Yetvart Danzikyan
Lozan ve bazı efsaneler…
Bundan birkaç yıl önceydi. Peşpeşe önce Kuzey Kıbrıs’a, sonra da Türkiye’nin güney ve doğu illerine çeşitli vesilelerle gitmiştim. Her ne hikmetse gittiğim yerlerde taksi şoförleri ya da esnaftan bazı kişiler (ki bunlar genellikle AKP’ye yakın insanlardı) şu "haber"den bahsedip durmaktaydılar: 2023’te Lozan bitiyordu ve Türkiye artık petrol çıkarmaya başlayacaktı. Lozan’da Türkiye’nin petrol çıkarmasını önleyen gizli bir madde vardı çünkü. Bazı versiyonlarda Lozan’ın yerini başka bir gizli anlaşma alıyordu. Ancak işin özü değişmiyordu. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında böyle bir taviz verilmişti ve AKP 2023’te gereğini yapacaktı. Zengin olacaktık.
Bu efsane belli ki bölgedeki yerel AKP’li yöneticiler tarafından kulaklara fısıldanmış, seçmen ya da böylesi PR çalışmalarına meraklı esnaf da bunu yaymıştı. İlk önce şu mesele insanı düşündürmekteydi: Doğru olmadığı besbelli bu senaryo nasıl bu kadar alıcı bulmuştu? Evet komplo teorilerine, gizli anlaşmalara meraklıyızdır oldum olası.. Hele ki petrol konusunda bitmeyen bir şehir efsanesi ülkesiyiz. Nihayetinde Haliç’in altında külçe külçe altınlar olduğuna (en azından bir bölümü) inanmış bir toplumuz. Ancak bu artık şehir efsanesi kılığından çıkmış, AKP’nin bir propaganda arıcına dönüşmüştü. Bununla hem ekonomik açıdan sıkışan esnafın ağzına bir parmak bal çalınıyor, hem de "petrol gibi bir konudan taviz veren" tüm Cumhuriyet dönemi siyasetçileri "işlerini yapmamış" gösteriliyor, tarihsel rövanş için yeni bir fasıl açılıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretindeki "Lozan güncellenmeli" çıkışını duyunca bu şehir efsanesi geldi ister istemez aklıma. Uluslararası alanda bir karşılığı olmayacağı besbelli bu çıkışla iç siyasette yeni bir manevraya girişiyor Erdoğan. Tüm otoriter rejimler gibi içeride ve dışarıda sıkışınca tarihsel meseleleri gündeme getiriyor ve sağ/milliyetçi seçmene yeni "hedef"ler sunuyor. Bu çıkışın ardından hala 500 yıl öncesinin "fetih" dünyasında yaşayan ve yaşatılan seçmenlerin bir bölümü için Yunanistan artık –yeniden- bir "meselemiz"in olduğu bir ülke haline gelecek ve bu meseleyi ancak Erdoğan’ın çözeceği algısı bir kez daha dolaşıma sokulacaktır.
Bu biraz evvel de bahsettiğimiz gibi otoriter sağ rejimlerin sık sık başvurduğu bir yoldur. Bilhassa içeride işler sıkışınca ve ekonomi kötüye gidince seçmene, tabana, dış bir hedef belirlemek gerekir. Son versiyonda bu Lozan ve (belli bir düzeyde) Kudüs oldu. Ama biz meseleyi Lozan’la sınırlı tutalım ve Erdoğan’ın detayda ne dediğine de bir bakalım.
Erdoğan bu çıkışını Batı Trakya’daki Müslümanların başmüftü seçememesine bağlıyor. Konuya dair görüş bildiren tüm uzmanların dediği şu: Müftü seçimi bir kere Lozan’ın konusu değil. Dün (Cumartesi günü) Radyo Agos’a bağlanan uluslararası hukuk uzmanı Prof..Dr. Turgut Tarhanlı bu konunun Osmanlı dönemindeki Atina Anlaşması’nın konusu olduğunu hatırlattı. Tarhanlı, Lozan’ın sadece Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan bir anlaşma olmadığını, çok uluslu bir anlaşma olduğuna da hatırlattı. Tarhanlı bu anlaşmanın bir "barış" anlaşması olduğuna da dikkat çekerek bu tip anlaşmaları tartışmaya açmanın barışı ve "sınırı"da tartışmaya açmak anlamına geleceğini söyledi.
RS FM’de Yavuz Oğhan’a bağlanan Prof. Baskın Oran da şunları söylüyor: "Müftülük konusu, Lozan Antlaşması'nın 143 maddesinin hiçbirinde yok. Müftülük konusu, 1913 yılındaki Atina Antlaşması'na ek olan 3. Protokol'de söz konusu edilir. 36 tane başdanışman var ve sayın Cumhurbaşkanı'na bunları anlatmıyor mu? Atina Antlaşması'nın Başmüftü'yle ilgili kısmını Yunanistan uygulamıyor. Türkiye de sürüyle Lozan maddesini uygulamıyor, ihlal ediyor. Ama kalkıp da, biz Lozan'ın güncellenmesini istiyoruz demek, bir anlaşma yapmak için değil, bir anlaşmazlık çıkarmak için Cumhurbaşkanı'nın oraya gittiği izlenimini uyandırıyor."
Bunlar önemli uyarılar. Şunu söylemek gerekir: Batı Trakya’daki müftü seçimi için herhalde Türkiye’nin kurucu anlaşması olan ve Türkiye’deki azınlıkların yaşamlarını güvence altında tutan Lozan’ı güncellemeye gerek yok. Konu basitçe bir insan hakları meselesidir ve Yunanistan bu anlamda AİHM’ye hesap vermek durumunda kalacaktır.
Ancak bu seçim meselesi bir kez açıldığında insan ister istemez şunu da hatırlıyor. Türkiye’de Ermeniler de epeydir patriklerini seçemiyorlar. Seçim için oluşturdukları Müteşebbis Heyet ve kilise hukukuna göre seçilen Patrik Kaymakamı’na İstanbul Valiliğinin rezerv koyduğu haberleri son üç aydır basında yazılıyor. Türkiye Ermeni Patrikliği’nin 2016 Ekim ayında Patrik Mutafyan’ın hastalığının "geri dönülemez" olduğunu ilan etmesinin, Mutafyan’ın makamını "boş" ilan etmesinin üzerinden 1 yıl geçti. Herhangi bir gelişme yok.
Heybeliada Ruhban Okulu hala kapalı. Ekümenik Patrik Bartholomeos’un açıklamasına göre patrik bu konuyu ne zaman açsa Cumhurbaşkanı Erdoğan da "Atina’da cami yok’ diyormuş.(Bkz. "Yarını Yaşayan Adam-Besim Tibuk" kitabı, röportajı gerçekleştiren Fatih Vural)
Türkiye genel olarak tüm bu meseleleri "Sen onu yapmazsan ben de dunu yapmıyorum" gibi bir rehine pazarlığını dönüştürdü yıllar boyunca. Oysa konu her şeyden önce insan hakları ile ilgili. Bunu iyice kavramakta fayda var.