Osmanlı’da fotoğrafçı-ressam işbirliği

Sanatçının açık havaya çıkması ya da stüdyosunda hazırladığı dekoru, poz veren modeli görerek resmini yaratması yaygın bir yöntemdi. Ama gündelik hayatın detaylarından esinlenerek yapılan resimlerin gerçeklik duygusunu artırarak yansıtabilmesi için ressamlar fotoğraflardan yararlandı.

Fotoğraf, Osmanlı coğrafyasına diğer yeniliklerin hepsinden daha hızlı ulaşmış. Gerçek görüntüyü sabitleyen bu icadın Avrupa’da yaygınlaşmasıyla, İstanbul’da kendini göstermesi arasında fazla bir zaman farkı olmadığı bilinir. Fotoğrafın resim sanatının sonunu getireceğini sananlar olmuştu. Sonunu getirmedi tabii ki, etkiledi, değişimine gelişimine etkisi, katkısı oldu. Hatta zaman zaman resmin ve ressamın en büyük yardımcısına, hizmetkarına dönüştü.

19. Yüzyılın sonlarında ve 20. Yüzyıl başında yaşamış pek çok ressam, fotoğraflardan yararlanarak resimler yaptı. Sanatçının açık havaya çıkması ya da stüdyosunda hazırladığı dekoru, poz veren modeli görerek resmini yaratması yaygın bir yöntemdi. Ama gündelik hayatın detaylarından esinlenerek yapılan resimlerin gerçeklik duygusunu artırarak yansıtabilmesi için ressamlar fotoğraflardan yararlandı. Hatta bazen kendi hayallerinin önce fotoğrafını çektirdiler, sonra da bu fotoğraftan yararlanarak resimler yaptılar.

Fabrizio Casaretto imzalı ‘Aile Arşivinden Sebah&Joaillier Fotoğrafhanesi’ adlı kitabı okurken, fotoğrafçı-ressam işbirliklerinin belki de bizdeki en önemlilerinden birinin izini buldum: Pascal Sebah-Osman Hamdi Bey işbirliği. Osman Hamdi Bey’in bugün Türk sanat tarihinin temel taşı kabul edilen tablolarının çoğunu fotoğraflardan yararlanarak, hatta oradaki oryantalist kostümlere bazen bizzat kendisinin bürünüp fotoğrafını çektirerek yaptığı bilinir. İşte bu fotoğrafların üretilmesinde en büyük yardımcısı dönemin başarılı fotoğrafçısı Pascal Sebah olmuş. Kitaptan aktarıyorum: “Osman Hamdi Bey bu sıralarda fotoğraf gibi yepyeni bir sanat dalı ile uğraşan ve kent manzaralarında olduğu kadar portrelerde de çok başarılı olan Pascal Sebah’la tanıştı. Bu tanışma yeni bir ikili yaratmış gibiydi. Osman Hamdi Bey yaptığı tabloların birçoğunda fotoğraftan bir yardımcı araç olarak yararlanmaya başladı. Pascal Sebah, Osman Hamdi’nin istediği pozları çekebilmek için onunla birlikte gerekli ışık ortamlarını araştırmaya ve modelleri olabildiğince yalın biçimde fotoğraflamaya başladı. Gerek Osman Hamdi’nin kendisinin modellik yaptığı, gerekse başka modellerin kullanıldığı fotoğraflar artık yağlıboya resimlerin temel figürleriydi. Osman Hamdi Bey, bu figürleri dilediği giysilerle donatarak dilediği mekanlara yerleştirdi. Bazen aynı figür çok farklı resimlerin kompozisyonlarında kullanıldı.”

Sebah’ın Osman Hamdi Bey ile iş birliği bundan ibaret kalmayacak, aynı zamanda etkili bir bürokrat olan Osman Hamdi Bey sorumluluğunu üstlendiği 1873 Viyana sergisi için hazırladığı Osmanlı giysileri albümünün fotoğraflarını da ona çektirecekti. Çok beğenilen bu albüm Pascal Sebah’a Saray’dan gelen bir nişan ve Avrupa’dan gelen ödüller kazandırdı. Böylece şöhreti daha da arttı, Kahire’de bir şube açtı ve ürettiği fotoğraflarla Osmanlı fotoğraf tarihinin en önemli imzalarından birine dönüştü.

‘Aile Arşivinden Sebah&Joaillier Fotoğrafhanesi’, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2023’te yayımlandı. Yazarı Fabrizio Casaretto ve editörü Kansu Şarman’ın bu kitap için ne kadar uğraştığını biliyorum. Gerçekten de o çabaya değer bir iş. Kitaptan ünlü fotoğraf stüdyosunun tarihi hakkında pek çok şey öğrenmek mümkün. Buradan öğreniyoruz ki Pascal Sebah’ın sağlığı bozulunca dostu Polycarpe Joailier ile ortak olmuş ve tarihi fotoğraf markası, Sebah&Joaillier bu işbirliği ile ortaya çıkmış. Dönemin başka fotoğraf stüdyoları gibi onların da yeri İstiklal Caddesi üstündeymiş. Osmanlı coğrafyasından sayısız manzara, gündelik yaşam ve sokak fotoğrafı üretmiş bunlarla önemli kartpostal serileri oluşturulmasını sağlamış, dünyanın her yerine ulaşmışlar. Bir yandan da stüdyoda sayısız portre üretmişler. Polycarpe Joaillier’nin torunu Fabrizio Casaretto’nun kişisel çabalarıyla oluşturduğu arşivi ve bilgiyi bizimle paylaştığı kitap hem Osmanlı fotoğraf tarihine önemli bir katkı yapıyor hem de bu sözünü ettiğimiz, bakmalara doyulmayacak çok sayıda eski fotoğrafı bir araya getiriyor. O eski kentin ve insanların inanılmaz güzellikte fotoğrafları yer alıyor kitapta.

Bir başka ressam fotoğrafçı iş birliğinin izini ise geçen ay Zeytinburnu’nda açılan bir sergide buldum: Elisa Zonaro-Fausto Zonaro. Buradaki ressam çok ünlü, Osmanlı resminin en tanınmış isimlerinden biri, saray ressamı olmuş bir İtalyan. Fotoğrafçı ise hemen hemen hiç bilinmeyen bir isim, ressamın karısı. Elisa Zonaro’nun da kocası kadar ilginç bir hikayesi olduğunu tahmin ediyorum. Zeytinburnu Belediyesi’nin Kazlıçeşme Sanat Merkezi’nde açılan ‘Elisa Zonaro’nun İstanbul’u’ (Sergi 31 Ocak’ta sona eriyor) sergisinde bu hikayenin birazını öğrenebildim. Buna göre Elisa Hanım hem çocuk doğurup evi çekip çevirmiş hem de fotoğrafçılık öğrenip kocasının işlerine yardımcı olmuş. Elisa Zonaro’nun çektiği resimlere bakarken Zonaro’nun o çok ünlü tablolarından bazılarını nasıl yaptığını da görüyorsunuz. Mesela Galata Köprüsü’nde çekilen bir askeri birliğin geçit resminin o ünlü Ertuğrul Süvari Alayı Köprüde tablosuna dönüştüğünü anlıyorsunuz. Zaten sadece resimlere konu olan anları değil bizzat ressamı da çekmiş Elisa Zonaro. Mesela ressam Fausto Zonaro’nun tam da bu tabloyu yaparken çekilmiş fotoğrafı da sergide yer alıyor. Elisa Zonaro kocasının giremeyeceği evlerin harem kısımlarında, Kağıthane eğlencelerinde onun tatlı İstanbullu kadınları canlandıran resimlerine ilham olan çok sayıda başka fotoğraf da çekmiş. Ayrıca yaptığı tabloların fotoğraflarını çekip kataloglayıp satışına destek olmuş… Çok kısa bir süre stüdyo işlettiği biliniyor ama kariyeri daha çok kocasına destek olmak üstüne kurulmuş. Sergideki fotoğraflara bakarken onun döneminin diğer fotoğrafçılarından farklı olarak gündelik hayata daha dönük olduğunu görmek de epey ilgimi çekti. Adeta zamanının bir Ara Güler’i gibi… Hareketi dondurmaya özellikle ağırlık vermiş ve o dönemin tekniğiyle epey zorlu bir şeyi başarmış. Sokakta yürüyen insanlar, yangına koşan tulumbacılar, kahve dağıtan kahveci çırağı ve önemli toplumsal olaylar onun kadrajına girmiş. 1909’da, 31 Mart Ayaklanması’nın da daha önce hiç görmediğim fotoğraflarını çekmiş. Akıp giden kalabalığın içine girip çektiği kare kadar Cuma Selamlığı’nda Abdülhamid’i gösteren fotoğraflar da benzersiz…

Eminim bu işbirliğinin daha sayısız örneği vardır. Nitekim o dönem ve sonrasında kendisi fotoğraf çeken pek çok ressam da var. Mesela geçtiğimiz günlerde fotoğraflarının yer aldığı bir sergisi açılan, ama o sergiyi gezemediğim için burada konu edemediğim Avni Lifij gibi.