Ekonomi Nobelinin düşündürdükleri

Fakirlikle mücadele daha etkin bir düzeye çekilmeden küreselleşme süreçlerinin yeniden üretimi, sürdürülebilmesi pek mümkün görünmüyor.

Dün sabah (14 Ekim) İsveç Merkez Bankası 2019 senesi Ekonomi Nobel Ödülü’nü kazananları açıkladı.

Bu sene Ekonomi Nobeli’ni üç iktisatçı paylaştılar.

Abhijit Banerjee (Massachusetts Institute of Technology-MIT), Esther Duflo (MIT) ve Michael Kremer (Harvard).

Bu üç önemli iktisatçıya verilen 2019 Nobel Ekonomi Ödülü’nün temel nedeni de küresel anlamda fakirliğin azaltılması doğrultusunda yaptıkları çalışmalar.

Bu üç iktisatçıdan biri ise Fransız vatandaşı Esther Duflo; Esther Duflo bugüne dek Nobel Ödülü almış bilim insanlarının en genci (1972 doğumlu) ve Ekonomi Nobeli alan ikinci kadın, daha önce de Olstrom bu ödülü almış idi.

Bu iki kadının ortak bir özelliği de lisans eğitimlerini iktisat dışı alanlarda yapmış olmaları; Duflo tarih, Olstrom siyaset bilimi okumuşlar lisans eğitimlerinde.

2019 Nobel Ödülü bende iki farklı düşünce oluşturdu, birincisi Nobel konusunun fakirlikle mücadele olması, ikincisi ise Fransız vatandaşı Esthed Duflo’nun eğitim macerası üzerinden Fransa eğitim sistemi.

Nobel Ekonomi Ödülü’nün bu sene fakirlikle mücadele ile uğraşan iktisatçılara verilmiş olması ile bu ödülü veren İsveç Merkez Bankası’nın daha toplumcu, daha sola yakın bir tercih kullandığı, dünyada rüzgârın yönünün değiştiği yönünde bir ilişki kurulmasını çok doğru bulmuyorum.

Bu üç iktisatçı MIT ve Harvard çevrelerinden geliyorlar, bu çevrede oluşan, yetişen iktisatçılar kalite olarak olağanüstü ve genellikle de merkez sağ ya da merkez sola yakın, liberal yönelimleri az ya da çok olan iktisatçılar.

Bu sene Ekonomi Nobeli’nin fakirlik konusuna verilmiş olması insanları daha farklı düşündürmesin.

Ancak, fakirlikle mücadele konusu çok önemli ve önemi de galiba her geçen gün daha da artıyor.

MIT ve Harvard çemberi iktisatçıların kısm-ı azamı küresel ekonominin etkinlik arttırıcı boyutlarının farkındalar ve anti-küreselci bir söyleme pek sahip değiller.

Ancak, son senelerde görülen ve özellikle de Trump’ın seçilmesi ile iyice ortaya çıkan gerçek küresel fakirliğin boyutlarının küreselleşme süreçlerinin yumuşak karnı ya da Aşil topuğu haline geldiği.

Başka bir ifade ile de fakirlikle mücadele daha etkin bir düzeye çekilmeden, bu mücadele bugün olduğundan çok daha sonuç alıcı biçimde yapılmadan küreselleşme süreçlerinin yeniden üretimi, sürdürülebilmesi pek mümkün görünmüyor.

ABD küreselleşme sürecinin merkez ülkesi, Hillary Clinton seçmeni bu süreçten bir biçimde olumlu etkilenmiş bir seçmen ama aynı ülkede, aynı zamanda bir de bu küreselleşme sürecinde işini kaybeden ya da mutlak olmasa bile nispi anlamda fakirleşen milyonlar var ve bu nispi anlamda fakirleşen milyonlar Trump’a oy vererek ABD’nin küreselleşme süreci liderliğinden ağır bir intikam alıyorlar.

ABD’de Joseph Stiglitz gibi başka bir Nobelli iktisatçının son senelerde piyasaya sürdüğü kitaplarda gelir bölüşümünü, fakirlik meselesini öne çekmesinin de altında aynı kaygı yatıyor.

Anlaşılan o ki fakirlik meselesi çözülmeden, en azından toplumsal, küresel anlamda kabul edilebilir bir noktaya gelmeden küreselleşe süreçlerinin getirilerinin maksimizasyonu olanaksız olacak.

Benim sezebildiğim, fakirlikle mücadele çalışmalarının temel motivasyonu, mutlaka güçlü bir etik boyutu da var ama bu mücadelede ciddi mesafe alınmadan küreselleşmenin aksama ihtimalinin çok güçlü olacağı.

Gelelim ikinci ve yine çok önemsediğim, Esther Duflo’nun erken kariyeri üzerinden eğitim sistemlerinin mantığına.

Duflo şu anda ABD Massachusetts Institute of Technology’de profesör ama öğretiminin temel başlangıç aşamaları Fransa’da gerçekleşmiş.

Fransa cumhuriyetçi ideolojinin (eşitlik, özgürlük, kardeşlik) çok güçlü olduğu bir ülke ve bu ideoloji doğrultusunda ortalama öğretim kalitesi, lise mezuniyetinde (bac) ve üniversitede gayet iyi.

Lise bakaloryası olan ve bir üniversiteyi bitiren öğrencinin ortalama düzeyi yabana atılacak bir düzey değil.

Ama, bu düzey muhtemelen, yine ortalama olarak, ABD’nin o meşhur "sarmaşık üniversiteleri" ile, mesela Harvard, mesela MIT düzeyinin altında.

Bu durumun farkında olan Fransa, o çok nitelikli ortalamanın yanı sıra bir de küçük ama elitist bir öğretim patikası üretiyor ve bu patika liseden başlıyor.

Esther Duflo’nun CV’sini okurken ilk dikkatimi çeken mezun olduğu lise oldu (Lise Henri IV) çünkü çok sayıda önemli Fransız isim bu liseden mezun olmuşlar.

Duflo daha sonra Ecole Normale Superieure (ENS) mezunu yani Marie Curie’nin, Althusser’in bir zamanlar öğretim üyeliği yaptığı o çok önemli ve elitist okuldan.

Fransa ortalama olarak çok nitelikli öğretim üretiyor ama bir yandan da küçük ve çok elitist bir sistemden de vazgeçmiyor, Nobelli Fransızlar da buralardan çıkıyorlar; ENS’den de on Nobel çıkmış mesela.

Bizde ise durum tam tersi galiba.

Ortalama öğretim düzeyi çok kötü ve giderek kötüleşiyor.

Elitizm ise iktidar (lar) tarafından nefret edilen bir konu, Erdoğan başka işi gücü yokmuş gibi, mesela yüzde 17’e yaklaşan tarım dışı işsizlik, Boğaziçi Üniversitesi ile, ODTÜ ile uğraşıyor.

Daha önce de, galiba DSP dönemi idi, Lozan antlaşmasının güvencesinde olan yabancı okulların orta okulları kapatılmıştı.

Her şeyde gerekenin tersini yapıyoruz galiba.

Esther Duflo’nun Nobeli bana bunları düşündürdü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi