'İktidara yaranmazsanız iş kapamıyorsunuz'

Türkiye'de pop müzik eleştirisi ve arşivciliği denildiğinde ilk akla gelen isimlerden Naim Dilmener'le pop müzik ile toplum ilişkisi üzerine konuştuk.

Türkiye'de pop müzik eleştirisi ve arşivciliği dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir Naim Dilmener. Radyo programcılığı ile başlayan müzik alanındaki kariyerini Gazete Pazar ve Radikal İki'de sürdürdükten sonra şimdi Hürriyet'te yazıyor. Aşırı sevgi ile iğneleyici eleştiriler arasındaki geniş yelpazede yazdığı yazılarına birbirinden çok farklı müzik dallarında üretim yapan müzisyenler kayıtsız kalamıyorlar. Naim Dilmener, aynı zamanda 'İmkansız Aşk Hikayeleri', 'Bak Bir Varmış Bir Yokmuş: Hafif Türk Pop Tarihi', 'Hür Doğdum Hür Yaşarım: Ajda Pekkan Kitabı' adlı kitapların yazarı. Naim Dilmener popüler kültürün bir toplumu anlamada ne kadar önemli ve verimli olduğunu bilen bir yazar. Kendisiyle etrafın şirket evraklarından ve muhasebe defterlerinden çok cd koleksiyonları ile dolu olduğu mali müşavirlik ofisinden buluştuk ve kendisine pop müzik ile toplum ilişkisini sorduk:

İshak Karakaş: Naim Dilmener, siz çok popüler bir yazarsınız. Yine de biraz hayat hikâyenizden bahsedin.

Naim Dilmener: Asıl mesleğim mali müşavirlik. Her zaman da arşivciliğe daha doğrusu koleksiyonculuğa meraklı biri oldum. Mardin’de doğdum. Liseyi bitirene kadar orada kaldım.

İshak Karakaş: Neresi Mardin’in? Hangi ilçe?

Naim Dilmener: Merkez. O tarihlerde bile çok şey toplamıştım. İstanbul’a onların bir kısmı geldi, bir kısmı orada kaldı yer yokluğundan. Özetle 90’ların başında özel radyolarda bir patlama oldu birden. Biliyorsunuz.Özel radyolar çığ gibi büyüdü bir baktılar ki ya da bakmışlar ki ellerinin altında çalacakları bir şey yok. O zaman internet yok ya da internet var, bu kadar yaygın değildi, indirme yok. İndirme olsa bile bu kadar değişik, farklı şeyler yüklenmemişti. Daha kimse el vermemişti bu konuda. Sonra bir gün bir yerden Mavi Radyo, Beyoğlu’nda Mavi Radyo... Arşivimin şeyini duymuş, zenginliğini demiyeyim de çeşitliliğini. "Ya sen plaklarını alıp gelip burada bir program yapar mısın haftalık?" dediler.Çok sevindim, "yaparım tabii" dedim. Ondan sonra da yapmaya başladık.

Ahmet Tulgar: O zamana kadar siz sadece biriktiriyordunuz ve kendiniz dinliyordunuz...

Naim Dilmener: Kendim dinliyorum, biriktiriyorum ama bir şekilde arşivim olduğunu bilen biliyor.Dolayısıyla diyelim ki falanca dergiden, gazeteden birisine bir şey lazımsa bir plaktan, bir fotoğraf ya da kimin kaç plağı var... Bununla övünürüm her zaman. Mesela Nebil Özgentürk’ün "Bir Yudum İnsan"ı, mesela Tanju Okan yapacak, Tanju Okan plaklarınızı alabilir miyim? Tabii abi ne demek, gönderiyorum... İşte başka birini yapacak, onun plaklarını alabilir miyiz, alıyor. Bir şekilde görselini kullanıyorlar falan.

Yani gazeteciler, dergiciler yazılı basın, görsel basın çok daha az o zamanlar. Biliyordu, zaten radyoya da böyle birileri söylemiş. Ondan sonra da radyoya bir saatlik bir programa başladım. Onun arkasından iki üç ay sonra bana iki saatlik bir program daha önerdiler. Etti benim haftada üç saat. Haftada üç saat eh biliyorsunuz, ondan sonra daha o zamana kadar hiç tanınmıyorum, 96’da hürriyet bir haftalık gazete çıkaracak. Gazete Pazar. Neyyire Özkan var gazetenin başında... Kültür sanat ekinin de başına Murat Çelikkan geldi. Murat Çelikkan da benim programı dinleyenlerden biriymiş. Neyyire ile konuşmuş ve demişler ki, tamam müzik yazarlarımız olacak ama geçmişe ait birşeyler de yazılsın, hep günümüz değil. Kim yazar, Naim Dilmener yazabilir demiş. Yazar mı yazamaz mı, çünkü eleştiri yazabilmek başka bir şey, arşivci olmak başka bir şey. Beni aradılar, ondan sonra görüşmeye gittim, peki yazı falan nasıl olacak dediler, dedim ki valla ben zaten yazarım. Ben kısa hikâyeler yazardım zaten, dergilerde yayımlanırdı. Bir dolu kısa hikâyem var, ta 80’lerin başından itibaren. Ben zaten yani yazarım. Oo, bunu bilmiyordum, hemen başlıyorsun dediler... Öyle başladım. Sonra Gazete Pazar kapanmadı ama o zaman Hürriyet Milliyet aynı ailenin içindeydi, Doğan Grubu’nun. Milliyet’e haftalık ilave oldu. Orada da birkaç sene sürdürdüm. Murat Çelikkan ile Nehire Özkan ayrılınca oradan ben de oradan ayrıldım. Gazete Pazar devam etti sonra da kapandı. Neyse ama benim ayrıldığımı duyan Tuğrul, Tuğrul Eryılmaz Radikal 2’ye geliyorsun dedi. Tuğrul’u tanıyorum, geliyorum dedim, ben de o zaman şimdiki kadar bu işlerden çok sıkılmış değildim, heyecanlıyım, hemen geliyorum, çok da sevindim, uçtum hatta. Çok, samimiyetime inanın, şimdi birisi çağırsa, bilmiyorum ki falan derim. Gerçekten bunaldım. Şeyden bunaldım yani bir yandan memleket şartları basabilir, ama bir yandan hep aynı şeyleri dinlemekten ve yazmaktan bunaldım. İşte ben Radikal’de yazarken, Gazete Pazar’da yazarken, o zaman 5. Kat’ı (Cihangir'deki Bilsak binasının beşinci katındaki lokal) şey işletiyordu Deniz, Deniz Türkali, Deniz ile beraber Murat işletiyordu. Mavi Radyo’da çalışırken, daha da önce 95-96, gel bizde dj’lik yap dediler 5. Katta. Ve ben 5. Kat’ta dj’liğe başladım. Nasıl yapacağımı bilmiyorum bile. İlk partide şeyden rica etmiştim. Benim Mavi Radyo’dan tonmaisterdan rica ettim, ben seçerim diyordum, o geçişleri meçişleri gel sen yanımda dur, bana öğret, yanlış yaparsam, bilmem ne yaparsam, sesi rezil edersem, araya girersin. İlk birkaç programda, hatta hatta evladım radyonun şeyini götürdüm. Kaptım işi de orada. Oradan Babylon’a geçtim. 12-13 yıl sürdü dj’lik. 3-4 yıl öncesine kadar falan. Böyle, hepsi iç içe sürdü. 2 küsür yıldır da Hürriyet’teyim, Radikal kapandıktan sonra.

İshak Karakaş: Türkçe pop müziğe ne zaman merak saldınız?

Naim Dilmener: ilgi alanım Türkçe pop değil.yazdığım alan daha çok Türkçe pop. Yine de arada boşlukbuldukça kaçıp başka şeyler de yazmaya çalışıyorum. Benim için müzik müziktir. Özellikle World Music (Dünya Müziği). Yunan müziğine hayranım, Arap müziğine hayranım. İbrani müziğine hayranım. İran yine Fars müziğine hayranım. Mesela Guguş’a hayranım. Ki bu aralar memlekete gelecekmiş Guguş. Bir ay falan kalacakmış burada bir şeyler yapacakmış. Şimdi uçuyorum ben. Belki bir tanışma ihtimali olacak onunla da çünkü. Haris Alexiu, Özbek Yıldız Usmanova’ya taparım. Yani bunu daha evvelde söyledim, size de söyleyeyim, ben Türkçe müzikten daha fazla yabancı müzik dinlerim ofiste ve evimde. Türkçe müzik ise çok çok taptıklarımı sıklıkla dinlerim. İşte Selda Bağcan, hep dinlerim. İlkay Akkaya hep dinlerim, istisnasız. Şaşırmayın ama insanlar bazen bana söylerler, iyi tamam sen onları hep dinilyorsun ama biz onlar sadece yürüyüşlerde, eylemlerde dinliyorum diyorlar, Bandista dinliyorum mesela. Bandista dinleyince acayip kendimi güçlü hissediyorum. Acayip yani...

İshak Karakaş: En çok kendini içinde hissettiğiniz müzik hangisi? İran müziği mi, Yunan müziği mi, Arap müziği mi?

Naim Dilmener: Ülkesine bakmadan söyleyeyim muhalif müzik.

İshak Karakaş: "Nerede muhalif varsa ben oradayım" diyorsunuz yani...

Naim Dilmener: İlkay Akkaya’da, Selda’da, Bandista’da, yabancı örneklerin aynısında, fado'da, diğerlerinde, hepsinde muhalefette, hakikaten muhalefette. Öbürlerini çok seviyorum, melodisine bayılıyorum, bilmem nesine tapıyorum, şudur budur ama bani iyi gelen gerçekten iyi gelen muhalif müziktir. İşte Ahmet Kaya vesaire...

Ahmet Tulgar: Dünya müziğini dinliyorsunuz. Türkçe popu diğer toplumların müziklerinden ayırmak isteseniz ne söylersiniz? Naim Dilmener: Basit. Basit. İshak Karakaş: Tek kelimeyle?

Naim Dilmener: Hakikaten basit. Ya bakın arkadaşlar çok küçümseyenimiz vardır, eleştirmen piyasasında da genel olarak müzik piyasasında da, Arap popu. Arap popunun herhangi bir şarkısını al yeter ki sağlam bir kaynaktan dinle yani feci suyunun suyu mp3’lerden değil dinle, bak ne kadar çalışmışlar o şarkının altında. Bak ne kadar çok enstrüman var, sağlam enstrümanlar, canlı enstrümanlar... Bak melodileri ne kadar sağlam, çırpıştırmamışlar.

Ahmet Tulgar: Hele o Fransa’da müzik yapan Cezayirliler... Rai müziği... Mesela Khaled, Rachid Taha...

Naim Dilmener: Onlar apayrı. Onlar zaten onlar ekstra. Ben şeyi bile kastediyorum, Mısır’da, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta falan yapılanları. Irak’tan mesela Ilham al-Madfai, şimdi göreyim adamı, secde ederim, adamın ayaklarına kapanırım. Taparım ayaklarına ciddi söylüyorum. Nasıl müzik yapıyor, nasıl müzik yapıyor, yani küçümsüyoruz, bize geliyor suyunun suyu. Biz basitliğe alıştık. Ben bunun şeyini şurada görüyorum arkadaşlar, çok kafa yorduğumuz bir konudur bilyorsunuz ya ve anca genel bir sonuca ulaştım. Tahmin edebileceğiniz gibi sadece müzik piyasasıyla ilgili bir şey değil. Memleketin içinden geçtiği ş artlarla... Çağla ilgili bu...

Ahmet Tulgar: Ayyy onu sormayın, o soruyu ben soracağım sonra...

Naim Dilmener: Bir basitlik çağından geçmekteyiz, on on beş yıldır. Dolayısıyla sinema ne kadar gümlediyse, edebiyat nasıl gümlediyse, daha sonra konuşuruz nasıl gümlemiş, kim gümlemiş... Hatta hatta resim sanatı filan bilmem ne nasıl gümlediyse müzik de gümledi.

Ahmet Tulgar: Demin Arap müziğini konuşurken aklıma Beyrutlu Maheer geldi. Tam eller havaya tarzı bir lokalde sahneye çıkıyor ama müziği çok kaliteli.

Naim Dilmener : Ama düzenleme zengin, melodiler sağlam. Çok komik bir örnek vereceğim Ahmet, çok çok komik. Bu kulak dediğimiz şey çok tuhaf gerçekten. Bundan kaç yıl önce, bu içinden geçtiğimiz niteliksizlik çağından bile daha evvel. Eliza diye bir, Lübnanlı olabilir ya da Suriyeli. Eliza diye dünyalar güzeli, dünyalar iyisi bir solist, Türkiye’ye de geldi. Bunu bir Türk prodüktör orada ama Arabistan’da şey yaptırdı, Serdar Ortaç’tan, Serdar Ortaç’ın benzeri insanlardan falan şarkılarından Arapça versiyonlar yaptırdı. Yani hep biz yaparız ya cover, onlardan Türkçeleştiririz. Bu sefer onlar Arapçalaştırdı. Çocuklar birileri tavsiye etti bana. Abi sen Serdar Ortaç sevmezsin, bilmem kim sevmezsin, öbür isimler aklımda kalmadı ama Mustafa Sandal vs. oabilir, ama bir dinle bunları dedi. Dinledim. Çocuklar o şarkılar meğer güzelmiş. Ciddi söylüyorum. Serdar Ortaç’ın, Mustafa Sandal’ın bilmem kimin o şarkıları meğer güzelmiş. Ama nasıl güzel bulabiliyorsun. İşte o düzenlemelerle, enstrümanlarla, o zenginlikte ve kendini vererek söylemeleriyle...

İshak Karakaş: Üslup tabii...

Naim Dilmener: Demek istediğim niyet önemli. Bizde artık bu bile geçti, çok daha kötüyüz. Adam diyor ki niye çok çalışayım, niye çok para harcayayım ki diyor yapan adam. Söyleyen adam, insan, kimse... Zaten diyor ne yaparsak yapalım bunu dinleyecekler diyor. Olabilecek en az parayı harcayayım, en az yatırımı yapayım, en kısa zamanda yapayım, vereyim piyasaya zaten dinleyecekler. Ben mümkün olduğu kadar kısa zaman içinde paramı amorte edeyim. Cebimi doldurayım. Anlatabildim mi, böyle yapıyorlar.

İshak Karakaş: Peki popüler müzik sizce Türkiye toplumunu nasıl anlatabilir? Bir örnek verebilir misiniz?

Naim Dilmener: Popüler müzik bir toplumu nasıl anlatır. Anlatmakla kalmaz aynasıdır. Ben bu görüşü şeyden kaptım. Zaten belki de eleştiriye girdikten sonra falan da bu şeyi hiç unutmadım. Murat Belge’den. Murat Belge 80’lerin ikinci yarısında kısmen Cumhuriyet’te, kısmen de Yeni Gündem’di galiba...

Ahmet Tulgar : Yeni Gündem’de ve çarşamba günleri Cumhuriyet'te.

Naim Dilmener: Orada popüler kültürün örneklerinden ki bunların bir numaralı örneği, şeydi herkesi sarsan, o eleştiriydi, 'Kahır Mektubu'.

Ahmet Tulgar'ın: Zeki Müren’in parçası üzerine yazdığı yazısı Murat Belge'nin. "İlk Arabesk Oratoryo" demişti... Müthiş bir yazıdır. "Tarihten Güncelliğe" kitabında da yayımladı onu.

Naim Dilmener: Bir popüler kültür ürününe, bir arabesk şarkıya, Yeşilçam filmine, o gözle bakılabileceğini doğrusunu söylemek gerekirse o güne kadar düşünmemiştim. Ama o zaman da zaten ben taş çatlasın yirmi yedi, yirmi sekiz yaşında filanım.

Ahmet Tulgar: Ben bir şey söylemek istiyorum. Bunun burada kayda geçmesini istiyorum. 12 Eylül döneminde bütün kanallar tıkandığında, kültür alanında sadece muhalefet yapıldığında Murat Belge’nin neler, ne kadar önemli işler yaptığının bilinmesini istiyorum. Çünkü biraz burun kıvıranlar oluyor şimdi. Mesela Günaydın Gazetesi’nin ekinde bir bant yayımlıyordu. Resimler Kara Murat, Tarkan bantlarının üslubuyla çiziliyordu, Abdullah Turan çiziyor, metinlerde de Murat Belge arabeskin tarihi üzerinden sol bir perspektifle Türkiye sosyolojisini anlatıyordu.

Naim Dilmener: Bence burun kıvırmak değil, şaşırttı onları. Sadece şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Kimse burun kıvırmıyor, hayır. Benim için her zaman hocaların hocasıdır. Ciddi söylüyorum. Politik olarak şimdi durmaması gereken bir yerde duruyor.

A.T: O eleştirenler bence yazılarını okumuyorlar. Hiç de kötü bir yerde durmuyor Murat Belge.

Naim Dilmener: Tabii bugüne kadar yaptıklarını düşünürsek baskın çıkar, artı çıkar yani. Özetle onlardan öğrendiğim şeyle devam ettim. Eleştirilerimi de hep bu şeyle yazdım. Elbette ki popüler müzik değil sadece, popüler kültür toplumun aynasıdır. Nasıl aynasıdır? Popüler kültürün kendisi zaten gözlemleyerek toplumda gördüklerini taşır içine. Malzeme olarak. Bir. İkincisi bu ters de hareket eder. Popüler müzik malzemesinin içinde gördüklerini, popüler kültür içinden çekerek alır. Mesela Yılmaz Güney’in nasıl giyindiğine, nasıl hareket ettiğine bakar onun gibi hareket etmeye kalkar. Çok net biliyorum, bu tam sizin sorduğunuz şeye örnek olur. Yılmaz Güney’in bir filmini seyrettikten sonra Mardin’de, Yılmaz Güney şöyle durmuştu filmde (iki elini yarıya kadar kemerinden içeriye sokuyor) epey bir zaman, elleri şurada, bugüne kadar böyle bir hareket görmüşlüğümüz yok bizim. Çok modaydı, hatırladınız mı? Çıktık filmden, bir baktım ki Mardin’in yarısı erkeklerinin böyle yürüyoruz. Eller burada. Mesela diyelim ki amcanın biri filmi görmemişse, bu ne diyor, bilmiyor musun, Yılmaz Güney böyle yürüyor, mesela. Bu en basiti. Gündelik hayata saniyesinde daha... Film bitti, son yazdı, çıktık, geçti. Bir sürü başka şey. Niye 80’de Ajda Pekkan "Petrol" klibinde o küpeleri taktıktan sonra Kapalı Çarşı, aşağı yukarı 6 ay, 7 ay boyu o küpeleri üretmeye yetişemedi. Bütün kadınlar hücum etti Kapalı Çarşı’ya. O zaman altın piyasası, AVM’ler filan yok, daha Kapalı Çarşı ile sınırlı. Oraya hücum ettiler, Ajda Pekkan petrol küpelerinden istiyorum... Sattılar. Yüz binler sattılar. Sadece Ajda Pekkan değil. Türkan Şoray bunu yaptı, kadınlar onun gibi giyinir. Ayhan Işık bunu yaptı, erkekler onun gibi hareket eder. Birisi fötr şapka taktı, birisi kovboy coni şapkası taktı... Yani gündelik hayata çokça sirayet edebiliyorlar. Popüler kültürden topluma, tersi de doğru, toplumdan da popüler kültüre. Yeşilçam senaristleri toplumda gördükleri sloganları tekrar ederler ama tersini de yaparlar. Kendileri slogan bulurlar, o slogan topluma geçer.

Ahmet Tulgar: Demin açtığımız o mevzu, içinden geçtiğimiz bu dönem, son dönem, popüler müziği ne yönde etkiledi? Genel olarak kültürü de, en belli başlı?

Naim Dilmener: Negatif. Bariz. Bu dönemin son on, on beş yılı herhangi bir kültürel alanı, siyasi alanları bilmem, benim şeyim değil, mevzum değil, üstüne de konuşamamam, edemem ama kültürel alanın hiçbirini iyi ya da pozitif etkilememiştir. Hepsini negatif etkilemiştir. Hepsini. Diyeceksiniz ki neden? Popüler kültürde genel olarak yüksek kültür gibi değişmek, yükselmek, farklılaşmak, güçlenmek için özgürlük, ve bağımsızlık gerektirir. Kendi gölgenden korkmamanı gerektirir. Kendi gölgenden korkuyorsan, popçusu için de söylüyorum, sinemacısı için de söylüyorum, tiyatrocusu, edebiyatçısı, kendi gölgenden korkuyorsan, o yaptığın bir şeye benzemez. Kendi gölgenden korkmuyorsan yaptıkların bir şeye benzer. Bu nedenle bu kadar zor ve ağır şartlar içinde bile Türkçe caz ya da Türkiye’nin caz sanatçıları hala gümbür gümbür albümler yapıyorlar, sağlam. İyi rockçılar, alternatif rockçılar, muhalif rockçılar ya da aydınlık bir yarından, aydınlık bir toplumdan yana rockçılar hala çok sıkı albümler yapıyorlar. Ama bunlar azınlıkta... Biz genel manzarayı konuşuyoruz. Genel manzarada hiçbir şey iyiye gitmiyor, gidemez de.

İshak Karakaş: Siyasetçiler popüler kültür figürlerini nasıl kullanıyor?

Naim Dilmener: Normalde AKP ve benzeri partilerin bunları bence çok daha fazla kullanması gerekirdi ama dünyada örnekleri böyle. Hristiyan Demokratların, Amerika’daki işte hem Cumhuriyetçi hem Demokratların, işte dönemine ve partisine göre değişiyor, Madonnası’ndan bilmem kimine kadar kullanma biçimleri çok daha yaygın. Ben AKP’nin bu kadar yaygın olarak kullandığına tanık olmadım. Çünkü ciddiye almıyorlar. En yaygın kullanma biçimi bu. Bu seçimlerde Dombra oldu. Uğur Işılak. Bir de şey oldu işte, Mustafa Ceceli oldu. İşte saraya kabul ediliyor...

Ahmet Tulgar: Onu da aforoz ettiler, boykot ediyorlar...

Naim Dilmener: Biliyorum, bu şeyden dolayı, eşinden ayrılma ve başkasıyla yaşaması... O da en eleştirilemeyecek tarafı çocuğun. Milyon kere eleştirdim ben Ceceli’yi ama bu konuda niye eleştiriyorsun ki ne yapsın. Yani sevmediği biriyle mi yaşasın?

İshak Karakaş: AKM projesinin tanıtımına katılan Fatih Ürek, Sevim Emre, vs’ye ne diyorsunuz?

Naim Dilmener: İktidara yaranmazsanız biliyorsunuz iş kapamıyorsunuz. Belediyeler sizi konsere çağırmıyor, kimse size iş vermiyor ve hakikaten çok kesat. Müzisyenlerin büyük bir bölümü aç. Çok ciddi bir şey bu. Çünkü stüdyolar o kadar dolu değil, o kadar albüm yapılmıyor, konser sayıları o kadar fazla değil. Çok komik, şaşırtıcı gelecek size ama müzisyenlerin bir kısmı taksiye çıkıyor. Taksicilik yapıyor. Paraları yok. Geçinemiyorlar. Başka bir çare yok ki arkadaşlar, iş yok. Nerden geldim buraya? Bir kısmı ise daha muhalif gibi davrandığı için dışta tutulmuş, işte Gezi’de muhalif olmuş ya da başka sebeplerden muhalif olmuş birileri iş kapandığı için bir fırsat olsun da biz de tekrar gidip saygıları sunmanın şeyini bekliyorlar, imkanını bekliyorlar. Ve de bir fırsat buldu mu da koşuyor. Bence şey bu böyle bir durum işte.

İshak Karakaş: Peki bu Türkiye halklarındaki biat etme alışkanlığı nedir?

Naim Dilmener: Vallahi ben İshak, bütün bu tür şeyleri, bu hafif yani basit ya da daha ağır bütün şeyleri işte buradan ta şeylere kadar, başlara kadar tek sebebi olarak parayı görüyorum. Ama sen bir cebini doldurmak istiyorsundur ama sen bütün ceplerini, artı banka hesaplarını doldurmak istiyorsun, ayrı konu. Ama para işidir bu. Dedektif kitaplarında yazdığı gibi parayı takip et, cinayeti çözersin. Öyle denir ya. Parayı takip et. Para işidir. Biat kültürü ya da Hristiyanlıkta rahiplerin şey üzerindeki etkisi vs. Tek din, o din bu din diye ayırmamak da gerekir. Bana sorarsanız eğer bütün dinlerin doğuş nedeni halkı zapturapt altına almak ve onları istediği gibi yönlendirip parasını pulunu çevirtmektir. Bunu Müslümanlık ya da Hristiyanlık ya da Yahudilik için söylemiyorum. Çok tanrılı dinler için bile söyleyebiliyorum bunu. İşte 15 bin, 17 bin, 18 bin yıl önce, Göbeklitepe zamanlarından beri, din toplumu baskılamak için iyi bir sebeptir. Dolaylısıyla biat filan bu böyle dillendiriyoruz ama şeyin şeyle bağını hemen kurmamız lazım. Para işidir bu, para işi.

Ahmet Tulgar: Türk pop müziğinin yanı sıra bir de Kürt pop müziğinden bahsedebilir miyiz? Protest müziği kastetmiyorum. Arada bir fark saptıyor musunuz, Kürt veya Türk popu arasında?

Naim Dilmener: Evet var. Nitelikli. Kürt popu daha nitelikli. Şöyle bir şey var. Daha bu açılımlar filan yokken, Kürtçe yasakken hatta yani Diyarbakır’a gidip işte Civan Haco kasetlerini Melik Ahmet’ten elaltı tezgahlarından aldığımız zamanlar, sonra da elli tane şeye sararak ya da kapaklarını yırtıp kaseti alarak filan, o zamanlardan bahsediyorum. Amerika’ya sık gider giderdim, uzun da kalırdık. Orada kaldığım evde kayınbiraderimin evinde, şey bütün dünya tv kanallarını seyredebileceğim bir şey platformu, dijital platform... Tabii ben burada seyredemediğim için Türkiye’de yasak ve gizli olduğu için, Kürt kanallarını özellikle seyrediyordum. İşte Hollanda üzerinde yayın yapanlar var, Lizbon üzerinden yayın, bu tuhaf yani. Bir uyandım ki Ahmet, ulan dedim sen Türkiye’ye yasak masak Diyarbakırlardan bilmem işte şurda Vezneciler’in oradan sen şey kasetleri korsan kaset alıyorsun, kendi gelip şeyleri dinliyorsun, Ciwan Haco, Mehmet Atlı, Koma Denge Azadi, Koma Denge Azadi demişken mesela, Koma Denge Azadi’nin yaptığı fedye albümü mesela bana göre gelmiş geçmiş bu memlekette, bu topraraklarda Türkçe Kürtçe farketmez, yapılmış en iyi on albümden biridir. O albümün mesela, demin ilk sorduğunuzda keşke alsaydım. O albümü dinlemediğim hafta yok mesela. Dera Sorê’yi, Dıkım Herim Eskeriyê, dinlemediğim gün hakikaten yok. Sen neler dinliyorsun dedin. Çünkü sen en iyi dinliyormuşsun. Meğer ne çok dedim Kürt Ümit Besen varmış. Çok var. Sonra geldim, o zaman ne ajanstı ya, Fırat Ajans var mıydı, Fırat Ajans, böyle aradı, bir röportaj yapacağız abi dediler. Zannediyorum şeyin albümü çıkmıştı, onunla ilgili yazmıştım, Haco’nun son albümü çıkmıştı falan. Onlara da anlattım, dedim ki kardeşim sizin müziğinizde de her şey çok iyi değilmiş, sizde de amma çok Ümit Besen varmış, onlar da onu başlığa çıkardılar. Yani aslında Türkçe iyidir, Kürtçe iyidir, fakat şurada kötü vardır, burada kötü vardır dememek gerekiyor. Bütün dillerde yapılan müzikte, bütün ülkelerde yapılan müziklerde iyi de var kötü de var. Ama şeye gelirsek yine, Türkçe popa göre Kürtçe pop, Kürtçe poptan daha az niteliksiz iş çıkıyor. Ben sebebini şuna bağlıyorum, onlarda da bizdeki kadar geniş olsa, onlar da bizim durumumuzda olurlar. Ama şöyle bir şey var şimdi Kürtçe popta. O kadar az destek bulabiliyorlar ki. Yani albümü yapacak, stüdyoya gidecek parayı pulu o kadar zor buluyorlar ki, herkes değil, canını dişine takıp arayan buluyor. Bulduğu zaman da iki dakikada girip Serdar Ortaç gibi bir şey yapayım demiyor iyi bir şey yapayım diyor. O para değsin diyor. Değsin ki bir daha gidip aynı kapıyı çaldığında tekrar para alsın. Ulan sana para verdim, gittin Serdar Ortaç Kürtçe yaptın, bu ne demek demesin. Bu yüzden daha çok üstünde duruyorlar. Anlatabildim mi?

İshak Karakaş: Gerek Türkçe gerek Kürtçe pop müzik yapanlar, toplumsal sorumluluklarını yeteri kadar yerine getiriyorlar mı?

Naim Dilmener: Şimdi, işin doğrusunu söyleyelim önce. Sadece son on yıla bakarak söylemeyelim. İşi popüler kültürel olan insanlardan, toplumsal sorunlara duyarlı olmalarını bekleyemeyiz, aslında böyle bir hakkımız yok. Bu genel bir mantık. Genel bir mantık. Hakikaten hakkımız yoktur. Bunların arasında bir de bunu da yapıyorsa o zaman ona ekstra taparız. O da ayrı. Sadece sevmeyiz, taparız.

Ama son on yıla baktığımızda o kadar tuhaf gelişmeler oluyor ki, o kadar berbat bir durumdayız ki insan olarak toplum olarak vs, ki fazla ileri gitti diyeceksiniz ama ben size söyleyeyim mi, kendi fikrim bu, herhangi bir biçimde herhangi bir toplumsal özelliğimiz kalmadığını düşünüyorum. Bir toplumu toplum yapan özelliklerimizi kaybettik diye düşünüyorum. Bu nedenle işte böyle bir çağda evet ben popçudan da arabeskçiden de şey yapmasısın bekliyorum, toplumsal duyarlılık göstermesini, hatta mümkünse işin muhalif tarafında durmasını ve şarkılarında röportajlarında, televizyonda olup bitenleri eleştirmesini beklerim. Fakat böyle bir şey ne yazık ki yok. Ya da çok az var. Çekiniyorlar, ürküyorlar, işsiz kalmaktan korkuyorlar vs. Bu sebeple böyle bir atmosfer varken memlekette bu dediğinizi büyük bir kısmı yapamıyor. Bir kısmı zaten umurunda olmadığı için yapamıyor, bir kısmı ise yapmak istese de korktuğu için yapmıyor.

İshak Karakaş: Pop müzik ile barış mücadelesi arasında bir ilişki kur desek, nasıl kurarsınız?

Naim Dilmener: Pop müzikle barış mücadelesi arasında... Barış şarkıları, barış türküleri söyleyerek belki de pop piyasasını bu konuda hareketlendirerek, işte "beni terkettin Allah belanı versin", "İnşallah sen de geberirsin" filan gibi şeyler yazılacak, mainstream popu kastediyorum, Serdar Ortaç ve şey dahil, Sinan Akçıl ve Mustafa Ceceli dahil, çünkü kitlelere üzerinde çok büyü etkileri var. Sen ben sevmiyor olabiliriz onları.

Ahmet Tulgar: Amerika’da müthiş bir protest damarla Vietnam Savaşı’nın bitirilmesine katkıda bulundu pop müzisyenleri.

Naim Dilmener: Sinema da... Belki o insanları özellikle bu yöne doğru kanalize ederek, mesela şeyde bunu Şanar Yurdatapan çok iyi yapmıştı. 74’te Kıbrıs Barış Harekatı’nda, kimse o aralar tabii milliyetçi duygular bugünkünden çok daha sert ve kunttu. Kimse yekten ya da açıktan itiraz etmek istemiyordu. Niye Kıbrıs’a girdik mesela, Kıbrıs’ta ne işimiz var, savaşa gidiyorsun, bu savaşa niçin barış harekatı diyorsun mesela... Açıktan olmasa da Şanar Yurdatapan, Atilla Özdemiroğlu ile beraber içinde olduğu Şat(?) yapımın, Şat yapım müzikte bayağı belirleyici bir yapım firmasıydı, şeyi örgütlemeye çalıştı, barış şarkıları, türküleri çıktı,bir dolu şey... ha o şarkılar daha sonra yine milliyetçi duygular kabarsın diye dinlendi ayrı....böyle bir şey. Müzik başka ne yapabilir. Ya da işte Bononun, ön ayak olduğu gibi, Madonna’ın filan içinde olduğu barış konserleri. Evet bunlar toplumsal bilinci, bu konuda, barış talep etme konusunda yükseltebilelecek şeyler. Ama öte yandan, belki bir son söz niyetine de bunu söyleyeyim, bunu konuşuruz, müzik, belki sinema, fakat arkadaşlar bu alanlardan da onların boyunun ölüçüsünü aşan şeyler de beklememeliyiz. Müzik bir devrim yapamaz. Müzik bir toplumu komple tek başına değiştiremez. Sinema da yapamaz. Edebiyat da yapamaz. Toplumsal bilinci uyandırabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi