Armağan Kargılı
Ne kadar demokrasi o kadar patlıcan!
Freedom House, dünyada her yıl ülkelerin demokrasi karnesini çıkarıyor. Freedom House'un raporlarına göre, dünyada özgürlükler konusunda 2005 yılından bu yana yani son 13 yıldır düzenli bir gerileme söz konusu. 2018 yılında, dünyanın 195 ülkesinden 71'inin demokratik kurumları erozyona uğradı. Üstüne üstlük erozyon, "Batı" diye anılan ülkelerde de görülüyor. Popülist siyaset, köklü demokrasilerde bile güçler ayrılığı, azınlık hakları gibi en temel ilkeleri reddediyor, ayrımcılığa prim veriyor. Demokrasilerdeki gerilemenin en önemli işareti de seçilmiş liderlerin yetkilerini artırırken yasama ve yargıyı zayıflatmaları olarak karşımıza çıkıyor. Basın özgürlüğünün gerilediği bu ülkelerde seçimlerde de rekabet giderek azalıyor.
Ekonomide krizin yükseldiği dönemlerde otoriterliğin de arttığına dikkat çeken araştırmalarla sık sık karşılaşırız. The Conversation adlı internet sitesinde yazan Nisha Bellinger ve Byunghwan Son adlı iki akademisyen, duruma tersten bakmış. Demokrasiden uzaklaşan ülkelerin ekonomisinin nasıl etkilendiğini incelemişler. Freedom House'un 2018 yılında demokratik kurumlar konusunda dehşet verici bir gerileme nedeniyle "Özgür olmayan Ülkeler" kategorisine aldığı Türkiye'nin ekonomisinin nasıl dibe vurduğu Venezuela ve Macaristan ile birlikte bu araştırmanın en önemli dayanağı olmaya hak kazanmış.
Araştırmadan bazı satır başları:
-
Her üç ülkenin seçilmiş liderleri son 5 yılda açıkça otoriterleşirken ekonomileri de kötüye gitti.
-
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, yasama ve yargının bağımsızlığını hedefe koyarken, basın ve akademinin özgürlüklerini sınırladı. 2013-2016 yılları arasında Gayri Safi Milli Hasıla reel rakamlarla neredeyse yüzde 60 azaldı. Geçen yıl Türk Lirası'nın dibe çakılmasıyla da ülke tam bir ekonomik krize battı.
-
Venezuela, Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun otoriter yönetimi altında finansal bir çöküş yaşadı. Enflasyon geçen yıl yüzde 80 bin oldu. 2014 yılından beri ülkenin ekonomik verileri yayınlanmasa da milli hasılasının her yıl yüzde 15 azaldığı tahmin ediliyor.
Ekonomideki gerilemenin gerekçelerine ilişkin de şu değerlendirmeler yapılıyor:
-
Merkez Bankası gibi kurumların bağımsızlığının olmaması, Venezuela ya da Türkiye'de olduğu gibi yasama meclislerinin işlevlerini yitirmesi ya da Macaristan'da olduğu gibi üyelerinin çoğunun iktidar partisinden olması otoriter liderlerin yanlış tercihler yapmasını engelleyemiyor.
-
Türkiye, çok güçlü bir liderin yanılmasının yaratacağı riskleri en iyi gösteren örneklerden birisi. 2018 Temmuz'unda Erdoğan, Merkez Bankası başkanını atama yetkisini aldı ve damadını da ekonominin başına getirdi. Ardından da yükselen enflasyonu frenlemek için ekonomistlerin Türk Lirası'nın çakılacağı uyarılarına rağmen faiz oranlarını sınırladı. Tabii ki ekonomi dibe vurdu.
-
Yasama meclisleri ekonomi politikanın belirlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Farklı kesimler, sosyal gruplar taleplerini hükümetlere farklı siyasi parti temsilcileri kanallarıyla duyururlar.
-
İşleyen bir demokraside, mecliste yapılan tartışmalarda muhalifler kendi seçim çevrelerine yardımcı olabilecek ekonomi politikalarının gelişime katkıda bulunurlar, kendi temsil ettikleri seçmene zarar verecek yasaları değiştirmeye çalışırlar.
-
Bunların olmadığı yerlerde sosyal patlamalar ve kitlesel gösteriler olur. İsyanlar, ülkenin altyapısına zarar verir.
-
Uluslararası marketler, sosyal patlamalardan hoşlanmazlar. 2013'ten beri, Türkiye, Macaristan ve Venezuela'daki yabancı yatırımlarda güvenin sarsılması nedeniyle ciddi bir düşüş yaşandı.
Elbette ki, bir ülkenin ekonomisinin kötüye gitmesi, Venezuela örneğinden yola çıkarsak sadece Maduro'nun otoriterliği ile açıklanamayacak kadar karmaşık. Petrol fiyatları, ABD'nin darbe girişimleri, ambargo gibi gerekçeler ilk akla gelenler. Ama Maduro, kendi iktidarını nasıl sürdüreceğini düşünüp altın istiflemek ve yolsuzluğa bulaşmak yerine gelir artırıcı modeller üzerine çalışamaz mıydı?
Bir Orta Amerika ülkesi olan El Salvador'da ülkede yerleşik 2 partiye rağmen seçimi birinci turda Nayib Bukele kazandı. "Kimse çalmazsa para herkese yeter" sloganıyla yolsuzluğa karşı çıkan Bukele'nin kazanması, seçmenin iyiye, güzele, doğruya ilişkin hâlâ umudunun olduğunu ortaya koymuyor mu?
Türkiye örneğine bakarsak, 2013, yani yukarıda sözü edilen araştırmanın başlangıç tarihi, Türkiye'de Gezi olaylarının şiddetle bastırıldığı yıl olarak tarihe geçti. Yani, Türkiye'de iktidarın yeniden şiddete sarıldığı yıl oldu bu tarih. Ekonomideki baş aşağı gidişin de başladığı tarih yani.
Bir rakama daha dikkat çekmek istiyorum. Asgari ücretin 500 Euro sınırına dayandığı, Avrupa standardını yakalayamasa da en azından makasın daraldığı tarih olan 2015 yılına bir göz atmakta yarar var. Bu tarih, "çözüm süreci" diye adlandırılan dönemin devlet eliyle bitirildiği tarih. Kürt sorununda yeniden şiddete, savaşa dönülen tarih. O günden bu yana asgari ücret sert bir düşüşle son zamlara rağmen 350 Euro'ya kadar geriledi.
Şimdi iktidar meydanlarda açlıktan, işsizlikten söz edenlere mermi maliyetini hatırlatıyor. "Ulusal çıkar" gibi, "beka sorunu" gibi içi boş, herkes için farklı anlamlara gelebilecek kavramların arkasına sığınıp savaş isteyenlerin görmezden geldiği bu sorun, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıkça dile getiriliyor.
Çok geç olmadan, barış için ölümü göze alanların, açlık grevindekilerin, cezaevindekilerin, sürgündekilerin sesine ses olmak zamanıdır şimdi. Demokratik kurumlar olmadan, demokrasi yerleşmeden, barış olmadan ekmek de yok.
Ya mermi ya patlıcan.