Murat Aksoy
'Kurucu baba'lık gerçek oldu
Dün itibariyle Türkiye’de yeni bir dönem başladı.
En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Başkan Erdoğan hayaline ulaştı.
7 Temmuz 2014’de T24’de yazdığım bir yazıda, Erdoğan’ın hayalinin "ikinci kurucu babalık" olduğunu ifade etmiştim.
Başkan Erdoğan buna beklentimin aksine 2023’te değil 2018’de ulaştı. Nitekim YSK’nın yaptığı değişiklik ile 13. Cumhurbaşkanı değil yeni dönemin 1. Başkanı.
Bu yeni dönem, bir süredir fiili olarak var olan durumun yasal çerçeve kazanmasıdır.
Yani 16 Nisan Referandumu’nda bir biçimde kabul edilen anayasal değişikliğin uygulamaya geçmesi hali.
Temel ilkeleri "evrensel hukuk" olan hiç bir siyasi, idari ve hukuki yapı için "Türk Tipi" tanımı yapılamaz.
Türk Tipi diye tanımlanan şey "alaturka" bir keyfiliğin hukuki forma dönüştürülmesidir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tam da budur.
DENGE VE DENETİMSİZ İDARE
Hayata geçen yeni sistem ile Başkan sadece yürütmenin değil yasama ve yargının da başı oldu.
Meclis’in siyaseten büyük ölçüde işlevsizleştirilip varlığının sembolik hale gelmesi yasamanın, yasama olmaktan çıkmasıdır.
Yargının tepesindeki HSK’nın oluşmasında Başkan ve Meclis çoğunluğunun etkisini düşündüğümüz de, yargının da bağımsız ve tarafsız olduğunu söylemek zorlaşacaktır.
Yasama ve yargının bu şekilde yürütmeye tabi kılınması, yeni sistemin denge ve denetlemeye ihtiyaç duymadığının göstergesidir.
YENİ MGK: BAKANLAR KURULU
Türkiye’de bir zamanlar "iktidar" dendiğinde akla MGK gelirdi. Dün çıkan bir KHK ile onun yasası da ortadan kaldırıldı.
MGK’nın güçlü olduğu dönemlerde, toplumsal taleplerin, ülke sorunlarının çözülmesinden ziyade, devletin "bekasını" merkeze alan ve buna yönelik her türlü "tehdide" öncelik verirdi.
Devlet aynı devlet olsa da, bu tehdit sıralaması konjonktürel olarak değişirdi.
MGK’nın "büyük siyaset" ile ilgilenirken, Hükümet, Meclis ve siyasi partiler esas olarak "devlet dışı" olan "küçük siyaset" ile ilgilenmek durumundaydı. Devlet yönetimine ilişkin kararlar bu MGK’da alınır, hükümetler burada alınan kararları uygulardı.
İşte bu MGK’nın yerini bir süredir Başkan Erdoğan’ın yakın çalışma ekibi, danışmanları almıştı. Dün hayat geçen sistem ile bu durum da fiili olmaktan çıkıp yasal hale, bakanlar kurulu adıyla geldi.
Bu yapıda bakanlar kurulu siyasi bir kurumdan ziyade teknik bir ekip olacaktır. Nitekim açıklanan bakanlar kurulu bunu göstermektedir. Buna teknokrat bir hükümet de denebilir, çünkü siyasi kararı verecek olan Başkan Erdoğan olacaktır.
TOPLUMU OLMAYAN DEVLET
Her şeyin bir kişi tarafından belirlenip, hayata geçirildiği bir sistem Türkiye’ye ne verebilir?
İnsanı ve toplumu merkez almayan "ekonomik kalkınma", topluma yayılmayan "güçlü ekonomi", özgürlük alanlarının daraldığı daha "demokratik ülke" mi?
Son yıllarda giderek belirgin hale gelen kimlik siyasetinin güçlü bir tek adam modeliyle temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, özel hayata sıkışan bir toplumsal çoğulculuk, devletin yukarıdan aşağıya toplumu şekillendirdiği bir ülkedeyiz.
Bunlar haksız, abartılmış endişe ve kaygılar mı?
Devlet, toplumu dikkate almadan, toplumsuz olarak varlığını sürdürmek istiyor.
Şunu unutmamak gerekiyor; siyasal sorunlara teknik çözümler olmaz
Türkiye sonuçta toplum olarak politik bir toplumdur. AKP seçmenleri bugüne kadar elde ettikleri siyasal, ekonomik konforlarını, güçlerini, sosyal statülerini korumak için özünde apolitik olan bu sisteme evet dediler ve oy verdiler.
AKP’nin parti ve taban olarak iradelerini büyük ölçüde tek bir kişiye yani Erdoğan’a teslim etmeleri, seküler siyasal tercihten daha güçlü bir metafizik bir anlatı ile açıklamak mümkün olabilir.
SİYASETİ YENDİEN DÜŞÜNMEK
Ancak bu yeni sistemin, bu sisteme eleştirel bakan farklı toplumsal kesimler tarafından içselleştirilmesi kolay olmayacaktır.
Daha önemlisi devlet-toplum ilişkisinden kaynaklanan hak ve özgürlük, eşit vatandaşlık, kimlik talebi, demokrasi, hukuk gibi siyasal sorunları teknik bir akla havale etmek, bu sorunlara teknik düzenlemelerle çözme arayışı, bu sorunları kalıcılaştırmaktan başka işe yaramaz.
Bu sistem ile başta AKP olmak üzere kitlesel siyasi partiler, birer profesyonel şirkete dönüşmüş ve siyaseten işlevsizleştirilmiştir.
Bu yüzden siyaseti ve siyasi alanı yeniden düşünmek ve yeni bir siyasal alan üretmek gerekmektedir.
Salon siyasetine hapsolmadan, onun enerjisini de kullanarak başta sivil toplum alanı olmak üzere, özel ve kamusal alanda ideolojik yenilenme ve yapısal örgütlenme mümkündür.
Bugünün temel ihtiyacı da, umutsuzluk değil, umut olmalıdır.
Çünkü yaşıyoruz.
Ve yaşıyorsak umut vardır.