa Parlamentosu’ndan Almanya Başbakanına, Fransa Cumhurbaşkanından ABD’ye hatta IMF’e kadar yıllardır herkese "aklını kendine sakla" deyip duruyor.
Dış dünya bir ‘dünya lideri’nin akla ihtiyacı olmadığını nihayet anladığından ‘işine’ bakmaya karar vermiş görünüyor. Sadece durum analizi yapıyor, neredeyse tüm önemli Türk bankalarının içinde olduğu 25 riskli bankayı takibe alıyor, Türkiye’nin girdiği ekonomik krizin moratoryum ilan etmeye kadar varabileceğini söylüyor, Türk bankalarının batması olasılığı karşısında bunun küresel piyasalara etkisini hesaplıyor, yanı sıra yeni siyasi stratejiler de oluşturuyorlar. Ortadoğu’da Türkiye’siz denklemler kuruyor, Rusya ve Suriye ile ortak çözümler geliştiriyor, anlayacağınız akıllarını kendilerine saklıyorlar.
Duruma bakılırsa Erdoğan haklı, içeride de dışarıda da O’nu akıl vererek değiştirebileceklerini düşünenler yanıldı. Bizim muhalefet de bir ‘dünya lideri’ni akıl vererek değiştirmeye uğraşmak yerine, o aklı kendileri için kullansa iyi olurdu.
Yakında emekli maaşlarının ödenemeyecek hale gelmesi, kişisel hesaplara, mallara el konabilmesi, toplu iflasların gelmesi, işçilerin emekçilerin işsiz kalması, ekonomik çöküşün sonuçlarında doğabilecek isyanlara karşı bugünleri bile aratacak ağırlıkta faşizan baskıların uygulanması olasılıkları dış dünyanın umurunda olmayabilir.
Muhalefet partilerinin varlık nedeni ise kendini devlet ilan edenlerin minderinden havaya yumruk sallamak değil, siyasal, sosyal, ekonomik krizin sorumlularını teşhir etmek ve bu sorumluluğun faturasının halka ödetilmesinin önünde durmak olmalı değil mi?
Olması gereken kendi içlerinde kulis örgütlemek değil, halkı örgütlemek, alanlara çıkmak, içerideki ve dışarıdaki demokratik güçlerle yaklaşan ekonomik krize ve otoriter baskıya karşı direniş hattı kurmak ama neredeee…!
Yanıt da hazır:
"Mevcut hukuki durum buna elverişli değil. Her ne kadar OHAL yasası kalksa da, ondan sonra getirilen yasal düzenleme de çok ciddi sınırlamalar içeriyor. Dolayısıyla bu tür toplantılar, gösteriler ve yürüyüşler çok rahat engellenebilir."
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın muhalefete, özellikle de HDP’ye yönelik eleştirilerini değerlendiren Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Doç. Dr. Vahap Coşkun böyle demiş.
21 aydır cezaevinde tutulan Demirtaş, seçimlerden sonraki suskunluğunu ilk kez bozarak (DEMİRTAŞ: HDP TATİL HAVASINDAN ÇIKIP SAHAYA İNMELİ) özetle şunları söylemişti:
"Mücadeleyi tümüyle işlevsiz hale getirilmiş TBMM'ye sıkıştırma orada demokrasicilik oynama siyaseti tam da AKP-MHP faşist bloğunun arzu ettiği şeydir. Bu nedenle, HDP'nin bir an önce 'tatil' havasından çıkıp sahaya inmesinde fayda var. HDP bunu yapabilecek potansiyele sahip, güçlü bir halk tabanı olan, son derece önemli bir siyasi güçtür. HDP'ye oy verenlerin bile açıkça tehdit edildiği bir durumda, halkın iradesine yeterince sahip çıkılamazsa bu durum halkta duygusal kırılmalara yol açar. Bu nedenle tabanla çok daha sıkı ve güçlü ilişkiler, bağlar kurmak elzemdir. Hapishanedeki binlerce arkadaşımız ve aileleriyle, diğer tüm değer aileleriyle sıcak samimi bir dayanışma sahiplenme ilişkisi kurulmalıdır. Seçim sonrası muhalefetin çizdiği görüntü, halka heyecan ve umut vermekten uzaktır. Halkı faşizmin insafına terk etmektir."
Bu eleştirileri "mevcut hukuki durum"la karşılamaya, sınırlamaya çalışmak bir yana asıl muhatapları yerine ‘dışarıdan’ birinin, sanki şifreliymiş, anlaşılamazmış gibi halka Demirtaş’ın mesajlarını anlatmaya kalkması ayrı bir tuhaflık.
Demirtaş’ın sözlerinden hiç kimsenin ‘barikat kurmayı’ falan anladığını sanmıyorum. Ev ev, mahalle mahalle, sokak sokak örgütlenmeyi çok iyi bilen bir partinin "mevcut hukuki durum" içinde de kullanabileceği, kullanması gereken demokratik yöntemler olduğundan ya da bulması gerektiğinden bahsediyor Demirtaş.
Örneğin 12 Eylül faşist darbesinden sonra bir yıl içinde peş peşe kurulan İHD ve TAYAD ‘mevcut duruma’ rağmen kamuoyunda ses getiren örgütlenmeler oldu. Belki totaliter, faşizan ülkelerdeki direniş deneyimlerinin ve örgütlenme modellerinin üzerinden yeniden geçmek gerekir.
Kaldı ki bu sözler yalnız HDP’ye değil, ondan daha fazla CHP’ye ulaşması gereken, sessizlikle geçiştirilemeyecek çok önemli uyarılar taşıyor.
CHP ise 90’lardan bu yana, kitle iletişim araçlarıyla ya da en fazla mitinglerde ses vererek halka ulaşabileceği hayalini, bunca hezimete rağmen terk etmiş görünmüyor.
CHP’nin tek sorunu yalpalamalara neden olan siyasi çizgisi değil.
Sözleri ne kadar doğru olsa da inandırıcı ve özgüvenli bir hitabeti olmadığı için, hem liderlik hem örgütlenme sorunları olduğu için, hiçbir mahallede kimsenin kapısını çalıp ihtiyaçlarını tespit etmediği için, örgütlerde enerji yaratacak bir ‘dava’ inancı yaratamadığı için, yani halka dokunamadığı için yüzde 25 bandına çakılı kalmış durumda.
Hadi bizi duymuyorlar, umarım Türkiye’nin en önemli 4 isminin yaptığı uyarıları dikkate alırlar. Prof. Dr. Korkut Boratav, CHP eski Genel Başkanı Altan Öymen, Mardin eski Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ve AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’in yaptığı ortak açıklamanın Demirtaş’ın uyarılarından pek farkı yok.
Açıklamanın tam metni buradan okunabilir.
Ben sadece Prof. Boratav’ın "Ekonomi, başıboş şekilde kara deliğe sürüklenmektedir. Ciddi bir ekonomik teşhis bugünkü iktidarın kadrolarıyla mümkün görünmüyor. Türkiye’nin demokratikleşmesinin bütün toplumun, halkın ortak sorunudur. Bana göre Türkiye şu anda faşizme sürüklenmenin ileri bir noktasındadır. Türkiye’yi faşizme sürükleyen güçlerle mücadele etmek gerekir" sözleriyle;
Rıza Türmen’in "Yeni bir umut verebilmek, demokrasi mücadelesi başlatmak lazım. 24 Haziran seçimlerinden sonra halkın üzerine çöken umutsuzluğu yeni bir enerjiye, demokrasi mücadelesi enerjisine dönüştürebilmek lazım. Bunu yapacak olan halkın yarısıdır. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, bunların birlikte hareket edebilmesi önemlidir…" sözlerini aktarmakla yetineyim.