Nurcan Kaya
Kadınları öldürmenin dayanılmaz hafifliği ve Müzeyyen’in hikâyesi
"Ölmek istemiyorum" diye bağırıyordu çaresizce Emine Bulut. "Adımız aynı kaderimiz aynı olmasın. Ölmek istemiyorum." diyerek korunmak için haykırıyordu Emine Girişken. Aynı günlerde Güldane Y., doğum yaptıktan hemen sonra ve hâlâ hastanede yatmaktayken 7 yerinden bıçaklanıyordu ve fail mahkeme tarafından serbest bırakılıyordu. Zeynep Yavuz ise önce işkenceye maruz kalıyor, ardından defalarca bıçaklanarak öldürülüyordu. O sıralarda Hafize Kurban da defalarca bıçaklanıyor, yoğun bakımda verdiği 9 günlük yaşam mücadelesini kaybediyordu. Öznur Sağlam’ı 15 yerinden bıçaklayan fail de ilk duruşmada tahliye ediliyordu. Kırıkkale’den, İstanbul’dan, Gaziantep’ten, Denizli’den, Eskişehir’den arka arkaya vahşice işlenen kadın cinayetleri ya da cinayete tam teşebbüs haberleri geliyordu her gün. Müzeyyen Boylu’nun 11 kere kurşunlanarak öldürülmesinden sonra, adeta kurşuna da bıçak darbesine de doyamıyordu katiller. Birbirlerinden feyz alarak uyguladıkları vahşetin şiddetini her geçen gün artırıyor, adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.
Memleketin dört bir yanında öldürülüyordu kadınlar; boşanmaya çalıştıkları veya boşanmış oldukları erkekler tarafından. Hikâyeleri çok benzerdi. Çoğu, ‘eşim’ dedikleri, hayatlarını paylaştıkları kişinin şiddetine maruz kalmıştı ve boşanmaya karar vermişti. Heyhat! Bunu nasıl yaparlardı! Bir erkeğin ve toplumun onlar için çizdiği sınırın dışına nasıl çıkar; onlara reva görülen kaderin karşısında nasıl dururlardı? Doğdukları günden itibaren kadınlar üzerinde tahakküm kurma hakkına sahip olduklarına inandırılmış olan ve kadınların ruhlarını da bedenlerini de sömürmeyi ana sütü gibi helal gören erkekleri nasıl hayal kırıklığına uğratır, onlara nasıl itaat etmezlerdi? Bu cesareti kimden alıyorlardı? Devleti bırakın, aileleri bile desteklemiyordu bu kadınların bazılarını. Boşuna aile evinden gelinlikle çıkılır ve oraya ancak kefenle dönülür dememişti ataları. Delirmiş miydi bunlar? Toplum onları kınadığına göre bir şeyi yanlış yapıyor olmalıydılar, değil mi?
Annelerinin, ninelerinin yaşadıkları, yani tanıdık bir zulme maruz kalıyordu pek çok kadın ama büyüklerinden farklı olarak bir noktadan sonra isyan ediyor ve kendilerini bekleyen bin bir zorluğa rağmen yaşadıkları zulme son vermeye çalışıyorlardı. Ve yalnız ama yalnızca bunun için can veriyorlardı…
Tüm bunlar yaşanırken aslında oldukça iyi yazılmış olan mevzuat uygulanmıyor; korunma talebinde bulunmalarına rağmen kadınlar yeterince korunmuyor; emin adımlarla yaklaşmakta olan cinayetler önlenmiyordu. Tıpkı Güldane’yi bıçaklayan adam gibi cinayete teşebbüs eden pek çok erkek serbest bırakılıyordu. İlgili bakanlık kendini kadını değil aileyi korumakla yükümlü görüyor; iktidar yıldan yıla artmakta olan boşanmaların önüne geçmek için neler yapılabileceğinin derdiyle çalışıyor; memleketin insan hakları ve eşitlik kurumu dahi kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadele yerine aile ‘hakkı’nın korunmasına kafa yoruyordu. Ne ülkedeki iktidar ne kanun koyucu ne kanun uygulayıcı ne de erkek egemen zihniyete sahip insanlar bir kadının kendi hayatını istediği gibi yaşamasına, bırakın onu, yaşadığı işkenceye son vermeye hakkı olduğuna inanmıyordu. Bu nedenle faillerin farklı olduğu seri cinayetlere kurban veriliyordu kadınlar.
Ne zaman mı? Hayır, on yıllar önce değil; 2019 yılında yaşandı tüm bunlar.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı rapora göre sadece 2019 yılının Ağustos ayında 49 kadın öldürüldü. Üstelik bu sayıya, kayıtlara geçmeyen, raporlara yansımayan cinayetler dahil bile değil. Ankara’dan Yozgat’a, Samsun’dan Adana’ya, İzmir’den Urfa’ya, Diyarbakır’a, yurdun her köşesinde öldürüldü kadınlar. Çoğu, yakınları olan erkekler tarafından, kendi evlerinde öldürüldüler.
2019 yılında erkekler tarafından öldürülen yüzlerce kadından biriydi Müzeyyen Boylu. Pek çok kadın gibi kocasıyla severek evlenmişti. Adamın cinsiyetçi, baskıcı ve şiddete eğilimli biri olduğundan habersizdi.
7 yıl süren evlilikleri boyunca kocası Mesut Issı’nın fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetine maruz kalmıştı Müzeyyen. Öyle ki geçen zaman içinde bir avukat olarak mesleğini dahi icra edemeyeceği noktaya gelmişti. Kocasının zulmüne daha fazla dayanamamış, 2018 yılının Şubat ayında iki çocuğunu alarak evden ayrılıp boşanma davası açmıştı.
Ülkedeki toplumsal yapıdan ve sorunlardan azade değildi Müzeyyen. Etrafımızdaki pek çok kadın gibi ne maruz kaldığı şiddet ne de açtığı boşanma davasından kimsenin haberi olsun istememişti. Bu nedenle meslektaşlarından bile mümkün mertebe yardım talep etmemiş, bir yandan da Mesut Issı’nın şiddetinden yakınlarını ve meslektaşlarını korumaya çalışmıştı.
Nitekim, boşanma davası devam ederken de Mesut Issı Müzeyyen’i taciz ve tehdit etmeye devam etmişti. Avukattı Müzeyyen. Haklarını biliyordu ve defalarca korunma talebinde bulunmuştu. Mahkeme her defasında Müzeyyen’in yalnızca birkaç hafta korunmasına karar vermiş; Müzeyyen’e yıllarca sistematik olarak şiddet uygulayan Mesut Issı’yı yalnızca birkaç haftalığına tehlikeli görmüştü.
Memlekette hep aynı şey yaşanıyordu zaten. Erkekler kadınlara şiddet uyguluyor, onları taciz ve tehdit ediyordu ama ancak birkaç gün ya da hafta kadından uzak durmalarına karar veriliyordu. Bu kararların uygulanmasında ise ayrıca sorunlar yaşanıyordu. Mesajlarla ve telefonla aramalarla dahi erkekler kadınları tehdit etmeye devam ediyor, uzaklaştırma kararının sona ermesini dört gözle bekliyorlardı. Mesut Issı da öyle yapıyordu. Uzaklaştırma kararının uygulandığı süre boyunca da Müzeyyen’i öldürmekle tehdit ediyordu.
Sonunda korkulan oldu ve Müzeyyen bağıra bağıra gelen bir cinayete kurban gitti. Çocuklarının okuldaki müsameresini izledikten sonra Mesut Issı onların gözlerinin önünde Müzeyyen’i 11 yerinden kurşunlayarak öldürdü. Katil, şarjöründeki 12 merminin 12’sini de sıkmıştı Müzeyyen’e. Doktordu. Bu nedenle bir insanın neresinden vurulursa öleceğini çok iyi biliyordu ve o yerlerine ateş etmişti Müzeyyen’in. Kurşunlardan ikisini Müzeyyen’in başına, 9’unu ise Müzeyyen’in göğsüne yağdırmıştı. Müzeyyen’i planlayarak ve canavarca hisle öldüren katil Müzeyyen’in bedenini kurşunlarla doldurmakta bir an olsun tereddüt etmemişti. Kendini kaybetmiş değildi. Ona yaklaşan kişileri ‘size de sıkarım’ diyerek kendinden uzaklaştırmış; işini planladığı şekilde tamamlayarak cinayet mahallinden ayrılmıştı.
Cinayeti gayet soğukkanlı bir şekilde işleyen katil çocuklarını ve arabasını ailesine bırakıp, üstünü temizleyip, giysilerini değiştirip polise teslim oldu. Ve daha önce planladığı üzere ve neredeyse tüm kadın katillerinin yaptığı gibi, cezasının hafifletilmesi için kurbanı olan kadının, yani Müzeyyen’in başka birisiyle ilişki yaşadığını iddia etti. Biliyordu çünkü katil memlekette hâlâ bu gerekçelerle erkeklerin ceza indirimi aldığını. Uluslararası hukukun, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerin namus gerekçesiyle işlenen cinayetlerde ceza indirimi yapılmasını bir insan hakkı ihlali olduğunu söylemesine; Türkiye’deki kadın hareketinin yıllarca süren mücadelesinden sonra Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapılmasıyla beraber namus cinayetlerinde ceza indirimi yapılmasına yol açan düzenlemenin mevzuattan çıkarılmasına ve bu konuda çok şey söylenmesine ve çok ağır bedeller ödenmesine rağmen…
Mesut Issı’nın unuttuğu bir şey var ki, Müzeyyen yalnız değil. Diyarbakır Barosu’na ve diğer barolara üye yüzlerce avukat, onlarca kadın hakları örgütü temsilcisi ve binlerce insan Müzeyyen’in katilinin hak ettiği cezayı alması, yalanlarla, iftiralarla ceza indiriminden faydalanmaması için elinden geleni yapıyor ve yapmaya devam edecek. Bu nedenle katilin yargılanacağı davanın ilk duruşmasının görüleceği 9 Eylül günü saat 09.30’da hepimiz Diyarbakır Adliyesi’nde olacağız. Müzeyyen için adalet talep etmek ve kadın cinayetlerine dur demek için. Kadın cinayetleri politiktir demek ve devletin sorumluluğunu hatırlatmak için. En önemlisi, "ölmek istemiyoruz!" diye haykırmak için…