Ahmet Nesin
Dindarlar AKP´yi terketti, yeni parti arıyor...
AKP tabanı kendisine yeni parti arıyor. İlk sınavını referandumla verecek ve gerek partiye, gerek Erdoğan'a ‘Benimle din üzerinden bu kadar oynama, kendin için benden her şeyi isteme…’ diyecek.
Ahmet NESİN
Türkiye siyasi yelpazesine baktığımızda dine inananları bikaç bölüme ayırabiliriz. Bilhassa çok partili dönem sonrasında karşımıza çok ilginç veriler çıkıyor. 1970'lere kadar baktığımızda dinci kesim daha çok Demokrat Parti ve Adalet Partisi'nin içinde yer alıyor. Bilhassa Necmettin Erbakan'ın başını çektiği İslamcı Akım dediğimiz kesim ilk partisini Milli Nizam Partisi adıyla 26 Ocak 1970'de kuruyor. Necmettin Erbakan 1969 seçimlerinde Konya'dan bağımsız vekil olarak seçilir ve partiyi kurar.
DEMİREL Mİ, ERBAKAN MI?
Istanbul Barosu eski başkanı Orhan Apaydın'ın çok ilginç bir anısını aktarmak istiyorum bu arada. Orhan Apaydın Baro yönetiminin yasaklamasına karşın Adnan Menderes'in savuma avukatlığını yapar. Daha sonra 11 Şubat 1961 tarihinde kurulan Adalet Partisi'nden aday olur ve Aydın milletvekili seçilir. Sanırım Menderes'in avukatlığını yaptığı için Aydın'dan vekil olması uygun görülmüştür. Genel başkan Ragıp Gümüşpala'nın 6 Haziran 1964 yılında ölümüyle yeni bir başkan arayışı başlamıştır. Gümüşpala'nın yerine geçici olarak Saadettin Bilgiç başkanlığa gelmiş, 6 ay sonra genel başkanlığı kongrede Süleyman Demirel'e teslim etmiştir.
Bu 6 aylık dönem esasında Adalet Partisi'nin ve Türkiye siyasi hareketinin en önemli dönemidir. Geçici olarak başkanlık yapan Saadettin Bilgiç esasında Adalet Parti içindeki milliyetçi, yani MHP kanadındandır. Kimin başkan olacağı tartışılırken mecliste bir anket yapılır. Orhan Apaydın anlatıyor: "Gümüşpala ölmüş, partide başkanlık adayı aranıyor. Bir gün yanıma geldiler ve bana 2 isim sordular. İkisinden biri partiye başkan yapılacak, biri Süleyman Demirel, diğeri Necmettin Erbakan. Ben partiden ayrılmış olsam da tercihimi Demirel'den yana kullandım. Sanırım herkese soruyorlardı…"
Daha da emin olmak için ağabeyi Burhan Apaydın'a sordum, çünkü o da aynı dönem Ankara milletvekili seçilmiş ve daha sonra istifa ederek Yeni Türkiye Partisi'ne geçmişti. Burhan Apaydın da aynı soruya muhatap olduğunu ve yanıtının Demirel olduğunu söyledi. Neden kimi eski siyasetçiler bu önemli dönemi hiç söylemezler bilemiyorum. Ben bu bilgileri Kamran İnan'ın Süleyman Demirel'e karşı aday olduğu dönemde Günaydın Gazetesi'nde Melih Aşık'ın "Adalet Partisi Tarihi" yazı dizisini yaparken öğrenmiştim. Melih ağabey bazı söyleşileri yapma görevini bana vermişti, benim için önemliydi, çünkü ilk söyleşilerimdi. İlginçtir, Turgut Özal'ın ölümünden sonra Kamran İnan cumhurbaşkanlığı seçiminde de Demirel'e karşı aday gösterilir ve kaybeder. Şahsi fikrim, Kamran İnan, Demirel'in her zaman daha sağında durmuş biridir.
GELELİM ERBAKAN'A…
Eskiler iyi bilir, Süleyman Demirel ile Necmettin Erbakan rekabeti siyasetle başlayan bir rekabet değil, Istanbul Teknik Üniversitesi'nde başlayan bir rekabettir. Ayrı bölümde olsalar da aralarında siyasi rekabet başlamıştır. Yukarıda yazdığım gibi Erbakan meclise ilk olarak Konya'dan bağımsız olarak girer. Bağımsız seçilmesi esasında kendi isteği değildir, Erbakan Konya'dan Adalet Partisi milletvekili adayı olarak gösterilmiş, ancak Demirel tarafından veto edilmiştir. Demirel bunu Orhan ve Burhan Apaydın'ın anlattığı olayın intikamını almak için mi yapmıştır bilemiyorum ama bugüne gelmemizin zemini o gün kurulmuştur.
Demokrat Parti ve Adalet Partisi hep Ortanın Sağı ve Liberal partiler olarak nitelenmiştir. Tabanı daha çok dindar kesimdendir. Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'ni kurmasıyla birlikte artık dinci kesimin de bir partisi olmuştur. Partinin kuruluş beyannamesinde şu satırlar yer almaktadır: "Aziz Milletimiz; Bugün, daima Hak'ka bağlılıkta, Hak'kı tutmakta, iyiyi destekleyici, kötüyü men edici hüviyetiyle insanlık tarihinin en ulvi mahreki üzerinde yürüyen Büyük Milletimizin çeşitli tesirlerle kendi yolundan saptırılması gayretlerinin hüküm sürdüğü oldukça uzun bir devreden sonra yeniden ulvi ve şanlı tarihi yörüngesi üzerine oturtulması için füzelerin ateşlendiği gündür. Milli Nizam Partisi; Milletimizi karışık ve karanlık devrelerden sonra aydınlığa götürecek, onu parlak tarihi yörüngesi üzerine yeniden oturtmak için ateşlenen güçlü füzedir. Bugün bu füzenin ateşlendiği gündür. Bugün bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı olsun. Ey daima Hak'kı tutmak, iyiyi sağlamak ve kötüyü men etmek yolunda bulunmak üzere seçilmiş mümtaz ve Aziz Milletimiz!"
Parti hakkında 5 Mart 1971'de dava açılır, yani 9 Mart darbe girişimi ve 12 Mart darbesinden biraz önce. 20 Mayıs 1971'de de kapatılır ve Necmettin Erbakan İsviçre'ye gider. İlginç olan şudur, parti şeriattan kapatılır ama hiçbir yöneticisi hakkında işlem yapılmaz. Doğru ya da yanlış, ayrı tartışmadır ama bu yasaya göre parti yanlış yöndedir ama yöneticilerin bundan ya haberi yoktur ya da suçlu değildirler.
Aynı AKP kapatılma davasında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi esasında çoğunlukla kapatma kararı verir ama çok çoğunluk olmadığından parti kapatılamaz. AKP'nin şeriat odaklı parti olduğu söylenir ama siyaset yapmaya devam etmesinde bir sakınca yoktur. Bunu yazarken partilerin kapatılmasını savunduğum ortaya çıkmasın, ben başka bişey söylemeye çalışıyorum. Bu mantığa göre Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan birisinin mahkeme heyetinin 3'te 2 çoğunlukla mahkum edilmesi sonucunda yeteri kadar tatmin olunmadığı gerekçesiyle tahliye edilmesi gerekir. Siyasi ve özel suçlar birbirinden neden ayrılır, onu anlayamadığımı anlatmak istiyorum.
Erbakan İsviçre'deyken aynı partiden arkadaşları benzer bir tüzükle 1,5 yıl sonra Milli Selamet Partisi'ni kurarlar ve başına Süleyman Arif Emre gelir. Erbakan 1973 seçimlerinden önce Türkiye'ye döner. Erbakan'ın dönüşü de ayrı bir rivayettir esasında. Darbe sonrası Adalet Partisi'nin oylarını bölmek amacıyla darbe komutanı Muhsin Batur ve Turgut Sunalp tarafından ikna edildiği söylenir.
Sonuçta Necmettin Erbakan'ın inandığı "Milli Görüş" düşüncesi 12 Eylül darbesinde bütün partiler gibi kapatılmasına karşın günümüze kadar gelir, daha doğrusu AKP kurulana kadar devam eder.
TÜRK – İSLAM SENTEZİ
Milliyetçi gelenek ya da partiler hep Alpaslan Türkeş'le anılsa da işin esası pek öyle değildir. Alpaslan Türkeş'in kurduğu Milliyetçi Hareket Partisi'nin meclisteki temeli esasında 1948 yılında atılır. Kurucular arasında 2 önemli isim vardır, Mareşal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı. Fevzi Çakmak cumhuriyetin ilk genelkurmay başkanıdır ve Atatürk'ün Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak'ın anılarına göre, Atatürk'ün kendisinden sonra başkan adayı İsmet İnönü değil Fevzi Çakmak'tır. Sayek anılarında şöyle diyor: "Şüphesiz ki, konuşma ve seçme hakkı TBMM'ye aittir ancak bu konudaki düşüncelerimi belirtmek isterim. Akla ilk olarak İsmet Paşa gelmektedir; kendisi bu ülkeye büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak, bir nedenden dolayı kamuoyunun teveccühünü kazanamamış gibi görünüyor. Mareşal Fevzi Çakmak da ülkesine büyük katkılarda bulundu ve bununla birlikte herkesle de iyi geçinebilmekte. Üslerinin düşüncelerini her zaman takdir etmiş ve kimse ile kavga içerisinde değil. Bu sebeplerle kendisi devletin başı için en uygun adaydır."
Burada ister istemez Dersim Katliamı'na bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi katliam öncesi başbakan İsmet İnönü'dür ve katliama karşı çıkmaktadır. İnönü'ye göre 15'e yakın kişinin asılması ve tutuklanmasıyla sorun çözülecektir. Mustafa Kemal buna izin vermez ve onu görevden alır, yerine Celal Bayar'ı getirir. Yani çok partili dönemin 2 parti kurucusu Dersim Katliamı'nın baş oyuncularıdır ve Mustafa Kemal'in böyle bir şifahi de olsa vasiyet bırakması gayet olağandır. Fevzi Çakmak'ın Mustafa Kemal gözündeki önemi sadece onun gibi mareşal olmasından değil, Dersim Katliamı döneminde genelkurmay başkanı olmasındandır, bir dediğini iki etmemiştir.
Fevzi Çakmak 1946 seçimlerinde Demokrat Parti'den bağımsız aday olarak Istanbul milletvekili seçilir. 1948 yılında Demokrat Parti'den istifa eder ve partiden atılan Osman Bölükbaşı'yla birlikte Millet Partisi'ni kurar. Kuruluşundan itibaren CHP'nin din ve laiklik anlayışını eleştirdi ve Demokrat Parti'yi de bir denge partisi olarak gördü. Sonraki 50 seçimlerinde sadece Bölükbaşı Kırşehir'den vekil olarak seçildi ve 1954'de parti laikliğe aykırı olması gerekçesiyle kapandı.
Burada partinin kapatılma öyküsü ilginçtir. Partinin ilk genel başkanı Mustafa Bayur'dur. Partinin 1952 yılında yapılan 3. kongresinde başkanlığa Eniz Akaygen gelir ve bazı üyeler Atatürk'ün mozolesine çiçek koymayı reddeder. 1953 haziranında yapılan 5. kongrede Mustafa Baydur partinin dincilerin eline geçtiğini iddia eder ve istifa eder. İşte partinin kapatılmasına neden olan konuşma Baydur'un konuşmasıdır ve suç kabul edilip dava açılır ve kapanır.
Osman Bölükbaşı daha sonra Cumhuriyetçi Millet ve Türkiye Köylü Partisi'nin birleşimiyle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni kurdu ve genel başkan oldu. Parti 61 seçimlerinde 54, 65 seçimlerinde de 11 vekil çıkararak 3. parti olmuştur.
Alpaslan Türkeş bu olaylardan çok sonra gelir ve 1965 yılında "14'ler grubu"yla birlikte partiyi ele geçirmiş ve genel başkan olmuş, 1969 yılında yapılan kongrede de adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiştir.
ORTA SAĞ PARTİNİN DİNCİLEŞMESİ ANAP VE AKP…
Gördüğünüz gibi dinci partiler sonuçta ortanın sağı ve liberal denilen partilerin içinde yer kapmak istemişler, bir süre beraber çalışmışlar ama olmayınca ayrılıp partilerini kurmuşlar. Yani dindar kesim onları hiç içlerinde barındırmamış, zamanı gelince hep dışlamış. Onlar da esasında kendilerini, daha doğrusu inançlarını frenleyemeyip dışlanmış ve ayrı partiler kurmuşlar.
"Bu işi hep beraber yapalım" mantığı esasında 12 Eylül 1980 darbesinden sonra oluştu. Darbe anayasası oylanmış ve %92 gibi akıl almaz bir çoğunlukla faşizm Türkiye'de kabul görmüştü. Anayasa kabul edilip Kenan Evren de cumhurbaşkanı seçildiğine göre artık seçim yapılmalıydı. Her şey kimilerine göre çok demokrattı ama hangi partinin katılacağına, o partilerden de kimin vekil seçilebileceğine Kenan Evren karar veriyordu. CHP ve AP'nin devamına izin verilmedi, ortanın sağı ve ortanın solu seçimlerde yoktu.
En demokrat olduğu söylenen kişi Turgut Özal'dı, oysa o da darbenin başbakan yardımcısıydı. Daha da ilginci Özal darbe öncesi MSP'den adaydı ama seçilememişti. Seçilseydi şeriattan hapiste olacak kişi artık ülkeyi yönetiyordu. Diğer partilere izin verilmeyince Özal 4 görüşü aynı çatı altında topladığını söyleyerek yıllarca iktidarda kaldı. Ne zamana kadar kaldı, ne zamanki 10 yıl yasak konulan eski siyasiler referandumu kazandılar ve partileriyle siyaset sahnesine döndüler, Özal ve ANAP düşüşe geçti. Ortanın sağı artık kendisini esas efendisinde, yani Süleyman Demirel'in yanında görüyordu. Aynı şey Halk Parti ve başkanı Necdet Calp için de geçerliydi, Erdal İnönü'yle birlikte yavaş yavaş tarihe gömüldüler.
Türkiye'de siyaset daha çok kişilere bağımlı olduğundan Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olunca Tansu Çiller gibi bilgisiz ve yeteneksiz biri bu partiyi biyere kadar taşıdı. İşte olay tam da herkesin yavaş yavaş eridiği zaman başladı ve Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Necmettin Erbakan görüşüne meydan okudular. Erbakan yasaklı olduğu için (Siyasi değil, para davasından yasaklıydı) Recai Kutan parti başkanıydı ve kongrede Abdullah Gül aday gösterildi.
AKP çıkışının en önemli dönemi esasında bu dönemdir. Lider Recep Tayyip Erdoğan olacaksa –ki o zaman da bu belliydi- neden kendisi aday olmadı da, Abdullah Gül aday yapıldı ve kaybeden o oldu. Kimse Gül o dönem vekildi de, Erdoğan değildi demesin. Erdoğan ustalarından iyi ders almış biri olarak bu seçimde Abdullah Gül'ü bir anlamda harcadı esasında. Erdoğan kafasında partiyi kurmuştu ve Gül'ün çok sevildiğini biliyordu. İlerde başkan olmasının önünü kesmek için bikez de olsa yenilmesi yetiyordu. Öyle ki, Erdoğan yasaklı olmasına karşın parti başkanlığını kendisi yaptı ve geçici olarak bile vermedi.
AKP kurulduğunda esasında Adalet Partisini andıran bir havaya girdi, hatta onlardan daha liberalmiş gibi davrandı. Avrupa Birliği'ne oynadı ve en önemlisi Dünya Bankası'ndan DSP'ye gelen Kemal Derviş'in daha doğrusu Dünya Bankası'nın direktiflerini uygulayarak biraz toparlandı. Esasında Erdoğan, hiçbir şartta AB'ye alınmayacağımızı biliyordu ama seçimleri kazanmak için ortanın sağında gözükmek zorundaydı. Bu mantıkla oldukça seçim kazandı.
7 HAZİRAN'DA NE OLDU – ŞİMDİ NE OLUYOR
Her şey bu kadar iyi giderken, neden bütün planlar alt üst oldu da Erdoğan 7 Haziran seçimlerini kaybetti. Birinci neden Erdoğan artık cumhurbaşkanıydı ve ne kadar sevilseniz de uzaktan parti kolay yönetilmiyor. Bizde kişiye oy vermek partiye oy vermenin her zaman önüne geçmiştir. Bu bölümü fazla uzatmayayım, esas neden dincilerle dindarların yavaş yavaş partide ayrışması.
Erdoğan başka partilerin yok olduğu sırada kendisini ortanın sağı olarak tanımladı ve uzun süre de buna inandırdı. Ama ne yaparsa yapsın, ortanın sağının da siyaset olarak kullandığı ama hiçbir zaman birincil sorun yapmadığı din kavramını ülkenin birincil sorunu haline getirdi. Sadece ülke içinde değil, dış siyasetinde de aynı şeyi yaptı. Burada en önemli faktör Kürtlerdi ve onları hem ülke içinde hem de ülke dışında dışladı ve savaş açtı. Oysa Kürt sorunu artık PKK ve askeriye arasında bir sorun değildi, Ortadoğu'da 4 ülke kaynıyor ve bir anlamda Kürt hareketleri kendilerini kanıtlamışlardı. Erdoğan bu değişimi hâlâ PKK ve ordu olarak görüp halkı memnun edeceğini sandı.
MHP tabanının bir kısmının bile memnun kaldığı barış dönemini yıkmak Erdoğan'ın sonunun başlangıcı oldu, çünkü bunun için de esasında dini kullandı ve IŞİD'e destek verdi. İşte bu ve benzeri olaylar Erdoğan'ı yavaş yavaş geriletti,
Size belki komik gelecek ama kürtaj meselesi, saat 22'den sonra içki alımı yasağı ve her yerde açılan imam hatipler AKP içindeki tabanı rahatsız etti. Ortanın sağının büyük bir kısmı etkilenir böyle şeylerden, belki dışa vurmazlar ama sonuçta küçük ve orta burjuvadırlar ve yaşamları sabah akşam dine bağlı değildir. Bisüre oy vermeye devam ettiler, çünkü başka liberal ve ortanın sağında parti yoktu ama şimdi öyle değil. AKP tabanı –ki geçici tabandır- kendisine yeni parti arıyor. İlk sınavını referandumla verecek AKP tabanı ve gerek partiye, gerek Erdoğan'a "Benimle din üzerinden bu kadar oynama, kendin için benden her şeyi isteme…" diyecek ve yeni bir parti oluşumuna gidecektir.
Bütün örneklerini verdiğim gibi, dinciler dindarlarla aynı parti ya da aynı çatı altında çok uzun süre kalamazlar. Son örneği de AKP'dir.