Yetvart Danzikyan
Elçi’nin yokluğu ve nefes alamayan Sur
Tahir Elçi bundan tam iki yıl önce 28 Kasım 2015’te bir Cumartesi günü, Diyarbakır Suriçi’nin çatışmalara kurban edilmemesi ve kültürel mirasın korunmasını talep eden bir basın açıklamasını, tarihi Dört Ayaklı Minare’nin tam altında okuduktan dakikalar sonra öldürüldü. Birkaç saliselik cinayet anı hariç, Elçi’nin öldürülmesine dair dakikalarca görüntü var kayıtlarda. Bazı kayıtlar ise hala çözülebilmiş değil. Elde zanlı yok, sanık yok ve soruşturma hiçbir yere gitmiyor. Tam tamına iki yıl geçti. Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı ile ilgili hiçbir gelişme yok. Yazınca ve okuyunca inanması çok zor, ama durum bu.
Bu elbette ki bu topraklara dair çok şey anlatıyor. Öncelikle devletin fail-i meçhul cinayetlerin çözülmesine neredeyse hayatını adamış bir kişinin öldürülmesini fail-i meçhul bırakmasındaki devasa ve iç karartıcı manaya bakmak gerekir. 1990’ların ideolojisi ve reflekslerini şevkle kazanmış bir devlet ile karşıya olduğumuzu uzun süredir söyleyip duruyoruz. İktidarın MHP ile açık, Aydınlık ve diğer benzer çevreler ile örtülü bir koalisyon içinde olduğunu da. Bu çerçeveden bakarsak devlet bir tür "yüreğini" mi soğutuyor acaba? Yani bir anlamda Elçi’nin öldürülmesini umursamıyor hatta burada bir "rövanş" mı görüyor acaba? (Ki Elçi’yi öldüren kurşunların bir güvenlik görevlisinin silahından çıkmış olma ihtimali çok ama çok güçlü iken) Bu ne yazık ki mümkün, bu topraklarda. Yani düşünürken bile insan irkiliyor ancak bu devletin böyle alışkanlıkları var ne yazık ki. Bunu biliyoruz.
İkinci olarak, Tahir Elçi Suriçi’nin çatışmalara kurban edilmemesi ve oradaki tarihi ve kültürel mirasın korunması için büyük çaba harcayanlardan biri idi. Tam da bu konuda bir basın açıklaması yaptıktan sonra öldürülmesi yetmezmiş gibi, onun öldürülmesinden sonra Suriçi’nin talan edilmesine, dümdüz edilmesine ne demeli? Önce "Sur’u Toledo yapacağız" diye çıkılan yolda tarihi ilçenin büyük kısmı dümdüz edildi, sakinleri evlerinden barklarından edildi, birçok ev ve işyeri yıkıldı, Sur’un tamamı kamulaştırıldı. (Sonradan kimi davalar Danıştay’dan döndü) Özetle oradaki kültürel miras çok büyük oranda devlet eliyle tahrip edildiği gibi, nüfus yapısı da değiştirildi, Sur’un sakinlerinin büyük kısmı göç etmek zorunda kaldılar, ki zaten onların da büyük kısmı 90’lar ateşinde köylerden kasabalardan göç ederek oraya gelmişlerdi. Yani devlet bu anlamda da sürekliliği sağlamış oldu. Ve en önemlisi Sur’un tahrip edilmesini de Elçi’nin öldürülmesinden sonra sistematik olarak uygulamaya koydu. Yani sanki ikinci kez Tahir Elçi’den bir intikam alıyor devlet. Başka türlü düşünmek çok zor.
Özetle Tahir Elçi’nin katilleri iki yıldır ellerini kollarını sallayarak dolaşmaktalar. Bu hem devleti rahatsız etmiyor hem de Barolar Birliği gibi kurumları. Yine de Elçi için adalet talepleri susmuyor elbette. Diyarbakır Barosu cinayetten beri iki yıldır her cuma günü öğle saatlerinde adalet talep etmek için Diyarbakır’da bir araya geliyor sesini yükseltiyor. Bu yıl da Elçi çeşitli etkinliklerle anılacak.
Sinem Babul ve Rabia Çetin’in yönetmenliğini yaptığı ‘Kırık Saat" isimli belgesel 28 Kasım günü Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği etkinlikle Diyarbakır’da gösterilecek, önümüzdeki cumartesi günü de (2 Aralık) İstanbul Galatasaray’da bir yürüyüş yapılacak.
Tabii Türkiye şöyle bir yer: Meseleler hep birbirine bağlanıyor. Elçi’nin ölüm yıldönümü yaklaşırken iki yıldır giriş çıkışın kapalı olduğu Diyarbakır Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ne geçtiğimiz günlerde özel izinle girildi ve tahribatın boyutları ortaya çıktı. Şunu bir kez daha hatırlatmakta beis yok: Çatışmaların bitmesinin ardından Suriçi’nin mahalleleri giriş çıkışa açıldı, ancak sadece Diyarbakır Kilisesi ve civarına giriş çıkış hala yasak. Mıgırdiç Margosyan’ın üzerine kitaplar yazdığı, bir vaktiler Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Hançepek ya da "Gavur Mahallesi" kelimenin tam manasıyla dümdüz. Ve binbir emekle yeniden inşa edilen, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi olan Surp Giragos’daki tahribat her geçen gün daha da artıyor. Geçtiğimiz hafta yapılan ziyarette kilise içindeki ‘horan’ların da (mihrap) tahrip edildiği, sütunları koruyan bileziklerin de çalındığı ortaya çıktı. Böylesi iyi korunan bir bölgede bu tahribat nasıl oluyor sorusuna yetkililer doyurucu bir yanıt veremiyor. Ve en önemlisi: neden orası hala giriş çıkışa kapalı? Bunun da doyurucu bir yanıtı yok. Hummalı inşaat faaliyetleri olduğu söyleniyor. Hatta görgü tanıklarına göre yer altında da büyük çapta kazılar yapılmakta.
Sonuçta Diyarbakır’ın kadim halkları yani Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, bir araya gelebilecekleri tek yer olan, daha doğrusu ayakların altında sabit duran tek zemin olan kiliselerine gidemiyor, ritüellerini yerine getiremiyor, buluşamıyor.
Devlet işte bütün bunları Tahir Elçi’nin yokluğunda yapıyor.