Cem Erciyes
‘Büyük yazarların dönemi’
Kitap, ne olursa olsun, önünde sonunda kültürel bir kavram. Kitabın en ticari haline adanmış Frankfurt’ta bile durum bu. Uluslararası yayıncılık endüstrisinin yıllık buluşma noktası Frankfurt Kitap Fuarı, son yıllarda yavaş yavaş küçülüyor.
İlk defa gidiyorsanız bu çok büyük fuar, kalabalığı, ışıltılı stantları, sayısız toplantılarıyla gözünüzü kamaştırabilir. Ama fuarın müdavimleri biliyor ki katılımcı sayısı da iş hacmi de gittikçe küçülüyor. Bunun sebebi kitaba olan ilginin azalması değil; çünkü kitaba ilgi azalmıyor. Artık fuarlar uluslararası ticaretin vazgeçilmez unsuru olmaktan çıktı, mesele bu. Gelişen teknoloji yani internet, e-postalar, video görüşmeleri vs. ticaret fuarlarının önemini azalttı.
Yine de Frankfurt Kitap fuarına dünyanın bütün önemli yayıncı ve ajansları mutlaka katılıyor. Bu yıl biraz koridorları genişlemiş, avludaki hediyelik eşya satıcıları ortadan yok olmuş ama yine de hareketli ve kalabalık bir fuar gerçekleşti. Her zamanki yayınevi stantlarının azalıp küçülmesinden olsa gerek, ülke stantları daha görünür olmuş gibi geldi bana. Dünyanın bütün ülkeleri, Danimarka’dan Çin’e ve Yunanistan’a, Fransa’dan Japonya Estonya ve Suudi Arabistan’a bütün ülkeler burada büyük göz alıcı stantlar kurmuş kendi edebiyatlarını tanıtmaya çalışıyor. Bu zamanda ulusal temsilin hala bu kadar önemli olmasında şaşırtıcı bir yan var. Ya da milliyetçiliğin zamanla etkisinin azalacağı ama küresel kapitalizmin zaferiyle ama evrensel bir insanlık düşünün gerçekleşmesi sayesinde ulusal kimliklerin zayıflayacağını sananlar çok yanıldık.
Fuarda kurulan ulusal stantların ne kadar etkili olduğundan, işe yaradığından emin değilim, yani gerçekten kendi düşünsel ve edebi üretimlerini tanıtıp yaygınlaştıracak kadar kitabın çevrilmesini sağlayabiliyorlar mı? bilmiyorum ve hiç de sanmıyorum. Ama yine devletler bu uluslararası ortamda yer almak, görünüp kendi kültürlerini temsil etmek istiyorlar. Türkiye’nin de büyük bir standı var. Türkiye standı hakkında bir şey söylemeyeceğim. 15 yıl önce yazdıklarımdan bu yana, değişen fazla bir şey yok çünkü…
Aslında bizim için, Türkiye için belki en büyük kültürel tanıtım, Elif Şafak’ın yazar olarak fuarın açılış konuşmasını yapmasıydı. Yeni kitabı There Are Rivers In The Sky, Almanya’da da Hanser Yayınevi tarafından yayımlandı ve bu ülkede yazarın önceki kitapları gibi çok sevilip okunuyor. Zaten Şafak’ın gördüğü ilgiyi, Alman yayıncısının standında bir duvarı kaplayan devasa resminden de fuar alanında dağıtılan Frankfurt Show Daily dergisine kapak olmasından da düzenlediği imzanın ve Edebiyat Evi’nde yaptığı konuşmanın çektiği kalabalıktan da anlayabilirsiniz.
Elif Şafak gibi üretken, çok sayıda kitabı olan başarılı yazarlar dünyanın tüm yayıncıları için artık her zamankinden daha önemli. Uluslararası yayıncılık bir süredir tek başına dünyayı kasıp kavuran o müthiş ‘çok satan’ romanları çıkartmakta zorlanıyor. Frankfurt’ta konuşan büyük yayıncılardan biri de Hachette’in İngiliz CEO’su David Shelley’di. Shelley ‘büyük kitaplar’ın devrinin bittiğini ve ‘büyük yazarlar’ dönemine girdiğimizi düşünüyor. Shelley’e göre artık yayıncılık ‘büyük yazar’ işi olmuş durumda. Yayınevleri günün gözde kitapları yerine yazarların eserleri ve kariyerleri etrafında organize oluyor. “Çünkü” diyor Shelley, “İnsanlar artık sevdikleri yazarın yazdığı her şeyi okumak istiyorlar. Bence yayıncı olarak artık sevilen yazarların eski kitaplarını da okurlara tanıtıp satmak için çok daha fazla çalışmalıyız.”
Tabii bu satırları okuyanlar o büyük yazarların kimler olduğunu merak ediyordur. Bence kendi kütüphanenize bakmanız yeterli olacaktır. Çünkü gerçekten de ilgi alanlarına göre farklılık gösteriyor bu isimler. Ve pek azı Elif Şafak gibi aynı zamanda edebi kabul ediliyor. Yine de bir iki örnek vermek için yine Shelley’in telafuz ettiği Abby Jimenez, David Nichols ve Sally Rooney gibi isimleri saymış olayım.
Çok popüler yazarların neredeyse tüm kitapları başta Batı dilleri olmak üzere farklı dillere çevriliyor. Evrensel bir okur kitlesine hitap ediyorlar, yani dünyanın bütün kitap severlerini kendi okurları olarak görüyorlar. Uluslararası yayıncılık endüstrisinin ve tabii Frankfurt Kitap Fuarı’nın ‘başarısı’ da bu zaten. Endüstrinin egemenlerini daha da güçlendirmek ve ticari olarak dünya pazarına hakim kılmak. Ama kitap kültürel bir unsur olduğu için burada mesele, telefon ya da otomobil pazarından daha çetrefilli bir hal alıyor.
Fuar alanında dinlediğim söyleşilerden biri bağımsız yayıncılar ve çevirmenler hakkındaydı. Orada konuşan çevirmenlerin piyasanın kendilerine dayattığı içerikten ve çalışma koşullarından dert yanması bu sektörde çok satan romanlar gibi yayıncılığın sorunlarının da her yerde aynen karşımıza çıktığını gösteriyordu. Çevirmenler geçim derdinden yakınıyor ve ülkelerin çeviriyi desteklemesi gerektiğini savunuyorlar.
Neredeyse bütün ülkeler çeviri desteği veriyor. Show Daily’de yer alan bir haber için İngiltere, Fransa, Polonya, Portekiz, İspanya’nın da aralarında olduğu 12 ülkede çeviri kitaplar incelenmiş. Çeviri Fransa’da yüzde 34, İtalya’da 45, Polonya’da 38 gibi hatırı sayılır oranlarda. İngiltere’de ise bu oran yüzde bir!
Böyle, çünkü neredeyse tüm çok satarlar zaten İngilizce. Bu çeviri oranlarını yükselten de dünyanın farklı kültürlerinden gelen edebi eserler değil, herkesin okumak istediği ‘çok satanlar’. Yani konunun çeviri destek programlarıyla ya da Frankfurt’taki ülke stantlarıyla bir alakası yok. Mesela her ülkenin ilk 100 kitabını inceleyen habere göre en çok çevrilen yazar Colleen Hoover. Bir başka favori yazar, Hanya Yanagihara ise, ‘Değersiz Bir Hayat’ adlı romanıyla İsviçre’nin ilk yüzüne iki defa girmiş. Hem İngilizce orijinali hem de Almanca çevirisiyle…
Dünya piyasalarından edebiyat adına iyi ve kötü haberlerimiz genel olarak böyle. Edebiyat dışı kitaplar için konuştuğum bütün uluslararası yayıncı ve ajanslar ‘yapay zeka’ya işaret ediyordu. Şu sıralar bütün dünya bunu anlamaya çalışıyor ve dünyanın bütün yayıncıları harıl harıl bu konuda kitaplar basmaya çalışıyormuş. Eh biz de görüyoruz zaten…