Yetvart Danzikyan
“Hayır” biraz da gerçekle bağımızı koparmamak için
Oxford Dictionaries, İngilizce’de 2016 yılının kelimesi olarak ‘post-truth’u seçti. Şimdi: dünyada her ne olursa olsun ‘Ya biz onu çoktan keşfettik zaten' diyen memleketimiz insanı vardır ya. İşte o insan gibi olmak pahasına şunu söyleyeceğim ki, biz onu çok keşfettik zaten. ‘Kasaba politikacısı' dediğimiz şey tam da budur ve onun dayandığı iki yüzlü ahlak, post-truth dediğimiz şeyi fersah fersah geride bırakır.
Yetvart DANZİKYAN
Post-truth, yani "gerçeklik sonrası" diye bir çağ varsa herhalde en dibine kadar yaşayan biziz. Gerçi bu kavram Batı’nın son yıllarda yaşadığı siyasi atmosferi karşılamak için icad edilmiş durumda, ama bizim kadar hakkını vereni var mıdır, bilinmez. İsterseniz gelin, önce bu kavramdan ne kastediliyor, ona bakalım. Son yıllarda etrafımızı saran yalan ya da uydurma haberlerle mücadele eden teyit.org (onlar da bu konuda ‘journo’dan faydalanmışlar) bakın kavramı nasıl tanımlıyor:
"Oxford Dictionaries, İngilizce’de 2016 yılının kelimesi olarak ‘post-truth’u seçti. ‘Post-truth’ bir sıfat olarak, ‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’ şeklinde tanımlanıyor."
Pek güzel, çok iyi anlıyorum bu durumu, iliklerime kadar. İzahat şu cümlelerle taçlanıyor:
"Post-truth’ kelimesindeki post ön-eki, bu spesifik kullanımında, genel kullanımının aksine ‘bir olay ya da vak’adan sonra gerçekleşen’ anlamında değil, ‘önüne geldiği kavramın artık önemsiz ya da gereksiz kabul edildiği bir zaman ait’ manasında kullanılıyor. Yani, ‘post-truth politics’ dediğimizde, ‘doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği bir dönem’den bahsetmiş oluyoruz."
Kelimeni yaygın şekilde kullanıma girmesi ise Ralph Keyes’in 2004’te basılan kitabı "The Post-truth Era" ile olmuş. Şimdi: dünyada her ne olursa olsun "Ya biz onu çoktan keşfettik zaten" diyen memleketimiz insanı vardır ya. İşte o insan gibi olmak pahasına şunu söyleyeceğim ki, biz onu çok keşfettik zaten. "Kasaba politikacısı" dediğimiz şey tam da budur ve onun dayandığı iki yüzlü ahlak, post-truth dediğimiz şeyi fersah fersah geride bırakır.
Bu tip hepimizin malumudur. Kendini "Dün dündür, bugün bugündür"de cisimleştirmişti bir vakitler.. Gelin görün ki AKP iktidarı ile bu politikacı tipi, çıtayı çok yüksek bir yere koymuştur. Yani dün dündür, bugün bugündür’ü diyen kişi, sonuçta bir halt yediğini biliyor, bunu "Valla ne yapcan, bu işler böyle" havasıyla söylüyordu. AKP ise bunu gerçekliği eğip bükmek ve yeni bir gerçeklik yaratmak için yapıyor. Örnek vermem son derece gereksiz biliyorum, ama şu son bir haftadan birkaç örnek vermek durumundayım.
İlgisiz gibi görünen bir konu: Galatasaray Olağan Mali Genel Kurulu. Kurulda Gülen Cemaati ile ilgili görülen isimlerin üyelikten atılması gündeme gelmiş. Eski savcı Zekeriya Öz, Eski vali Şehabettin Harput gibi bürokratlar üyelikten atılmış ama sıra "FETÖ üyesi" olmakla suçlanan Hakan Şükür, Arif Erdem gibi futbolculara gelince genel kurul bu iki ismin üyelikten ihracını oy çokluğu ile reddetmiş. Bence gayet makul. Bu insanların neye ne kadar karıştığı mahkeme kararı ile sabit olmadan kulüp niye bu kararı alsın? Ha, bu diğer isimler için de geçerli olabilir ama bu bürokratları üye yaparken düşüneceklerdi. Hakan ve Arif’in konumu ise farklı. Kulübe çok önemli başarılar yaşatmış, formayı sırtlarında taşımış isimler. Galatasaraylı değilim ama durumu anlayabiliyorum.
Ancak iş burada bitmedi ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Dedi ki: "Alınan karar konusunda Galatasaray Yönetim Kurulu ivedi şekilde bir düzeltmeye gitmelidir. Çünkü ülkemize, devletimize ihanet edenlerin ülkemizin köklü kurumları ve kulüplerinde işi yoktur."
Bu kişiler mahkemede yargılandılar mahkum oldular mı, dediğiniz suçtan? Eğer öyle değilse ne diye bu sözleri kullanıyorsunuz? Her şeyi geçtim, mesela Hakan Şükür hangi partiden milletvekili oldu? Olurken kim olduğunu bilmiyor muydunuz? Madem konu açıldı, başka sorular da soralım. "Ne istedilerse verdik" dediğiniz bu Cemaat’in hiç AKP içinde üyesi yok mu? Geçenlerde Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’ndan açıklama geldi, "Darbenin siyasi ayağını bulamadık" diye. Bu size hiç garip gelmiyor mu? Darbenin siyasi ayağı nasıl olmaz? Acaba çok yakınlarda bir yerde de, ondan mı? (Bu arada bu fasıl ile ilgili bir gelişme ekleyelim, Galatasaray Yönetimi Hükümet’ten gelen tepkiler üzerine kararı bir kez daha değerlendirmek için toplanmış)
Diğer açıklama ise Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan. Bozdağ’a göre Cemaat’in yargı içinde güçlenmesinin müsebbibi CHP imiş. Bunu da 2010’daki Anayasa değişikliğinde HSYK’daki seçim sistemi ile ilgili maddeyi CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne götürmesine bağlıyor. Bu değişiklik Anayasa Mahkemesi tarafından değiştirilmese imiş AKP yargıya Cemaat üyelerinin sızmasını engelleyecek önlemleri çoktan almış. Bu sözleri bir vakitler "Yargıyı Cemaat ele geçirdi" diyenlere yanıt olarak alaylı bir şekilde "Nereden çıkarıyorsunuz bunları" cevabını veren bir partinin üyesi söylüyor. Söyleme gücünü kendinde buluyor çünkü Batılıların post-truth dediği çağdaşız. Bizdeki karşılığını ise tarif ettim yukarıda.
Son örnek de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 26 Mart pazar günkü konuşmasından. Avrupa ile aralar limoni malum, "faşist" deyip duruyor Erdoğan Avrupa’ya. Gerekçesi şu imiş:
"Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanına ‘diktatör' diyeceksin, bunlara ‘faşist' dediğimiz zaman beyler rahatsız oluyor, ‘Nazi' dediğimiz zaman rahatsız oluyor. Bak belgeyle konuşuyorum. Camilerimizin duvarına gamalı haç işaretlerini koyan siz değil misiniz? Onlara karşı verilmiş bir mücadeleniz var mı? Camilerimizi yakıp yıkmadınız mı? Solingen faciasını biz bir kenara koyabilir miyiz? NSU davasını bir kenara koyabilir miyiz? Hala çözmediniz , hala sürüncemede bekletiyorsunuz. Faşistsiniz, faşist."
Sanırsın Roboski katliamını çözmüş de Batı’ya ders veriyor. Sanırsın bu ülkede her gün nefret suçu işlenmiyor, okulların duvarlarına ırkçı yazılar yazılmıyor, devlet eliyle TRT dizilerinde anti-semitizm yapılmıyor, AKP’liler tarafından iç savaş çağrıları yapılmıyor, "soykırım"dan bahseden vekillerin sözleri Meclis tutanaklarından silinmiyor.
"Sen bana diktatör dersen, ben de sana faşist" derim gibi basit, çiğ bir mantıkla yürütülen bir politika. Üstelik bununla da kalmıyor. Erdoğan az önceki sözlerinin devamında yine "haçlı" ittifakından söz etmeden duramıyor. Bilindiği gibi Avrupa Birliği kuruluşunun 60. yılını kutluyor. 60 yıl önceki Roma Anlaşmasına ithafen yine Roma’da buluştu liderler. Erdoğan konuya şöyle baktı:
"Bunlar dürüst değil. Şimdi Avrupa Birliği üyesi ülkeler, Vatikan'da bir araya geldiler. Bu gelişmeler bir şeyi çağrıştırıyor; hayırdır, Vatikan'da niye bir araya geldiniz, Papa'nın huzurunda niye bir araya geldiniz. Papa ne zamandan beri Avrupa Birliği üyesi oldu? Haçlı ittifakı kendini eninde sonunda gösterdi."
Roma’ya gelen liderler Vatikan’da Papa ile de görüşmüşler. Olay bu. Üstelik Papa Francesco bu görüşmede "AB'nin de bugün kendisini sorgulaması, yaşın kaçınılmaz olarak getirdiği hastalıklarını tedavi etmesi ve yeni yollar bulması gerekiyor" diye konuşmuş.
Düşmansız yapamayan, kalmadığında mutlaka bir düşman yaratan ve gerçeğin yerine kendi gerçekliğini koymak için sürekli konuşan, bağıran, çağıran bir siyasi hareket. Dolayasıyla "hayır" sadece tek adam rejimine bir uyarı olmayacak. Kaybedilmek istenen gerçekliği yerine koymak için de gerekli. Ya da akıl sağlığımızı korumak için.