Yetvart Danzikyan
Narmanlı ile Sur’u birlikte düşünmek
Diyarbakır Sur halkı için bu bayram hiç de bayram gibi geçmedi. İlçe zaten yaklaşık iki yıldır abluka altında ve başta (Gavur mahallesi olarak bilinen) Hançepek olmak üzere birçok mahalle yerle bir edildi. Dümdüz oldu. Kimi sokaklara hala girilemiyor ki bunların arasında Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin olduğu bölge de var.
İşte bu haldeki Sur’da bir de kentsel dönüşüm adı altında yıkımlar başladı. Alipaşa ve Lalabey mahallelerinde Mayıs ayında başlayan yıkım, polis bariyerleri altında devam ediyor. Mahalle halkı ise bu yıkımlara karşı direnmeye çalışıyor. Ancak kentsel dönüşümcüler bu direnişe karşı mahalle halkının elektrik ve suyunu kesme yoluna gitmiş vaziyette. Dolayasıyla Sur halkının bir bölümü bayramı elektriksiz ve susuz geçirdi, geçiriyor. Tüm bu koşullara direnmek ve Sur halkının sesini duyurmak için kurulan Sur’un Yıkımına Hayır Platformu kısıtlı koşullarda elinden gelen çabayı gösteriyor. Mahalledeki son durumu Gazete Karınca’ya konuşan platform sözcüsü Büşra Cizrelioğlu şu sözlerle anlatıyor:
"Yaklaşık 10 gündür Alipasa’nin bir kısmı polis bariyerleri ile çembere alınmış durumda. Zaten susuz, elektriksiz bırakılan ve bu kısımda kalan 10 aile bu yöntemle evlerinden çıkarılmaya çalışılıyor. Platform olarak bu konuyu kamuoyuna duyurmaya çalışıyoruz.(…) Bayrama susuz elektriksiz abluka altında giren aileler var. Bu durumu herkese duyurmak istiyoruz. Bu temelde bayramın 4 günü sürekli Alipaşa’da olacağız. Bayramı ailelerle geçirmeye ve onlara moral olmaya çalışacağız. Bayramı birlikte dayanışma içinde geçirerek yıkımı durdurmaya çalışacağız."
Bu çabalar Batı’da karşılık buluyor mu? Çok değil. Ama ses verenler de yok değil. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde "Sur'a ve Hasankeyf'e doğru barış fenerleri uçuralım" diyen kadın edebiyatçılar, sivil toplum kuruluşları ve CHP ve HDP’den temsilcilerin eşliğinde gökyüzüne fenerler uçurdu. Ancak Sur (ve elbette Hasankteyf’in) yıkım altında kalmasının ülke çapında büyük bir yankı yarattığından söz edemeyiz.
Birazdan bahsedeceğim konu belki ilgisiz bir konu gibi görünecek ama içinde bulunduğumuz tarih, kimlik ve hafıza yıkımının ne boyutlarda olduğunu göstermesi açısından aynı günlere rastlaması, nasıl derler, anlamlı. Tünel’deki Narmanlı Han’dan bahsediyorum. Tarihi, mimari ve kültürel açıdan eşsiz değerdeki bu han özel sektöre geçmiş ve "aynısı yapılacak" iddiasıyla restorasyona başlanmıştı hatırlanacaktır. Bayramın ikinci gününde Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile yaptığı bir söyleşi yayınlandı. Bu söyleşi sırasında Narmanlı Han’ın yeni halinden son fotoğraflar da gün yüzüne çıktı. Böylece aylardır demir perde arkasında gizlenen Narmanlı Han’ın son halini de görmüş olduk.
Eski halinden hiçbir iz taşımayan ruhsuz bir beton maket görünümünde Narmanlı Han. Denecektir ki, ne olacaktı? Belki öyledir ama bu yeni halin pazarlanması için gösterilen çabalar bu tüm Türkiye’ye yayılan yıkımın nasıl bir halkla ilişkiler kampanyası eşliğinde yürüdüğünü de gösteriyor. Tarih, kültür ve hafıza yıkımı, yanına sermayeyi almadan ve bunu kültürel kodlarla paketlemeden edemiyor belli ki. Şöyle diyor Ertuğrul Özkök yazısında:
"İçerde bambaşka bir dünya oluşmuş. Güzel bir restorasyon uygulanmış. İç fasadın renkleri çok güzel olmuş. Pencere kepenkleri ise ‘Osmanlı Yeşili’ adını verdikleri bence çok güzel neftiyle koyu arası bir yeşil olmuş. İçeride çok güzel restoran mekanları yaratılmış. Belli ki avlu büyük bir canlılık yaşayacak."
Nostalji ve romantizme kaçmadan nasıl yazabilirim bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim: Bahçedeki eski noterin önündeki bankta bir çay içip avludaki kedileri bir kez olsun sevmiş, o küçük havuza ve etraftaki tarih kokan odalara bir kez olsun göz atmış birisi o satırları herhalde yazamaz.
O handa yaşayan edebiyatçılardan, ressamlardan bahsetmek de şu an için şart değil. Öyle de olmayabilirdi. Han o haliyle bile Beyoğlu’nun, Tünel’in çok kültürlü halini yansıtan, mimari açıdan da çok ilginç bir simge idi.
Sur’da insanların evleri başlarına yıkılırken ve susuz kalmışken Narmanlı Han’dan bahsetmek belki biraz uygunsuz kaçmış olabilir. Ama inanın bunların hepsi bir yerde gelip birbirine bağlanıyor. Sur, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin, Türklerin ve elbette orada yaşayan envai çeşit halkın hafızası idi. Narmanlı da Türklerin, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, Levantenlerin hafızası ve bu kente dair kurdukları bağlardan biri idi hiç şüphesiz. O avlu canlanır mı? Belki. O lokantalar dolar mı? Bilemem. Ama bu yeni Beyoğlu’nu, yeni Sur’u pazarlama çabalarının pek bir karşılığı yok gibi. Oralar boş birer bina yığını değildiler. İçlerindeki insanlarla o kimliği kazandılar. Yeri gelmişken bir zamanların Narmanlısı hakkında birkaç kelam aktaralım buraya da:
"Narmanlılar Avni ve Sıtkı adında iki kardeştiler. O dönem Eminönü’nde bir iş yerleri vardı ve ticaretle uğraşıyorlardı. Burayı satın alınca bürolarını ufak kapının olduğu binanın ikinci katına taşıdılar. Ruslar (Bina bir dönem Rus elçiliği idi, YD) Müeyyet ve Sofyalı sokaklarını çevreleyen yüksek duvarlar arkasındaki bölümü hapishane olarak kullanırlardı. Narmanlı kardeşlerin burayı satın almasından sonra Sofyalı Sokağı ile Müeyyet Sokağın kesiştiği yerde ve duvarlar üzerinde bir kapı açıldı. Bu kapının girişinden sonraki üç ayrı oda Dr. Firsek Karol adındaki bir heykeltraşa kiralandı. Dr. Karol odalar arasında küçük kapılar açarak burasını çok güzel bir heykel atölyesi haline getirdi. Arabaların durduğu bölüm ise vitrinler yerleştirilerek dükkanlar haline sokuldu. Bu arada Müeyyet Sokağı’nın İstiklal Caddesi ile kesiştiği yerdeki dükkan Andrea Kitabevi olarak açılmış ve yanında da bir halıcı ile Antoine Visconti’ye ait bir konfeksiyon mağazası faaliyet göstermiştir." (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Narmanlı Han maddesi)
Yine, yeri gelmişken, binada bir zamanlar Jamanak gazetesinin de faaliyet gösterdiği hatırlatalım. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ara Koçunyan o dönemi Agos’a sözlerle anlatmıştı 2016 yılında:
"Jamanak gazetesi, 1960’ların ortalarında Narmanlı Han’a taşındı, 2000’e kadar da varlığını orada sürdürdü. Narmanlı Han, Osmanlı döneminde, Sovyetler Birliği’nin Osmanlı’daki sefarethanesi olarak kullanılmış. İstanbul başkentlikten çıkınca Sovyetler Birliği’nin diplomatik temsilciliği başkonsolosluk düzeyine inmiş. Bazı verilere göre Narmanlı Han’ın girişindeki kemerin üstündeki üç pencerede, birinci Ermenistan Cumhuriyeti diplomatik temsilciği faaliyet göstermiş. Başka verilere göre o temsilcilik, yine Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan Han’ın bir bölümünde gözüküyor ancak ne yazık ki her iki veri de teyit edilebilmiş değil."
Neyi yıktıkları belli. Yerine ne koydukları da. İkisi arasındaki mesafe bu ülkenin halklarının hafızası, tarihi ve kökleridir. Bunu unutmayalım.