'Devrimci gençlik nice Bülent Uluer’ler çıkarmalı'

Abdullah Aksakal, eski Dev-Genç Genel Sekreteri. Geçen hafta kaybettiğimiz efsanevi Dev-Genç Başkanı Bülent Uluer'in yakın dostu, yoldaşı.

Cenazesinde birbirinden farklı sosyalist kesimleri ve farklı kuşakları bir araya getiren, son yılların en görkemli cenaze töreniyle uğurlanan Bülent Uluer'i bir kez de Abdullah Aksakal'dan dinlemek istedik:


İshak Karakaş-  Siz DEV-GENÇ eski genel sekreterisiniz ve Bülent Uluer’in en yakın çalışma arkadaşı ve dostuydunuz. Bu hafta kaybettiğimiz efsanevi DEV-GENÇ Başkanı Bülent Uluer’i sizden dinlemek istedik. Ama öncelikle kısaca sizi tanımayan okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?

Abdullah Aksakal- 12 Mart faşizminden sonraki devam eden süreçte, 1972’nin sonu 73 yıllarının başında üniversitede Bülent Uluer’i tanıdım. Bülent Uluer yeni yeni başlayan demokratik üniversite, özerk üniversite mücadelesinin 12 Mart faşizminden sonra yeni başladığı süreçte öne çıktı. Konuşmalarıyla, duruşuyla, söylevleriyle çok kısa sürede kendini tanıttı. O süreç içerisinde Mahirler'in 71’deki sempatisi ile oluşmuş bir gençlik olarak hepimiz bir araya geldik. Yani üniversite kavgasında, demokratik ve özerk üniversite mücadelesinde giderek sivil faşist çetelerin veyahut polisin saldırılarına karşı korunma refleksi ile bir araya gelmiş öğrenci gençlik hareketiydi, devrimci gençlik hareketiydik. Böyle başladık. Bülent bu süreçte her zaman kitleler karşısında dik duran ve en öne geçen bir arkadaşımızdı. Mağdur bir gençliktik biz. Sürekli vurulan, kırılan, öldürülen, saldırılan bir yapıdaydık. Çünkü öyle kodlanmıştı sistem. Devrimcilerden, 20-21 yaşındaki, 22 yaşındaki devrimci öğrencilerden sistem korkuyordu. Bundan dolayı da sürekli saldırı altındaydık. Ve Bülent Uluer bu saldırılara, bu olumsuz tepkilere karşı gençliğe moral veren, onları yönlendiren, dik duran biriydi; söylemleriyle, tavırlarıyla, mücadelesi ile... Her gün üniversitelerde bu şekildeki bir mücadelenin en önünde duran arkadaşımızdı. Böyle tanıştık, bir araya geldik.

İshak Karakaş- Çok yakın bir dostluk ilişkiniz vardı. Bu dostluk nasıl oluştu?

Abdullah Aksakal- 73’te yeni kurulan bir dernek vardı; İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği (İYÖKD). Ben o dernekte üyeydim. Bülent de üyeydi. Öğrencileri kapsayan bir dernekti. 75 yılına kadar devam etti o dernek ve o dernek içerisinde örgütlendik. Demokratik mücadeleyi orada hep birlikte sürdürdük. 73’ten 75’in sonuna kadar gelen süreçte herkes birbirini çok yakından tanıdı. Kimileri biraz geride, kimileri biraz önde, kimileri sadece mitinglerde, kimileri sadece yürüyüşlerde olurken bazı insanlar da gerek kavgada gerekse polisin saldırılarına karşı üniversiteyi korumada en ön saflarda oldu. Ön saflarda olanlar giderek kendi içinde kadrolaştı ve birbirine güvenen insanlar durumuna geldiler. 75’in sonunda ve 76’nın başında İYÖKD kapatıldı, yeni dernek kuruldu. Ben o dernekte ikinci başkan durumundaydım, Paşa Güven de başkandı. Kısa bir süre sonra Paşa Güven tutuklanınca ben başkanlık yapmaya başladım. Sonra biz de tutuklamalarla karşı karşıya geldik derken, bir süre sonra 77’de o dernek de kapatıldı; bir yıl, bir buçuk yıl sürdü. Onun üzerine İstanbul Dev-Genç’i kurduk Sinan Kukul, Celalettin Can arkadaşlarımızla birlikte. Bülent bu yapılaşmalarda hep kuruluşun nasıl olması gerektiğini, kimlerin girmesi gerektiğini öneren, söyleyen arkadaşlarımızdandı. 77’nin başında Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu kuruldu Ankara’da. İstanbul’dan İYÖD, İzmir’den İZYÖD, Ankara’dan da AYÖD olarak üç gençlik teşkilatı kurdu. Biz istanbul’dan İYÖD temsilcisi olarak Bülent Uluer’i gönderdik ve Bülent Uluer Dev-Genç Genel Sekreteri olarak 78’in 1 Mayıs’ına kadar devam etti. 78’in 1 Mayıs’ında biz Devrimci Yol’dan ayrıldık, Dev-Sol olarak çıkış yaptık. Hemen arkasından yeni bir Dev-Genç federasyonu kuruldu. Anadolu’daki birçok gençlik derneği bizimle birlikte davrandı. Ve bizim kurduğumuz Dev-Genç’te Bülent Uluer Genel Başkan, ben Genel Sekreter oldum. Yani bizim Bülent’le çalışma zamanımız 12 Eylül’e kadar devam etmiştir. 79’ların sonlarına, 80’lerin başına kadar devam etmiştir. Bu şekilde beraber yaşadık.

Ahmet Tulgar- O günlere baktığınızda neler hissediyorsunuz bugün?

Abdullah Aksakal- Ya, bizim daha o yaşlarda ülkemizi ne kadar çok sevdiğimizi düşünüyorum. Yani ülke uğruna ölünebilecek, yarını düşünmeden gidilebilecek bir sevda, bir kavga... Bunu düşünebilmek müthiş bir olay. Hayatını koyuyorsun ortaya, aileni yok sayıyorsun, tüm hobilerini yok sayıyorsun, sevdiklerini yok sayıyorsun. Birçok arkadaşımızın eli belki bir sevgiliye bile değmemişken, devrim uğruna ölüme gidebilen insanlardık. Öyle hissediyorduk o süreçte.

İshak Karakaş- Bülent Uluer çok iyi bir hatipti; herkes onu öyle tanır. Biraz hatipliğinden bahseder misiniz? Nasıl bir etkisi oluyordu kitlenin üzerinde?

Abdullah Aksakal- Bülent çok okuyan bir insan, çok zeki bir insan... Müthiş hafızası olan bir arkadaşımız. Onun özellikleri hiçbirimizde yoktu. O bu özellikleriyle çok özel bir insan. Giyimiyle kuşamıyla, konuşmalarıyla, diksiyonuyla, bildikleriyle, teorisiyle, hafızasıyla; her şeyiyle... Aslında Türkiye devrimci hareketi, sol dünya büyük bir değerini kaybetti Bülent’i göndermekle. Hafızasını kaybetti Bülent’i göndermekle... Bülent bu özellikleriyle her konuda bilgisi olan, belli bir düzeyde bilgisi olan bir yapıya sahipti. Bunun için zorlanmazdı. Bundan dolayı da seviliyordu, çok seviliyordu.  Geçmişte benim bir sözüm vardı, "Sokakta eğer çöpçü denk gelmişse, çöpçüyü solcu yapabilen bir adam..." Eğer hamal gelmişse hamalı solcu yapabilen bir adam... O kiminle konuşursa mutlaka solcu olurdu. Sokağın dilini ve nabzını kendi özellikleriyle tutabilen bir adamdı. Entelektüel yapısı ile tutabiliyordu. Burada bir çelişki var gibi geliyor aslında. Böyle bir entelektüel, sokaktaki rastgele bir adamı solculuğa çekebilecek! Ondaki tılsım buydu.

Ahmet Tulgar- Peki, Dev-Genç’li olmak o yıllarda ne ifade ediyordu, şimdi ne ifade ediyor? Çünkü Perşembe günü cenazesinde de bir ruh olarak çıktı ortaya.

Abdullah Aksakal- Dev-Genç o dönemde bir siyasi parti değil veyahut Türkiye’de devrim yapacak bir hareket de değil. Gençliğin devrimci bir gücü, sol bir gücü... Türkiye’de çeşitli siyasetler, sol gruplar gençlik üzerinde olumlu veya olumsuz çok oynadılar. TİP, TSİP,  buna benzer ne bileyim bir yığın siyasi parti gençlik örgütlenmelerini hep yapmak istediler. Biz o örgütlenmelerin zaaflı olduğunu düşündük hep. Örneğin işte, 12 Mart’tan çıktığımız bir dönemde 74 affı söz konusuydu Ecevit hükümeti döneminde ve bizim üzerimize yoğun saldırılar devam ediyordu. Yurtlarda, üniversitelerde, sokaklarda cenaze kaldırıyorduk sürekli. Bize siyasi partiler tarafından empoze edilen hep "Aman tepki koymayın! Aman karışmayın! Af çıkacak! Kavga dövüş olursa af çıkmaz!"  Dev-Genç ve İYÖD ise şu refleksle ortaya çıktı; "Yeter artık! Af çıkacaksa çıkar!" Gençlik kendini savunacak ve dolayısıyla af çıkmayacak! Böyle bir mantık olamazdı.  Biz onu yıktık attık. Bizlere ‘goşist’ dediler, ‘anarşist’ dediler, her şeyi dediler. Ama bir gün İstanbul Üniversitesi’ndeki bir seminerde öğretim üyeleri başkanı –şu an ismini hatırlamıyorum- profesör "Bu gençlere her şeyi diyebilirsiniz ama anarşist, goşist diyemezseniz. Bu üniversitelere biz profesör olarak, hoca olarak girebiliyorsak Dev-Genç’in sayesinde girebiliyoruz" dedi yüzümüze. Yani Dev-Genç buydu. Gençliğin doğal haklarını, özerk üniversiteyi savunan, üniversiteleri bilim yuvaları olarak kabul eden bir mantığı savunuyordu ve onu korumak istiyordu. Oysa diğer siyasi partiler, görüşler bundan uzaktılar. Siyasi rant, siyasi bir gelecek peşindeydiler kendileri açısından tabii.

İshak Karakaş- Bülent Uluer’e ilişkin bir anekdot anlatın desem, ne anlatırsınız?

Abdullah Aksakal- İTÜ’de vurulan bir arkadaşımızın cenazesini aldık polisten. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni işgal etmiştik. O gece İTÜ’nün Taşkışla binasında büyük bir gece katılımı oldu. Üniversite tıklım tıklım dolu... Ve o gece diğer gençlik örgütleriyle birlikte faşizm üzerine bir seminer veya bir söyleşi düzenlendi gece boyu. Geceyi öyle değerlendirmek istedik. Her gençlik örgütünden arkadaşlar söz aldılar, konuştular. Bülent Uluer o geceyi ve konuşmaları organize etti. Hem kendisi konuştu hem de konuşmak isteyen herkese söz hakkı verdi. Binlerce genç o gün Bülent’i çok farklı tanıdı. Orada Bülent’in o yaşta herkese olgunca tahammül eden; bir sürü saldırılara, sözlü sataşmalara tahammül eden tutumu önemlidir. Çok demokratça olan tahammülü, hoşgörüsünü sürdürmesi büyük bir başarıydı. Şimdi, Bülent Uluer’in hafızası bende olmadığı için isimleri pek hatırlayamayacağım.  Bülent Uluer faşizmi Mahir Çayan’ın baktığı perspektifte ortaya koydu; "Bizim ülkemizde faşizm süreklidir. Bazıları 12 Mart’ta olduğu gibi açık olur, bazıları da demokratik görüntüyle, seçimlerle, bilmem nelerle örtülü bir faşizm olur. Çünkü biz ekonomisinden kültürüne, siyasetinden bilmem nesine kadar bağımlı bir ülkeyiz" dedi. "NATO ülkesiyiz. Biz kendimizi yönetmiyoruz, başkaları yönetiyor. Dolayısıyla baskı isterlerse baskı olur, demokratik bir görüntü isterlerse öyle olur" dedi. "Biz buna sürekli faşizm diyoruz" dedi. "Bazen açık icra edilen bazen örtülü icra edilen..." Diğer siyasi partilerin gençlik temsilcilerinin hepsi itiraz ettiler. "Hayır!" dediler, "Faşizm böyle değil. Almanya’da böyledir, İtalya’da böyledir. Eğer oralardaki gibi olmuyorsa bizdeki faşizm değildir" dediler. Bülent bunun üzerine tarihte ismini hatırlamadığım bir örnek verdi kitleye hitap ederek. Bir imparator, bir diktatör bir tabut yaptırmış. "Bütün ölen insanlar bu tabuta girecek çıkacak, sonra mezara gönderilecek" demiş. Tabutun belli bir boyutu var, bazı uzun insanlar tabuta girince sığmıyor. İmparator "Kesin fazlalığını" diyormuş. Bazıları da kısa geliyor,  "Çekin bacaklarından" diyormuş. Çekiyorlarmış bacaklarını insanların. Tabuta eşit hale getiriyorlarmış. Bu örneği verdi. "Sizin faşizm anlayışınız budur" dedi. "Yani bizim ülkemizdeki faşizm İtalya’daki, Almanya’daki faşizme benziyorsa faşizmdir, benzemiyorsa faşizm değildir. Aynı bu örnekte olduğu gibi..." dedi. Orada gençlik ayağa kalktı Bülent’i müthiş bir şekilde alkışladı. Ben öyle bir görüntü görmedim hiç. Müthiş bir şeydi. Tarihten örnek vererek, uzak geçmişten...  Bülent böyle bir Bülent...

Ahmet Tulgar- En son neler konuştunuz Bülent Uluer'le?

Abdullah Aksakal- En son derken?

Ahmet Tulgar- Yani en son konuştuğunuz günü kast ediyorum.

Abdullah Aksakal- Üç ay önce Bostancı Deniz Restoran’da buluştuk. Konya’dan çok önemli bir arkadaşımız -kendisi cenazedeydi de-  kendisini ziyarete gelmişti, aradı. Rahatsızdı Bülent. Randevu verdi, buluştuk üçümüz birlikte. Resmi de var. Son buluşmamızdı. "Bir daha görüşemeyebiliriz" dedi.  Hüseyin Karcı’ydı Konya’dan gelen arkadaşımız. Hüseyin Karcı evine telefon ettiğinde "Gel görüşelim, belki son görüşmemiz olabilir" dedi.

İshak Karakaş- Ben Bülent Abi'nin sürgün yıllarını da merak ediyorum. Nasıldı sürgün yıllarında? Nasıl bir sürgünlük dönemi geçirdi?

Abdullah Aksakal-  Sürgün yıllarını ben bilmiyorum. O yurt dışına gittiğinde ben cezaevindeydim. Ama Baki Abi sürgün yıllarını çok iyi bilir. Bülent Avrupa’ya gitmeden önce Baki Abi Avrupa’daydı. Bülent’e çok yardımcı olmuş bir abimiz. Sadece Bülent’e değil, Türkiye’den giden birçok arkadaşımıza çok yardımcı olmuş birisi.

İshak Karakaş- (Baki Nedim Balta’ya dönerek...) Baki Abi siz bahseder misiniz Bülent Uluer’in sürgün yıllarından?
Baki Nedim Balta-
Düzgün, dürüst bir insandı. 

İshak Karakaş- Nerede beraberdiniz kendisiyle? Almanya’da mı, Paris’te mi, Basel’de mi?

Baki Nedim Balta- İlk Almanya’da. Onu Almanya’nın Duisburg yakınındaki Mülheim kentine getirdik. Çünkü ben orada ikamet ediyordum. Siyasetin dışında bizim aramızda Göztepelilik bağı da vardı. Biz Göztepeliyiz. Bülent de Göztepeliydi. Kendi ikametgâhım vardı. Ben siyasi ilticacıydım. Siyasi olmanın ötesinde de bir ilişkimiz vardı bizim Göztepelilikten kaynaklanan. Orada yerleşik bir düzene sahiptik işte. Birlikte aynı odayı paylaştık. Şimdi yurt dışı sürecinde en fazla birlikte yaşadığı insan benim.  Ama Bülent’in benim dışında da bir yaşamı vardı. Bir Paris hayatı var. Bu yaşam kesiti benim dışımda...  Onunla çok şey paylaştık. Benim ondan önce gitmem bir avantajdı. Bülent de herhalde kendinden sonra gelenlere o şekilde yardımcı olmuştur.  Tabi Abdullah Aksakal siyasi arkadaşı. Ben oralara çok girmem. Ama benim Bülent’in siyasi olmayan hayatı, sivil hayatıyla ilgili bir dostluğum var. Ama bu dostluğum onun anılarını paylaşacak düzeyde değil, değerlendirecek düzeyde değil.  Bülent iyi, tatlı insandı. Her insanın hayatında çok seviştiği, çok münakaşa yaptığı, bir evde aile gibi olduğu insanlar vardır. Biz de onunla bir odayı paylaştık. Demin başkanın söylediği gibi çok iyi giyinirdi. Çok kaliteliydi. Özel yaşamına dikkat ederdi. Sulu bir insan değildi ama espriler, şakalar yapardı insanlara. Kendi ritüellerini kendi yaratan bir insandı.

Ahmet Tulgar- Ben sorumun cevabını alamadım Abdullah Abi? O son konuşmanızda geleceğe dair bir şey söylemiş miydi?

Abdullah Aksakal- Siyasete fazla girmedik. Sağlık durumu iyi değildi. Konuşmak bayağı yoruyordu onu. Ama daha önceki konuşmalarımızda ve son buluşmamızda az da olsa söylediği bazı sözler var tabii. "Türkiye yenilmişliğin bedellerini yaşıyor," derdi hep. Yenilgiye kötümser olarak bakmazdı. Hatta "Yenilgilerinden ders çıkartmamız gerekir" derdi. "Yenilmezsek başarı kazanamayız" diyordu; "Yenile yenile öğreneceğiz!" Spartaküs’ü hep örnek verirdi. "Spartaküs eğer yenilmeseydi imparator olurdu, adı sanı bilinmezdi. Yenildiği için Spartaküs oldu" derdi Bülent.  O açından Bülent’in dünyasında,  fikirlerinde yenilginin bir değeri yok. "Ama bir gün mutlaka yeneceğiz, galip geleceğiz" diyordu.

İshak Karakaş- Nasıl oldu da cenazesinde bu kadar farklı kesim bir araya geldi?

Abdullah Aksakal- Dev-Genç’ten önce de Devrimci Yol siyasetinin içine girmiştik. Devrimci gençlik olarak 77’den itibaren belli bir siyasi yanımız da vardı; Devrimci Yol... Sonra Dev-Sol... Dev-Sol’dan sonra Bülent, Kurtuluş grubuna girdi. Kurtuluş grubundan sonra işte, 12 Eylül’ün hemen arkasından yurt dışı... Yurt dışından geldikten sonra yine bir dönem Kurtuluşçu’larla görüştü. Son bir iki yıldır da HDP’ye girdi, milletvekili adayı oldu. Böyle bir siyasi yelpazesi var Bülent’in ama asıl herkesi bir araya getiren olay bu siyasi yelpazesi değil. Bunun da etkisi var ama bu değil. Bülent’i Bülent Uluer yapan, sol içindeki kavgalara, sol içindeki çatışmalara tavır alan yapısı,  tüm gençliğe, bütüne hitap etme özellikleri olan bir kişiliğidir. Ve bunu çok açık yansıtıyordu insanlara. Hiç kimse ile kavga etmezdi. Ancak siyasetini savunurken çok şahin olurdu. Onun ötesinde hep insan sevgisiyle dolu olan bir arkadaş. Kişiliği, farklılığı, o anlattığımız Bülent Uluer olması her tarafta cazip kılıyordu onu. Kafasının arkasında hiçbir zaman "Ben buradan bir rant sağlayayım veya şov yapayım" düşüncesi olmazdı. Onun zaten duruş şekli şovdu, doğal bir şovu vardı onun. Onu izlemek, onu dinlemek ayrı bir olaydı. Youtube’a girin bakın, konuşmalarına girin, günlük hayatında da öyle, orada da öyle... Farklı, tepeden tırnağa herkesten farklı...

Ahmet Tulgar- Ardından ne hissediyorsunuz şimdi?

Abdullah Aksakal- Bir tarih bitti, diyorum. Dev-Genç tarihi onunla bitti. Dün de birçok insana söyledim, bir kişiyi kaybetmedik biz aslında, binlerce insanı kaybettik Bülent Uluer’i kaybetmekle. Sokaktaki adamı sola getiriyordu. Sokaktaki adamı devrime çekiyordu, kolundan tutuyor çekiyordu. Onu kaybettik. Gençlik Bülent Uluer’i örnek almalı, içinden yeni Bülent Uluer’ler çıkartmalı. Bizim jenerasyonumuz, işte Bülent Uluer’i çıkardı. Ben Gezi olaylarından bir Bülent Uluer bekledim ama çıkmadı. Ama gençliğin, devrimci gençliğin bundan sonraki en önemli görevi nice Bülent Uluer’ler çıkarmak olmalı. Bülent Uluer'i özleyeceğiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi