Pelin Cengiz
Dövizdeki artışla uçuşa geçen şehir hastaneleri kiralarından haberiniz var mı?
Dövizde tüm zamanların tarihi rekorları kırılırken, Türk Lirası’ndaki değer kayıpları da zirve yaptı.
Buzdağının görünen yüzü kur artışı. Ancak, mesele kurdaki oynaklığı çoktan aşmış, durum makroekonomiye ve ekonomi yönetiminin aldığı kritik kararlara yönelik başka kangrenleşmelere işaret ediyor.
Türkiye ekonomisinin öteden beri gelen yapısal sorunları, reform gerektiren hamleler yapılmadığı için zaten sürüyordu. TL’deki son değer kaybı dalgalanmasına, Merkez Bankası rezervlerine ilişkin endişeler, yabancıların hızla portföy boşaltarak Türkiye’den çıkışı ve yurt içinde giderek artan döviz talebi de eşlik ediyor.
Bunların dışında AKP iktidarları döneminde mevcut sorunları derinleştiren tamamen siyasi olarak devreye alınmış birtakım uygulamalar var ki, dövizdeki artışlarla hepimizin geleceğini ipotek altına aldıklarının gerçek fotoğrafı orada saklı.
Çünkü, hepimizin adına, bize sormadan, bizim rızamızı almadan siyasal iktidar belli bazı taahhütlerin altına imza attı, bizleri borçlandırdı. Ucu açık bir süre boyunca, belki de nesiller boyu bu borçları ödemek zorunda kalacağız.
Türkiye ekonomisi, 2008’den beri yoğun bir borçlanma döngüsü içinde.
Ekonomi, tamamen borçlanmaya dayalı bir patikaya oturtulduğu için Türkiye bugün bunları yaşıyor, giderek fakirleşiyor, yönetiliyor görüntüsü vermekten uzaklaşıyor, yatırım alamadığı gibi mevcut yatırımcıyı da elinden kaçırıyor.
Burada yaygın kullanımıyla yap-işlet-devret, son dönemde kullanılan haliyle Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine bakmak lazım.
Yap-işlet-devret projeleri, Turgut Özal döneminde acil yapılması gereken projeler için çıkarılmıştı. Ama zamanla kamu kaynaklarının özel sektöre transferi için kullanılmaya başladı.
Kaynak aktarma mekanizmasının adı uzun yıllar yap-işlet-devret diye anıldıktan sonra ismi KÖİ oldu.
Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Istanbul Havalimanı, Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü gibi projelerin zaten bu modelle yapıldıklarını ve KÖİ projelerinde Hazine’nin devreye girerek, bütün kredilere garanti verdiğini, bununla da yetinmeyerek bu şirketlere gelir garantisi verdiğini artık sağır sultan biliyor.
2018’in ortalarından bu yana TL’de süregelen kırılganlık, dövizde kademeli olarak arka arkaya gelen sert yükselişler, döviz üzerinden verilen yükümlülükleri giderek ağırlaştırıyor. Devletin üstlenici büyük çoğunluğu yandaş şirketlere havalimanı, köprü, otoyol, tünel gibi büyük projeler için döviz üzerinden verdiği sözler büyük risk unsuru.
Devlete bu projelerden çok daha büyük bir maliyet getiren projeler ise şehir hastaneleri.
Uzmanlar ve ekonomistler tarafından şehir hastaneleri, zaman zaman gündeme getirilse de, devlete ve dolayısıyla yurttaşa getirdiği maliyetlerin yeterince tartışılmadığı bir alan olarak karşımızda duruyor.
KÖİ modeli, yurttaşa sormadan, yurttaş adına kararlar alanlar tarafından yurttaşların kaynaklarının kötüye kullanımıdır.
Başlangıçta bu projelerde de KÖİ modeli esas alınmıştı.
Bu konunun hukuki ve finansal taraflarının yanı sıra yurttaşların sağlığa erişimi ve hekimlerin çalışma koşulları üzerindeki olası etkileri belli kesimlerce gündeme taşınsa da yeterince etkili bir kamuoyu muhalefeti oluşturulamadı.
Kasım 2019 tarihinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yaptığı açıklamada, 12 bin 400 yatak kapasiteli 10 şehir hastanesinin KÖİ modeli yerine genel bütçe kaynaklarıyla yapılacağını, bunlardan üçünün proje ilanının yapıldığını ve yedisinin proje ihalesinin hazırlık aşamasında olduğunu açıklamıştı. Ancak Bakan Koca, aynı açıklamada, 14 bin 992 yatak kapasiteli dokuz adet şehir hastanesi inşaatının da KÖİ modeliyle yapımının devam ettiğinden söz etmişti.
Dolayısıyla şehir hastanelerinin yapım modeli bulanıklaştırılarak, mesele belirsiz bir alana çekildi.
Şehir hastanelerinin sözleşme bedelleri, 25 yılda ödenecek miktarlar şeffaf şekilde kamuoyuna açıklanmıyor. Hastanelerin yatak sayılarındaki değişiklikler hatta açılacağı belirtilen hastanelerin açılamaması ya da tamamen listeden çıkarılması gibi sorunlar hesaplamaları ayrıca güçleştiriyor.
Şehir hastaneleri, devlet hastanesi değil. Şirketlere bedelsiz olarak tahsis edilen Hazine arazileri üzerine inşa ediliyor. Bu hastanelerde Sağlık Bakanlığı ise kiracı olarak yer alıyor. Mülkün sahibi olan şirketlere Sağlık Bakanlığı en az 25 yıl boyunca kira ve bina bakım parası ödüyor.
Şehir hastanelerinin kiraları döner sermayeden ödeniyor. Eğer yetmezse, merkeze ayrılan döner sermaye paylarından ödenir, bu da yetmezse Sağlık Bakanlığı bütçesinden ödeniyor.
Sağlık Bakanlığı mali tablosuna göre, 2019 yılında Sağlık Bakanlığı kiracısı olduğu şehir hastaneleri için kira ve hizmet bedeli olarak şirketlere 5 milyar TL ödeme yapıldı.
Geçen hafta itibariyle dolar 7,40’lara dayanmış durumda. Türkiye yeni bir kur krizinin eşiğinde. TL’nin döviz karşısındaki büyük değer kaybı ve kira bedellerinin dolar üzerinden ödenme zorunluluğunun ortaya çıkardığı büyük maliyet artışının gelecek nesiller için ne büyük bir risk oluşturduğunu tahmin etmek güç değil.
Bundan sonrasını uzmanların görüşlerine bırakıyorum…
Ekonomist Mustafa Sönmez’in yaptığı hesaplamalara göre, bu hastaneler için 2020 yılının ilk altı ayında yaklaşık 12 milyar TL tutarında kira ve hizmet bedeli ödendi.
Devlet, 100 yataklı bir hastaneyi 60 milyon TL'ye mal ediyor. 1000 yataklı da 600 milyon TL'yi buluyor.
Yani devlet, 100 yataklı bir hastanenin tek bir yatağını 600 bin TL’ye mal ediyor. 1000 yataklı hastaneler 606 milyon proje bedeliyle sürdürülüyor.
Bu büyüklükteki bir parayla 100 yataklı ya da 1000 yataklı kaç hastane yapılabilirdi, siz hesap edin.
Akla hayale sığmayacak paralara hastane yaptırılıyor.
Uzun yıllar bankacılık yaptıktan sonra Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nde kurucular kurulunda yer alarak siyasete atılan Kerim Rota ise durumu şöyle açıklıyor:
"Sağlık Bakanlığı, şehir hastanelerinde yaklaşık yatak başı aylık 3 bin 324 dolar kira, üzerine 3 bin 39 dolar hizmet bedeli ödeyecek. Bu nedenle, 2020’de Sağlık Bakanlığı bütçesinin dörtte birini hizmet ve kira bedeli olarak ödeyecek. Bunlar sadece şehir hastanelerinden örnekler. Rakamlar yüksek ama sorun yüksekliği değil, yeterince tartışılmaması. Dolayısıyla hem sözleşmeler, hem de hesaplama detayları şeffaf bir şekilde açıklanmaya muhtaç."
KÖİ modeli ve özellikle de şehir hastaneleri konusunda önemli çalışmalar yürüten Prof. Dr. Uğur Emek de geçtiğimiz günlerde kişisel blog hesabında bazı önemli bilgiler paylaşmıştı:
"Sağlık Bakanlığı verilerine göre KÖİ yöntemiyle gerçekleştirilecek şehir hastanelerinin tamamı 2022 yılında işletmeye alınacak. Bu nedenle 2022 yılı ödeneğini şehir hastanelerinde yapılacak ödemelerin gerçek bir göstergesi olarak kabul edebiliriz. Bu ödenekleri veri kabul ederek şöyle bir hesaplama yapabiliriz:
Teorik olarak Sağlık Bakanlığı’nın 2020 şehir hastanelerine ilişkin bütçe ödenek tahminini 2019 yılı sonbaharında yapmasını ve 2021 ve 2022 ödeneklerini de Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) yer alan enflasyon tahminlerine göre güncellemesini beklemeliyiz. 2022 yılı verilerine bu yöntemle ulaşıyorsak, 2019 yılını da aynı yöntemle geri dönmek mümkündür.
2022 yılında şehir hastanelerine yapılması öngörülen kullanım (11,9 milyar TL) ve hizmet (10 milyar TL) ödemeleri toplamı 21,9 milyar TL’dir. Yine 2020 bütçesi verilerinden biliyoruz ki, açılan şehir hastanelerine 2018 ve 2019 yıllarında 8,7 milyar TL civarında da ödeme yapıldı.
YEP’e göre 2020, 2021 ve 2022 TÜFE artış hızı tahminleri sırasıyla yüzde 8,5, yüzde 6,0 ve yüzde 4,9’dur. Bu hesaplamaların hepsini bir araya getirirseniz, mevzuata göre Sağlık Bakanlığı’nın 2019 bilançosunda şehir hastanelerinde verilen talep/gelir garantilerinin (930 ve 931 nolu hesaplarda) 445,3 milyar TL civarında kaydedilmesi gerektiğini görebilirsiniz.
Sizce, şehir hastanelerinde verilen yaklaşık 445 milyar TL tutarındaki talep garantisi, Sağlık Bakanlığı’nın bilançosunda gizlenecek/ihmal edilecek kadar önemsiz bir kalem midir? Yoksa kamu kaynaklarının harcanması ve raporlanması konusunda, yetkililerimizin mevzuat dışında bildikleri daha iyi başka bir seçenek mi var?"
İngiltere’de kamu özel işbirliği yoluyla şehir hastaneleri yapma yöntemi denendi ve ciddi bir finansman krizine neden olduğu için terk edildi.
Türkiye’de yapılan ve yapımı süren hastanelerin yatak kapasitesinin ve cüsselerinin büyüklüğü dışında kamuoyu ile hiçbir bilgi paylaşılmıyor. Bu hastanelerin asıl maliyetinin ne olacağı söylenmiyor.
Dövizdeki tarihi rekorlarla birlikte bu şehir hastanelerine ödenecek kira ve hizmet bedellerinin gerçek büyüklüğünü bu şekilde giderse, muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Sermaye transferi yoluyla üç beş yandaş müteahhidi daha da semirtmek için Türkiye’nin kaynaklarından, geleceğinden, çocuklarından çalınan bu paraların hesabının sorulması için muhalefet neyi bekliyor?
Bu konuyu sıcak gündemden düşürmeyecek şekilde ne zaman harekete geçilecek?