Murat Aksoy
İstanbul’a ‘küçük Türkiye’ gibi davranmak
Kartal’da çöken 8 katlı binanın sorumlusu kim? İlçe belediyesi mi, büyükşehir belediyesi mi, yoksa kaçak katları olmasına rağmen binayı imar barışı kapsamına dahil eden merkezi idare mi?
Belli ki, ortada birbirini tamamlayan bir sorumluluk var. Üstelik bu sorumluluğu kimse üzerine de almıyor.
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler aslında bu tür afetlerin bir daha olmaması konusunda vatandaşın uyarıcı etkisini oyuyla gösterebileceği bir fırsat. Bakalım kullanılabilecek mi?
ANKARA DEĞİL İSTANBUL
Adaylığının açıklandığı gün, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu, "İstanbul, İstanbul’dan yönetilmeli" dedi ve ekledi "İstanbul’u İstanbul’dan yönetmeye adayım". Bu söylemin diğer okuması; "İstanbul’un İstanbul’dan değil, Ankara’dan yönetildiğidir."
Pratikte bakıldığında bu okuma, çok haksız da sayılmaz. Nitekim, iktidarın yerel yönetimleri, merkezi idarenin küçük prototipine dönüştürdüğü ölçüde, özel olarak da İstanbul küçük Türkiye gibi yönetilmektedir.
Buna ek olarak şunu da hatırlatalım; siyasi iktidar açıkladığı yerel yönetim belgesiyle adeta kendi kendine muhalefet etmeyi seçmiş ve bunu ileri bir adım olarak sunmuştur.
Ekrem İmamoğlu haklıdır. İstanbul, Ankara’dan değil İstanbul’dan ve İstanbulluların karar süreçlerine katılımıyla, onların kararlarıyla yönetilmelidir.
YEREL SORUNLAR YERELDE ÇÖZÜLÜR
Yerel yönetimin temeli, karar süreçlerinin yerelleşmesi ve sorunların, sorunun muhataplarının doğrudan katılımları ile çözülmesine dayanır. Yani bu anlayışta esas olan birey ve toplumdur.
Ancak Türkiye’de devlet-toplum ilişkisi yerellikten değil merkeziyetçilik üzerine inşa edilmiştir. Bu durum, yeni yönetim sistemi ile daha da merkezi hale gelmiştir. Bu anlayış, devleti ve devletçiliği merkeze alan bireyi dışlayan, ona güvenmeyen otoriter zihniyetin bir ürünüdür.
Bu zihniyet, yerelde katılımın önünü kestiği ölçüde, demokrasinin temel işlevini de ortadan kaldırmakta ve demokratik katılımı kendi yönetim anlayışına karşı tehlike olarak görmektedir.
Türkiye yerel yönetim deneyiminin var olduğu ama güçlü olmadığı bir ülke.
Pek çok yerde yerel yönetimler, merkezi idarenin küçük prototipi olmaktan öteye gidemiyor. Bunu yerel yönetim uygulamalarından görüyoruz. Bu haliyle yerel yönetimler, yerel sorunların çözülmesinden çok merkezi idarenin temsilcisi olmayı önceliyorlar.
Yerel yönetimin, merkezi idarenin küçük prototipine dönüşmesi, yerel sorunların yerelde değil merkezden alınacak kararlarla çözülmesi beklenti ve pratiğini oluşturuyor.
Çözümün merkeze havale edildiği bir demokrasi deneyimi, yerel yönetimleri işlevsiz kıldığı ölçüde merkezi idarenin birer ideolojik aygıtına dönüşmesidir.
YEREL DEMOKRASİ İÇİN İLKELER
Oysa güçlü yerel yönetim, katılımcı demokrasinin bir örneğidir. Bu deneyim birbirini tamamlayan ilkeleri ima eder. Bu ilkeler, ne kadar çok olursa demokratik işleyiş o kadar güçlü olur.
Bunlar;
Karar süreçlerinin ölçeğe bağlanması; Alınacak kararlarının niteliğine göre, katılımda dar ya da geniş ölçek uygulanması. Yani sorundan etkilenenlerin çözüm süreçlerine doğrudan katılabilmesinin sağlanması.
Karar süreçlerinin arttırılması; Yerelde konuşulan, tartışılan tüm sorun ve konularda mümkün olduğu ölçüde yeni karar süreçlerinin oluşturulması.
Katılımın arttırılması; Çoğaltılan karar süreçlerine katılımın arttırılması. Bunun için de; A) katılımın önündeki bürokratik formalite ve engeller kaldırılmalı, B) katılımı arttıracak teknolojik altyapı kurulmalı. Yani karar süreçlerine katılmak isteyen herkesi alınan kararların paydaşı yapmak.
Şeffaflık; Karar süreçleri gibi alınan kararlar da açık, ulaşılabilir, şeffaf olmalı ve her türlü gizlilik ortadan kaldırılmalıdır.
Yeniden yapılanma; Bu şekilde işleyecek yönetsel yapılanma aşağıdan yukarıya yani tabandan tavana doğru yeni düzenlenmelidir.
Denetim mekanizmaları oluşturulabilmeli; Alınan kararların, uygulamalarının denetlenebilmesi ve gerekli değişikliklerin (geri çağırma, seçim yenileme vs.) yapılabilmesinin yolu daima açık tutulmalıdır.
Bu temel ilkelere dayanan yeni yapılanma ve düzenlemeler, niceliksel olmaktan ziyade niteliksel bir anlam ve zihinsel bir dönüşüm ima etmektedir. Bu otoriter zihniyetten demokrat zihniyete dönüştür.
Bu ilkelerle yerel sorun ve taleplerin kamusal alana yansıması ve burada katılımcı bir süreçle çözülmesi daha kolay hale gelmektedir.
Elbette bütün bu süreç sadece yerel yönetimlerin inisiyatifinde değil, katılımcılık temelinde sorun sahipleri başta olmak üzere konunun tarafı olan sivillerin ve kurumların katılımı ile ortak bir akılla çözülmesi anlamına gelir. Bu şekilde toplumun sadece katılımı değil, aynı zamanda süreçleri denetim yolları da açılmış olmaktadır.
İKİ ADAY, İKİ YAKLAŞIM
Gelişmiş demokratik ülkelerde yerel yönetimler, merkezi idareye karşı güçlü iken, Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkileri azaltılarak, yetkiler merkezde toplanmaktadır.
Burada bütün tartışma güçlü yerel yönetim mi, güçlü merkeziyetçilik mi üzerinedir.
Bu açıdan Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım karşılaştırması iyi bir örnektir.
İstanbul’da yerel bir ilçe belediye başkanı olan Ekrem İmamoğlu’nun karşısına siyasi iktidarın eski Başbakan, ‘eski’ TBMM Başkanı gibi merkezi idarenin güçlü bir ismini koyması iddia edilenin aksine siyasi vizyon değil, yönetim anlayışının ve topluma bakışın bir yansımasıdır.
İmamoğlu’nun "İstanbul, İstanbul’dan yönetilmelidir" çağrısı, bu açıdan değerli ve anlamlıdır.