Ayşe Çavdar
İtibar, tasarruf ve negatif miras
"İtibardan tasarruf olmaz." Bu lafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan 2014 yılında, Beştepe’ye yaptırdığı heyula misali sarayı savunurken duymuştuk. Bağlamı da şöyleydi: "İstanbul’a gelen turist nereye gidiyor? Topkapı, Sultanahmet. Cumhuriyet döneminden bir şey gösterebiliyor muyuz? Yok. Bizim de neslimize bu yapıları bırakmamız lazım." Kulağa tuhaf geliyor ama, gösterdiği emsallere bakılırsa, Erdoğan sanki yüzlerce yıl sonrasının turizmine katkıda bulunmak için yaptırdığını söylüyor "ak" sarayı. Bu binayı, geleceğe kendi mirası ve izi olarak bırakmak istediği şey olarak sunuyor. "İsraf haramdır" kaidesinde bir istisna oluşturma cür’etinin esbabını böyle arz ediyor.
Birazdan söz edeceğim tasarrufun, savurganlık anlamındaki israfın karşıtı olan tasarrufla ilk bakışta görünmeyen ama hayli doğrudan ve hassas bir ilişkisi var. Tasarruf sözcüğü siyaset bağlamında irade ve idare üzerinden, itibar ve meşruiyet kavramlarına bağlanıyor. Gündelik hayatta itibarla savurganlık arasında içgüdüsel olarak izini sürdüğümüz paradoksal ilişki, siyaset bağlamında kamusal "günahlar" üzerinden güçle meşruiyet arasında da vücut buluyor. Mesele büyük ölçüde siyasetin, nefsinden emin olanı imanından eden fıtratı ile ilgili. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ihvanı nicedir, Tayyip Erdoğan’ı ve onunla birlikte kendilerini idarenin merkezine taşıyan yolu, üzerine asfalt yollar döşeyerek yok ediyorlar. Muhtemelen kendilerinden başka kimse o yolda yürümesin diye yapıyorlar bunu. Unuttukları şey, yolculuğun yolla değil halle ilgili olduğu. Vardıkları menzilde, yani mülkün iktidarında büründükleri hal o yolu çoktan geçersiz kıldı. Lakin hem yola hem menzile yönelik bu yok ediş öyle bir raddeye vardı ki, bütün o yolculuk, büyük bir kararlılıkla planlanmış, yavaş başlayan ama giderek hızlanan bir ihtiharı andırıyor. Bu zümrenin evlatlarına ve geleceğe alabildiğine büyük bir miras bırakmak için teşebbüs ettiği her tasarruf o mirası şüpheli, nizalı ve arızalı hale getiriyor.
Bunun nedeni yalnız "düşman"larının değil, dostlarının ve en nihayetinde bizzat kendilerinin gözünde de onları zirveye taşıyan "ak" ve pirüpak itibarın kurtarılamayacak denli sakatlandığının pekâlâ farkında olmaları. Zira kendilerine saygı duydukları, birbirlerine itibar ettikleri günlerin hatırası henüz taze. Birçoğu, o günlerin hatırasına yönelik nostaljik bir retoriği terennüm etmeye başladı bile. Bu retoriğin yaygınlığı, geçmişte sahip oldukları muteber suretin attıkları her adımda nasıl da yaralandığının farkında olduklarına dalalet ediyor. İktidara bu kadar yapışmalarının sebebi de bu farkındalık. Ele geçirdikleri "milli irade"den tasarruf tekelini kaybettikleri, sıradan insanlara dönüştükleri, şimdi kendinden pek emin görünen nefisleriyle baş başa kaldıkları anda başlarına ne geleceğini biliyorlar. Bu eninde sonunda mutlaka vuku bulacak yüzleşmeyi, hesaplaşmayı geciktirmek için işe koştukları her tedbir ise şekillendirmekte oldukları negatif mirası büyütmenin dışında bir işe yaramıyor. Zira dönebilecekleri bir ev yok artık. O evden bir türlü çıkamayışlarının acısını, o evi yıkarak, yok ederek, evin yerini de tanınmaz hale getirerek çıkarttılar.
Kendilerine verdikleri anlam sahip oldukları tasarruf kudreti oranında kıymetsizleştikçe güruhlaşan bu zümreyi oluşturan insanlar, başka bir ülkeyi fethe gitmedikleri gibi, yakacak gemilere de sahip değillerdi. Bunun yerine başlama noktalarını, zihinsel ve ahlaki evlerini, nihayet o eve dönebilecekleri yolları yakıp yıktılar. O evlerin yerine devasa ama o evler kadar sağlam olmadığını bildikleri binalar, o patikaların üstüne de tabiatın kolay kolay gözden kaybedip utancı geçmişe gömemeyeceği, dolayısıyla akılda tarih olarak kalacak asfalt yollar döktüler. Memlekette kendilerinden başka kimseye tahammül gösterememe halinin arkasında, en evvel kendilerine ait olandan tasarruf ederken sergiledikleri savurganlığın izi var. Yola çıktıkları andan itibaren üzerinde hak iddia ettikleri mülke dair öyle tasarruflarda bulundular ki, artık o mülk de, iddia ettikleri hak da tanınmaz halde. O mülk ve o hak bizzat o siyasi iddianın sahiplerinin suretine büründü. İşin kötü tarafı bu suretin bir odada kendisiyle yalnız kalınamayacak denli çirkin ve şedid olduğunun farkındalar.
Aman ha buradan "yazık bu insancıklara" dediğim anlaşılmasın. Haşa… Mülke doğru yola çıkarken, mülkü tasarruf tekelini ele geçirirlerken ve nihayet müşterek günahlarını ve suçlarını büyütürken akıl ve sorumluluk sahibi insanlardı her biri. Akıllarını günahlarını ve suçlarını büyütmek yerine, dillerinde tekrar ede ede tekerlemeye dönüştürüp iman tazelemeyi ihmal ettikleri kaidelerin hayata geçmesine kullansalardı inşa ettikleri bu utanç sarayına hapsolup kalmayacaklardı. Bu yolu kendileri seçtiler, sonunda onları bekleyen halle de bizzat yüzleşmek zorunda kalacaklar. İşin fenası, bu halle birlikte yüzleşebilecekleri insanların, kesimlerin, grupların sayısını neredeyse diğerkâm bir üslupla azaltmaktalar. Bugüne kadar bir şekilde kendileri ile iş ve kader birliği yapıp da bunun cezasını er ya da geç görmeyen kimse kalmadı. Bu muktedir güruhun tasarruflarına haklılık ya da kıymet vererek iştirak etmiş herkes, yine bu tarz-ı siyaset tarafından harcandı, ezildi, dışlandı, yaralandı. Örnek vermeye hacet de lüzum da yok artık.
Denilebilir ki bu tarz-ı siyaset bir turnusol kâğıdına dönüştü. Evvela, kendisine bulaşan her siyasi varlığın karanlık tarafını ortaya çıkartıp el koydu. Ardından bu karanlık mainin dışında kalan her şeyi kendinden uzaklaştırdı. Böylece kendisiyle işbirliği yapmamak için gerekirse büyük kayıplar vermeyi tercih eden herkese ve her şeye de büyük bir siyasi meşruiyet hediye etti. Şimdi artık iktidar bloğunun sahiplendikleri hariç tüm siyasi talepler meşru. Şu anda iktidarda olanlar dışındaki her türlü siyasi oluşum için bir gelecek tasavvur etmek mümkün (yeter ki tanıklık ettiğimiz şiddetin şokunu atlatıp gelecek hakkında konuşmaya başlayabilelim). En önemlisi iktidar da bunun farkında. Öyle olmasa her türden siyasi talep ve itiraza bu kadar şiddetle saldırma isteği duymazdı.
İşte bu sebeplerden, iktidar bloğu süregiden Adalet Yürüyüşü’ne bir cevap üretemedi günlerdir. Ve yine bu sebepten, yani söyleyecek sözü olmadığı için, daha önceki pek çok örnekte olduğu gibi şedid bir karşılık verebilir her an. Ve o şedid karşılık, yine daha önceki örneklerde olduğu gibi, bu bloğun kendisine de başkasına da söyleyecek sözü kalmadığının ispatı olur. Düşmanlık siyasetinin bulanık sularına dalarken akıl danıştığı insanların Erdoğan’a söylemeyi unuttukları önemli bir sır var: Düşmanlık siyaseti, ona başvuran için büyük bir tuzaktır. Bu siyaseti güden karşısında aynı siyaseti güden kimseyi bulamadığında bir karikatüre dönüşür. Türkiye dediğimiz siyasal bütünü oluşturan gayet parçalı, dolayısıyla da düşmanlık siyasetine pek teşne olması beklenen toplumsal kesimlerin henüz dinamiklerini çok iyi bilmediğimiz bir değişim geçirdiğinin en önemli delili, bu karikatürün dışında kalanların sayısının, karikatüre dahil olanlardan kalabalık olması. Şimdi artık sırada bu değişimin ayakları yere basan bir siyasete dönüşmesi var. Fakat bu kendiliğinden olacak iş değil. Nasıl olmayacağı konusunda çok fikir ve tecrübe edindik. Nasıl olacağı sorusunun cevabı ise bu yağmadan, yangından ilk kurtarmak istediğimiz kıymetler listesinin satır aralarında gizli.