Kitap tutkusu
Çok genç yaştan itibaren toplamaya başlamış Ömer Koç. Özellikle kitaplar onun dünyasında çok önemli bir yer tutmuş hep. Bütün bu sergilere kaynaklık eden Ömer Koç koleksiyonları muhtemelen Türkiye’de ulaşılmaz bir yerde duruyorlar.
Meşher’de açılan birbirinden değerli, birbirinden güzel ve nadir pek çok kitabın yer aldığı sergi pek çok açıdan görülmeye değer. Ama hepsinden önce bu serginin kitap sevgisinin, aşkının, tutkusunun bir simgesi olduğunu söyleyebiliriz.
Ömer Koç koleksiyonundan seçilen yaklaşık 300 kitap ,‘Hikaye İstanbul’da Geçiyor’ başlığı altında İstiklal Caddesi’ndeki Arter’de okurlarla, izleyiciyle buluşuyor. Sergi, Batı edebiyatındaki İstanbul’u konu ediniyor. Sergi küratörleri Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı, Ömer Koç’un muazzam kitap koleksiyonundan bu temayla bir seçki yapmışlar. İstanbul’u anlatan en eski kitaplardan günümüze uzanan bir sergi bu. İçlerinde 1500’lü yıllarda Avrupa’da basılmış paha biçilmez en eski seyahatnamelerden biri de var, buralarla ilgili bir romanın Pegasus Yayınları tarafından beş on sene önce yapılan bir baskısı da… İstanbul gizemli, ilham verici ya da merak edilen bir kent olarak bu kitaplarda ya bir maceraya ev sahipliği yapıyor ya unutulmaz bir aşka. İçlerinde casus romanları da var, şiirler, seyahatnameler anılar da… Kitapların dikkate değer bir kısmı sinemaya uyarlanmış. Konusu kitaplar olan bir serginin görselleşme sıkıntısını biraz da bu sinema uyarlamalarından yararlanarak aşmış küratörler. Film afişleri, gazete küpürleri ve özellikle o filmlerden sahnelerin gösterildiği videolar, sergiye hatırı sayılır bir hareketlilik katıyor.
Arter’deki bir önceki sergi de aynı küratörlerin imzasını taşıyan Ömer Koç koleksiyonundan bir seçkiydi ve konusu yine İstanbul’du. ‘Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar’ adını taşıyan o sergide nadir baskılar, resimler, gravürler ve kitaplar yer alıyordu. Böylece iki sergi İstanbul teması altında birleşip bir bütünlük ve süreklilik içinde kaynak koleksiyona dair hatırı sayılır bir referans sunuyor. Ömer Koç koleksiyonlarına dair görkemli bir başka sergi de geçen yıl boyunca Arter’de izleyiciyle buluşmuştu. ‘Madem ki Sen Yoksun’ adını taşıyan o sergide çağdaştan klasiğe müthiş sanat eserleri, günlük objeler ve hatta mobilyalar arasında neredeyse hiç kitap olmaması bize büyük bir kitap sergisinin de yolda olduğunu fısıldamaktaydı. Nitekim o sergi de açılmış oldu.
Bütün bu sergilere kaynaklık eden Ömer Koç koleksiyonları muhtemelen Türkiye’de ulaşılmaz bir yerde duruyorlar. Muazzam bir kütüphaneye, eşsiz bir İznik koleksiyonuna ve klasikten çağdaşa sanat eserlerine sahip olduğu biliniyor. Salacak’taki yalısı, Beyoğlu’ndaki ofisi birer efsane… Çok genç yaştan itibaren toplamaya başlamış Ömer Koç. Özellikle kitaplar onun dünyasında çok önemli bir yer tutmuş hep. Osmanlı konulu nadir kitap koleksiyonunu yaparken bu konuda dünya çapında bir toplayıcı olan Şefik Atabey’den mentorluk aldığı daha sonra da onun koleksiyonunun bir kısmını devraldığı söylenir. Koleksiyonundaki paha biçilmez eserler arasında Fransız edebiyatının dev isimlerine ait imzalı kitaplar ve çok değerli orijinaller yer aldığı da yazılıp çizilmişti. Nitekim bunun doğru olduğunu Meşher’deki sergide gördük.
‘Hikaye İstanbul’da Geçiyor’ sergisinde Fransız edebiyatının en büyük isimlerinden Victor Hugo’nun ‘Doğululuklar’ adlı kitabının 1829 tarihli hem de imzalı birinci baskısı, Osmanlı’da çok etkili olmuş Fransız yazar Pierre Loti’nin o ünlü ‘Aziyade’ romanının orijinal el yazması ve 1879 tarihli ilk baskısı, bir dönem ünlü olmuş Claude Farrere’in ‘Öldüren Adam’ ve ‘Ankaralı Dört Kadın’ romanlarının orijinal el yazmaları sergileniyor. Hepsi de İstanbul’la ve Osmanlıyla ilgili kitaplar. Sergideki kitaplar arasında Voltaire’in ünlü eseri ‘Candide Ya Da İyimserlik’in 1759 tarihli ilk baskısı da, Palavracı Baron’un (Baron Munchausen) 1799 tarihli ilk baskılarından biri de, Virginia Woolf’un o müthiş romanı Orlando’nun 1928 tarihli ilk baskısı da var.
Tanıdığımız hatta okuduğumuz kitapların ilk baskılarını, yazarların imzalarını görmek çok heyecan verici. Ama bu serginin bize bazı yazarları hatırlatmak ve hatta tanıtmak gibi bir işlevi daha var. Mesela yukarıda adı geçen Claude Farrere, Kurtuluş Savaşı’nı da desteklediği için bir dönem Türkiye’de çok sevilmiş ama şimdi unutulmuş bir Fransız. Günümüzde onun adı bir dönem İletişim Yayınları’nın da olduğu Klodfarer Caddesi ile yaşatılıyor… Kitaplarını bu sergiyi gezenler tanımış oluyorlar. Ya da o ünlü Topkapı filmine konu olan romanı ve başka eserleriyle Eric Ambler’i ben de bu sergide tanımış oldum. Ve George Simenon’un, polisiye olmayan ve İstanbul’da geçen ‘Avrenos’un Meyhanesi’ diye çevrilmiş Les Clients D’Avrenos adlı bir kitap yazdığını da burada öğrendim. Tabii çağdaşımız olmayan, kimi bir çevirmen olarak İstanbul’da çalışmış, kimi bir elçinin eşi olarak Türkiye’de yıllar geçirmiş ve gördüklerini anılara, şiirlere, seyahatnamelere dönüştürmüş geçmiş asırlarda yaşamış Paul Desjardin, Victoria Sackville-West, Elisabeth Baker Dwith gibi isimler de böylece dağarcığımıza eklenmiş oldu.
Camekanların ardında sergilenen, yüzlerce yıl önce basılmış ve günümüze en iyi şekilde ulaşmış, cildi, baskısı, sayfaları pırıl pırıl kitapları uzanıp elinize alıvermek istiyorsunuz. Sayfalarına dokunmak, karıştırmak, bildiğiniz bir dildeyse biraz okumak… Antika olması gerekmiyor, Jules Verne, Panait Istrati, Graham Greene, A.S Byatt gibi yazarların farklı yıllarda basılmış İstanbul konulu kitapları da ister istemez iştahınızı kabartıyor. Hepsini okumak için duyduğunuz kuvvetli dürtüyle başa çıkabilmeniz için en üst katta bir salon ayrılmış. Sergideki kitaplardan bazılarını burada oturup okuyabilirsiniz. (Ben gittiğimde artık her okuma salonunda ders çalışmaya şartlanmış genç kuşaktan bir arkadaş orada oturmuş, test kitabını çıkartmış matematik soruları çözüyordu…) Ya da çıkışta Beyoğlu kitapçılarının sınırlı raflarında şansınızı deneyebilir, eve Meşher’in size tanıtıp hatırlattığı birkaç kitapla gidebilirsiniz.
Uzun yıllar içinde, tutku, emek ve sabırla ve belli bir zenginlikle oluşabilecek bu eşsiz koleksiyonu görmek biz kitapseverleri gerçekten de büyülüyor. Ömer Koç koleksiyonları son yıllarda yavaş yavaş efsane olmaktan çıkıp hepimizin yararlandığı bir birikim olarak topluma açılıyor. Böylece kitap dünyasına da sıkı bir giriş yapmış olduk. Ama Ömer Koç’un harikalar diyarında daha nice sürprizler olduğunu tahmin etmek zor değil. Bunları da zamanla göreceğiz diye umuyorum… (Hikaye İstanbul’da Geçiyor, 15 Temmuz’a kadar açık)