İnsanlık hafriyat kamyonlarının altında

İnşaata dayalı kalkınma modelinin bir yanında nasıl şantiyeler, güvensiz çalışma şartları ve iş cinayetleri varsa, diğer yüzünde de hafriyat kamyonları var.

Memleketinde mevcut krizleri, eksikleri, doğru gitmeyen işleri daha fazla zarara yol açmadan düzeltmek, rehabilite etmek yerine yeni yeni krizler yaratan ülke az bulunur, Türkiye bir sıralama yapılsa en başa oynar. Son yıllarda çığırından çıkmış şekilde süregelen inşaat, mega projeler ve kentsel dönüşüme dayalı kalkınma faaliyetleri, krizini de beraberinde getirdi. Üstelik tamamen yerli ve milli, hafriyat kamyonu şiddeti... 

Medyaya yansıyan haberlerden edinilen bilgilere göre, 2016 yılında sadece İstanbul'da 20 hafriyat kamyonu cinayeti işlenmiş. 2017 yılında ise yine sadece İstanbul'da ölüm sayısı 11. Uzun süredir göz yumulan hafriyat kamyonu terörüyle insanlar hayatını kaybederken, pek çok insan yaralandı, sakat kaldı. Kayıt altına alınmamış/alınamamış olanlarla birlikte gerçek ölümlerin çok daha fazla olduğunu, hatta İstanbul dışındaki kentler de eklendiğinde vahametin büyüklüğünü tahmin etmek zor değil. 

Bu cinayetleri mevcut trafik kazalarıyla aynı biçimde değerlendirmek her şeyden önce meselenin arka planında yatan gerçekliği de göz ardı etmeyi beraberinde getirir ki, bu da bizi çok yanlış bir yere götürür. Nasıl iş cinayetleri için "kaza değil cinayet" diyorsak, bunlar aynen öyle "trafik kazası değil cinayet"...

Aslında yaşadığımız tüm bu olup bitenlerin hepsi politiktir, elbette hafriyat kamyonlarının üzerimize saçtığı şiddet de politiktir, çünkü ulaşım zaten başlı başına politik bir meseledir. Şimdi gelelim hafriyat kamyonu ekonomi politiğine...

Dünyada mevcudiyetini ve istikbalini hafriyat kamyonu üzerine kuracak kadar akıl ve izandan yoksun bir devlet daha bulamazsınız. İstanbul'un fethi törenlerinde 3. Havalimanı inşaatı şantiyesinde çalışan 1453 hafriyat kamyonuyla yapılan "en uzun kamyon geçidi" Guinness rekor denemesinin gözümüze sokulması daha hafızalarda çok taze. İstanbul'un fethedilmesi bundan daha iyi, bundan daha net anlatılamazdı. 

Geçenlerde bir haberde övgüyle bahsediliyordu: Yeni havalimanında 2 bin 200 kamyon, 252 ekskavatör, 60 kule vinç, 57 greyder, 124 silindir, 101 dozer, 60 eklemli kamyon, 57 tekerlekli yükleyici, 23 mobil vinç, 70 beton mikseri ve 18 beton pompası olmak üzere toplam 3 bin 22 araçtan oluşan makine parkı geceli gündüzlü çalışıyormuş.

Önce doğa düşmanı olan, sonra insan canına kasteden bu kamyonlarla şov yapılmasında parmağı olanların utanmasını beklemiyoruz elbette. Ancak, genel tabloya baktığımızda, ülkedeki demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle inşaat, beton, mega projeler arasındaki ilişkiyi en iyi bu kamyonlar gösterdi bize. 

Simgeleştirdiği değeri hafriyat kamyonu olan bir ülke, kendi milletine, memleketine ne verebilir, dünyaya katkısı ne olabilir? Bize beton çölünden, doğa katliamından, insanların canına kastetmekten başka ne vaat ediyor? Can alıyor bu kamyonlar.

İnşaata dayalı kalkınma modelinin bir yanında nasıl şantiyeler, güvensiz çalışma şartları ve iş cinayetleri varsa, diğer yüzünde de hafriyat kamyonları var. 

Üstelik epey kirli ilişkiler ağının da içindeler. İstanbul'da pek çok insanı ezerek ölümüne neden olan hafriyat kamyonlarına rüşvet karşılığı göz yumduğu belirlenen 60 trafik polisi ve rüşvet verdiği belirtilen 42 hafriyat şirketi bağlantılı kişi gözaltına alındı. İstanbul'u yağmalayan inşaatçılara çalışan binlerce beton ve hafriyat kamyonu, hız sınırını aşma, şerit ihlali, fazla yük taşıma ve brandasız yola çıkma gibi pek çok trafik suçu işliyor.

Bunlar yaşanırken birileri de çıkıyor, kaba saba TV dizilerinde bu kanlı rüşvet çarkına arka çıkıyor, payanda oluyor. CHP Milletvekili Yıldız Biçer "30 insanın katili hafriyat kamyonlarına kurulan bu güzellemeler için ailelere bir özrünüz olacak mı, empati yaptınız mı" diye sormuş. Ülkenin yeni normali ahlaksızlık, cehalet ve vasatın tahakkümü üzerine kurulu. Bu ülkede rezil olmak ne mümkün!

Peki bu kamyonların ne acelesi var diye baktığımızda da yine karşımıza beton ekonomisi çıkıyor. Çünkü, bu projeler için "zamanla yarışılıyor", hızla bitirilmeleri gereken projelere çalışan taşeronlara hızları karşılığında prim veriliyor. Ne kadar hız, o kadar prim. Burada suç kamyon şoförlerinde olduğu kadar onları azmettiren patronlarda da var. 

Hazır Beton Birliği'nin raporunda durum özetle izah edilmiş: Betonun, iki saat içerisinde tüketilmesi gereken bir ürün olması sebebi ile oldukça yerel bir pazarının mevcut olduğunun altı çizilirken, bu yerel pazarda bile birçok üreticinin birbiri ile rekabet halinde olduğuna dikkat çekiliyor. Beton sektörüne girişlerin oldukça kolay olduğuna vurgu yapılıyor.

Birtakım inşaatçılar kısa sürede çok para kazanacak diye bütün ülkenin geleceği tehdit ediliyor, insanların güvenliği hiçe sayılıyor. Kamyonların hız için ormanlık alanlara, deniz kenarlarına döktüğü hafriyatın yarattığı çevre kirliliğinden bahsetmiyorum bile...

Bu kamyonların adalet yürüyüşü esnasında yürüyüş güzergahında yolları kapatması hatta yollara gübre dökmesini de unutmadık. Ekonomisi ve siyaseti bu kamyonlara teslim edilmiş bir ülkenin adalete ihtiyacı olur mu? Yakında ambulanstan önce bu kamyonlara geçiş üstünlüğü de versinler olsun bitsin... 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi