hdp’de başka bir siyaset mümkün değil mi?

halka dayanan herhangi bir toplumsal dönüşüm seçkinlerle değil, seçilmişlerle ilerler.

hdp’nin önümüzdeki dönem ne yapması gerektiğiyle ilgili canlı ve ilginç bir tartışma sürüyor. bu yazıda bu tartışmayla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. bir partinin rotasıyla ilgili kararları üyelerin seçtiği yetkili kurulların oluşturması gerektiğine olan inancımı tekrar ederek başlayayım.

uzunca bir zamandır akp iktidarıyla ilgili muhalefette "gitti-gidiyor" söylemi var, yani sanki şöyle bir sıkı sallansa düşecekler de, nasıl sallanacağını tartışmalıyız gibi bir hava. bence "gitti-gidiyor" kadar güçlü olmasa bile iktidarın epeyce sallandığı momentler oldu ama geride kaldılar. en sonuncusunun nasıl değerlendirilmediğiyle ilgili ender’in (öndeş) yazısının üzerine söylenecek söz yok.

iktidarın zayıfladığı ve son demlerini yaşadığı, bir propaganda argümanı olarak etkili olabilir ama bizim tek bir mahir hamleye ihtiyacımız olduğu fikrine yol açtığı için pek de olumlu sonuçları olmadığını düşünüyorum. mesela; hdp meclisten ve belediyelerden çekiliyor, meclis meşruiyetini kaybediyor (kimin nezdinde?) bu da akp’nin sonunu getirecek sonuçlara yol açıyor. (nasıl ve neden?) her şeyden önce akp-mhp koalisyonu hakimiyetini meşru araçlarla mı sürdürüyor ki bunun kaybı sorun yaratsın… her gün yeni fezlekelerle milletvekillerinin tehdit edildiği meclis’te ya da her gün yeni birine kayyum atanan belediyelerde yer almamak anlamlı bir tercih olabilir ama bunun son "vuruş" ya da sondan bir önceki hamle olduğunu düşünmek gerçekçi değil. benzer bir şey erken seçim için de söylenebilir. herhangi bir seçimde akp-mhp koalisyonunun oylarının düşük çıkması bir ihtimal, düşük çıkan oyların seçim sonucu olarak açıklanıp açıklanmayacağı kesin değil ama daha önemlisi bunun bir hükümet değişikliğine yol açacağı şüpheli. çünkü bugün muhalefette iktidar adayı bir parti yok. bugün iktidar adayı olacak partinin tek başına hükümet kuracak kadar oy alma, oyuna sahip çıkma gibi birden fazla haslete sahip olması gerekiyor.

toplumsal olayları fiziğin yasalarıyla açıklamak, solun başına tebelleş olan pozitivizmin olumsuz sonuçlarından biri. su ısınınca kaynamaya başlar, aynı şekilde toplumlar da basınç altında muhakkak tepki verir, baskıcı iktidarlar bir gün mutlaka yıkılır vb. benzetmeler belki içimizi rahatlatır ama toplumun hareket tarzının sudan, topraktan, rüzgârdan farklı olduğunu unutmamak gerekiyor. evet, her baskıcı iktidar bir gün son bulur ama bu kendiliğinden, birden bire ortaya çıkan bir kıvılcımla falan olmadığı gibi ne kadar zaman alacağı da belirsizdir ve tarih bize bunun 40 yıla kadar uzayabileceğini hatırlatıyor. 

dolayısıyla bugün uzun ya da orta vadeli bir mücadeleye hazırlanmak daha gerçekçi görünüyor. o süreçte elimizdeki her mevzinin, kırıntı kadar bile olsa her kazanımın yararı olabileceğini de hatırlatayım. burada birkaç nokta öne çıkıyor bence. bunlardan birincisi partinin, insan malzemesini koruması ve yormaması. bugünün siyasi çalışma koşullarına yasal demek ne derece doğru bilmiyorum. evet, açık alanda çalışılıyor ama her çalışma, her faaliyet yasadışı damgası yiyor ve böyle muamele görüyor. bu da gerçek açık ve yasal çalışma koşullarında ihtiyaç duyulmayacak bazı koruma tedbirlerini gerektiriyor.

her partinin, hele de hdp gibi geçmişi zorlu mücadelelerle yüklü bir partinin insan malzemesi çok önemli. bu parti, bir halk hareketi geleneğinden geliyor, gücünü buradan alıyor. bugünün muhalif geleneğinde, çeşitli güç odakları arasındaki ilişkilere "oynamak", o güç odaklarının etkisindeki kitleleri, nabızlarına göre şerbet vererek yanına çekmek (mesela kemalizmin etkisindeki kitlelere yönelik olarak, daha önce kutlanmayan, çeşitli bayram ve özel gün kutlamaları…), parlak bir program ve/veya çarpıcı fikirlerle ya da dikkat çekici bazı eylemlerle belli kesimleri etkileyerek güçlenmeye çalışmak gibi alışkanlıklar var. hdp’nin yaslandığı gelenek biraz farklı; bağımsız bir çizgiyi, tabanın ihtiyaç ve taleplerini de dikkate alarak oluşturdu. halkla iç içe, en fazla birkaç adım önünde oldu. o sırada bile gözü-kulağı ardındaydı. bunun başarılamadığı momentler tartışma konusu edildi, hâlâ da tartışılıyor. o yüzden hdp için, o gelenek çerçevesinde büyük fedakârlıklarda da bulunmuş olan, hem kadrolarını hem tabanını hem de sempatizanlarını kapsayacak biçimde insan malzemesi, en az program kadar önemli. önümüzdeki uzun süreyi göz önüne alarak bu insanları yormamak da korumak kadar gerekli diye düşünüyorum. ama bundan daha önemlisi, bu insanların iradelerinin partinin karar organlarına yansıyacağı mekanizmaları kurmak. çünkü böyle zor dönemlerde insanların katılmadıkları, benimsemedikleri kararları uygulamaları daha güç.

bu açıdan, partinin çok önemli bir kesiminin -özellikle köh dışındaki insanlar göz önüne alındığında- çoğunluğunun iradesini hiçe sayan bileşenler hukukunun sorunlu olduğunu düşünüyorum. yönetim organlarının üyelerin tercihleriyle değil çeşitli algoritmalarla belirlenmesi kabul edilir bir şey değil. ayrıca, özellikle milletvekilliği, parti meclisi üyeliği gibi temsili görevlerde bulunanların, parti çalışmalarından yetişmiş insanlar olması çok daha doğru olur. parti tabanını, parti çalışmasını tanımayan, o muazzam tedrisattan geçmemiş insanlar, her kim olursa olsun, her nasıl bir birikime sahip bulunursa bulunsun o tabanı temsil edemez, etmemeli de. çünkü halka dayanan herhangi bir toplumsal dönüşüm seçkinlerle değil, seçilmişlerle ilerler. solda bir kitle partisi olmak, "dağdaki çoban"ı, tarladaki tarım emekçisini, fabrikadaki işçiyi, mutfaktaki ev kadınını siyasal özneler haline getirmeyi gerektiriyor; hdp’den önceki birçok parti ve siyaset bunu yaptı; sadece kürt partilerinden de söz etmiyorum. tarih boyunca, dünyanın her yerinde o siyasallaşmayı sağlayan en önemli araç yüz yüze görüşmeler oldu. sloganı bulanla pankartı yazanın, taşıyanın hatta görüp gelenin birbirini dinlediği toplantılar. seçmeninden yöneticilerine her hdp’linin, hepimizin, böyle bir siyasallaşma hamlesine ihtiyacımız var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi