Levanten’in yankıları

Eş-dost, okurlar, meraklılar 'Yeni Levantenler' yazısına çok hoş katkılarda bulundu. Nüfusu arttırma çabası sezdim. Betimleme, tanımlama ve niteliklerde derinlik var.

Pazartesi günü yayınlanan "Yeni Levantenler" başlıklı yazı çok ilgi gördü. Eş-dost çevresinden, okurlardan gelen yankıların, sosyal medyada yazılanların hemen hemen hepsi olumlu. Dahası, bir çok tanıdık ve bazı okurlar oturup konuya önemli, değerli, ilginç katkılarda bulunmuş. Bir gazeteci, bir yazar daha ne ister ki? Suya yazmadığını görüyorsun, yazdığının paylaşıldığını anlıyorsun, gözlemlerinin geliştirildiğine/tartışılıdığına tanık oluyorsun.

Aktaracağım.

Ama önce bir eksiği gidereyim: Çetin Altan, 90’lı yılların başında ya yazdı ya da bir sohbetinde söylemişti: "Biz artık Levanten olduk!’’. Oğlu Mehmet’in de (Geçmişler olsun, darısı diğer rehinelerin başına…) bir tezi vardır: Cumhuriyet, kuruluş yıllarında, Osmanlı aristokrasisini biçerek, önemli bir kadroyu heba etti. Geçmişle ilişkisini sakatladı.

Yazıda geçen "Levanten" sözcüğü/kavramı da tartışma gündemine gelmiş. Cintoşun biri:

  • Abi baskı hatası olmuş galiba, sen "Leventliler" demek istedin değil mi? Biz de yani 2. Levent Karanfil sokağın çocuğuyuz. Çok güzel tarif etmişsin bizim mahalleyi…

Sözcüğü/kavramı birinci anlamıyla ele alan bir başka okur da şöyle demiş:

"İzmir’de Levanten kardeşlerimizin kültürlerini özgürce yaşadığı semtlerimiz mevcuttur ve bir hayli kalabalıktırlar. İyi eğitimlidir ve cemiyet hayatının önemli bir kısmını oluşturur kendileri. Sayıma dahil edilebilirler’’

İzmir’den söz açılmışken araya sıkıştırayım: Selanik’deki Makedonya Üniversitesinin yayınladığı bir araştırmaya göre,1831-1922 yılları arasında en kalabalık Levanten nüfusa sahip olan İzmir’de 6 farklı dilde gazete ve dergi yayınlanmış. Bir dilde gazete ya da dergi çıkarabilmek için bu yayınları okuyacak kadar geniş bir kentli nüfusa ihtiyaç olduğunu unutmayalım. Bu dillerde kaç gazete+dergi çıkmış biliyor musunuz? Rumca: 135; Ermenice: 34; Fransızca: 22; Türkçe:16; Ladino: 12; İtalyanca: 1.

Tek Devlet, Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Dil zihniyeti bugün Tek Medya’ya mahkum ediyor memleketi. Siyah/beyaz bile değil. Tek renk!  

Dönelim yine esas konumuza.

Lübnanlıdır, Paris’te yaşar. İstanbul’a geldiğinde çevirmenliğini yapmıştım. Şeker bir adam. "İstanbul benim dedemin başkentidir’’ demişti. Amin Maluf’un bir kitabı geldi aklıma. Türkçe’ye "Doğunun Limanları’’ diye çevrilmişti. Çok hoş bir öyküdür anlattığı. Orijinali  "Les Echelles du Levant’’. "Echelle’’ sözcüğünün birkaç anlamı var: Merdiven demek, ölçek demek, ama Maluf’un kitabındaki anlamı iskele. Esas olarak da Doğu Akdeniz’deki limanlar kastediliyor. Osmanlı egemenliği döneminde bu liman kentlere ticaret için ya da gezmeye gelen Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar bir şekilde kalmış yerleşmiş buralara. İzmir’de de var, İskenderun’da, İskenderiye’de de… Evlenmişler yerli sakinlerle. Ya da hoşlarına gitmiş bu limanlar, demir atıp kendi kentleri bellemişler. Ne var ki, Müslüman çoğunluğun yaşadığı bu kentlerde, o ülkenin dilini konuşsa da, gelenek-göreneklerini benimsese de kültürel olarak, yaşam tarzı olarak oldukça farklı bir kimlik Levantenlik. Azınlık ayrıca yerli halktan galiba her açıdan daha zengin: Kültür, eğitim, yaşam zevki… vs …

Ekalliyet sözcüğüne takılan bir okur ise "Minorité" (Azınlık) sözcüğüne gönderme yaparak şöyle yazmış:

"Yazınızı tabi ki gülümseyerek okudum. Çok güzel anlattığınız kitlemize (evet, üstümüze alındım), azınlık ve ekalliyet sözcüklerinin yetersizliğinden hareketle takmış olduğumuz bir isim daha var, paylaşayım: Yokunluk’’.

Yankı/tepki/eleştirilerde hiç olumsuz görüş yok. Olumsuz görüş belirtmesi muhtemel insanlar büyük bir ihtimalle okumamıştır yazıyı, okumazlar da zaten. Ama birkaç okur, yazıda saydığım okullara hafiften gıcık olmuş galiba: "Bu mekteplere girmek kolay mı sanıyorsunuz? Önce eğitim sistemini eleştirseydiniz daha hayırlı bir iş yapmış olurdunuz!’’ demiş.

Vallahi ben "Levantenlik Standartları Enstitüsü/Olmazsa Olmaz Kriterler Dairesi’’ sorumlusu değilim. Nispeten girift bir topluluğu anlatmaya çalıştım. Benim sosyoloji bilgim ve perspektifim de sınırlı. Akademisyen de değilim. Bir gazetecinin sığlığında bir fotoğraf sergilemeye çalıştım. Şimdi sözkonusu yazıdan aşırı heveslenip, amiyane tabirle gaza gelip, 60 yaşından sonra Liselere Giriş Sınavına hazırlanmaya çalışmayalım. En yüksek puanla girilen okullar bunlar. Hele bir de sonrası var. Döviz aldı başını gidiyor, saydığım yurtdışındaki üniversite kentleri dünyanın en pahalı şehirleri. O üniversitelere kur’a ya da torpille girilmiyor. Nihayet, aslında bir ruh hali, bir kültür tarzı, bir ideoloji haresi olan benim Levantenlik olarak adlandırdığım kimlik, sadece okuduğun lise ya da mezun olduğun üniversite ile sınırlı değil, saydığım mekteplerde münahasıran oluşmuyor bu kimlik. Ben, bu eğitim kurumlarından çıkan ne dingolar tanıdım. İsim vermeyeyim onlar kendilerini bilir!

Pazartesi sabahı telefona sarılan bir arkadaşım ise, yazıyı beğendiğini söyledikten sonra, ABD’de Annapolis’deki yat fuarına yaptığı ziyarette sırasında yaşadıklarını anlattı:

"Bir hafta-on gün kaldım. Istanbul’da 3 ay içinde edinemeyeceğim kadar dost edindim. Lokantada kafede birbirini tanımayan insanlar bir şekilde kendi aralarında konuşmaya başlıyor. Bizde bu kültür yok. Tanımadığın insanla ilişki kurmazsın burada. Ve bu insanların içinde sadece Amerikalılar yoktu. Yat sahibi ya da yat meraklısı insanlardı hepsi. Evet belli ki zenginler ama yat sadece hobileri. Bizde hobi kültürü de gelişmemiştir. En fazla çekirdek çıtlatıp TV’lerdeki saçma sapan dizileri izler bizimkiler. Tahmin edemeyeceğim kadar bilgili, kültürlü insanlardı benim tanıdıklarım. Önyargısız, rahat… Bilmediği konularda car car konuşmadı hiç biri’’.

Levantenlikle ilk bakışta ilgisi yokmuş gibi görünüyor ama tanımadığıyla rahatça diyaloga girebilen, boş konuşmayan, hobisi olan, kültür meraklısı insanlar anlattıkları. Levanten meziyetler.

Yat meraklısı arkadaşım, Levantenliğin global yorumunu yapıp, bu kesim için bir çerçeve de çizdi: "Bu insanlar aslında pasaport filan olmadan özgürce dolaşmalı bütün dünyada. Mevcut milliyet ya da tabiyetleri önemli değil. Levanten milleti olarak anılmalı…’’

Bir başka yakın arkadaşım da iyice ve güzelce açmış konuyu:

"(…) Bu kitle (Toplam rakam için ben daha iyimser olan 1 milyondan yanayım)  aynı zamanda Osmanlıdan bugüne ekalliyet kültürünün de mirasçısı. Yani köken olarak ‘’Müslüman/Türk’’ de olsalar, aslında bu topluma zenginlik ve değer katan Ermeni, Rum, Yahudi, eski tanım Levanten kültürünün de mirasçısı ve bunu sürdürenler. O kültüre, kendi temas ve köken kültürlerinden öğeler eklemiş, onunla yoğurmuşlar, eklektik ama özgün bir sentez yaratmışlar. Buna ayrıca temasta oldukları ve kimi zaman "esas sahiplerinden’’ daha iyi bildikleri, tanıdıkları, özümsedikleri ve geliştirdikleri  "modern Batı kültürünün’’ değer ve özünü de katmışlar. Müzik başta, ama aynı zamanda edebiyat, sanat, felsefe, gastronomi ve benzeri okumaları, zevkleri ve tartışmaları da bu yönde. Bu anlamda da dünya açısından ilginç belki biricik bir topluluk oluşturuyorlar. Üstelik bir kısmı yurtdışında yaşıyor. Bu özgün kültürü oraya da taşıyorlar, oraları da sınırlı da olsa bir ölçüde döllüyorlar, yeniden üretiyorlar.

Bu analizde belki eksik gördüğüm bir kesim var ki, onları da katarsak rakam daha da artıyor aslında. Bu insanların çocukları, Gezi kuşağı diyelim istersen… Onlar ebeveynlerinden de farklı özellikler taşıyorlar kuşkusuz. Belki bir yönüyle daha gelişkin. Özellikle genç kadınlar. Tam aynı referanslara, okumalara sahip değiller. Ama ’explicite’ olarak (açıkça) aynı referanslara sahip olmasalar bile, o referansların özünü benimsemiş, içselleştirmişler. Üstüne kendi dünya vatandaşlığı kültürlerini katıyorlar… (Çünkü onlar pasaport almadan, İnternet üzerinden de dünyayı dolaşıyorlar.)

Mesele, yeni ekalliyetin kaderi ne olacak? İktidarın hoyratlığıyla yeni bir soykırım/mübadele/sindirip kaçırma süreciyle bu topraklardan dışlanacaklar mı? Yoksa kendilerine gettolaşmanın dışında bir alan açıp bu toplumun gerisini de dönüştüren yeni bir elit/motor güç/öncü güç/çekim merkezi olabilecekler mi? Bu ülkenin kaderini de bu belirleyecek bence. Ben Michael Leowy’nin geliştirdiği "karamsar devrimcilik’’ kavramından yanayım. Gerçekçilik karamsar olmayı gerektiriyor. Ama gerçeklik statik değildir, dönüşür. Dönüştürür.

Bakalım. Yaşayıp (Ya da yaşamasız olup) göreceğiz."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi