Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
'Ne yapıyorsam oğlumun ve tüm çocuklarımızın geleceği için diye düşünüyorum'
İrem Afşin, halkla ilişkiler sektöründe uzun seneler meslek icra ettikten sonra Gezi süreci ile birlikte asıl istediği işi yapmaya başlamış. Yani o bir gazeteci. Ama öyle enerjik ki herhangi bir gazeteci de olmamış tabii. Ona senelerdir aynı zamanda sokaklarda, meydanlarda hak ve demokrasi mücadelesi verirken rastlıyoruz. Artık sembolü olmuş mor kıyafetleri ve aksesuvarlarıyla koşuşturuyor.
İrem Afşin aynı zamanda otizm konusunda bu ülkede verilen sivil farkındalık mücadelesinin önde gelenlerinden. Artık genç bir adam olan oğlu Nazım Özgün üzerinden başladığı bu mücadeleyi toplumsallaştırabilmiş İrem Afşin. İrem Afşin ile buluştuk ve kendisine mücadelesinin bütün veçhelerini sorduk:
İshak Karakaş: İrem Afşin'i demokrat kamuoyu yakından tanıyor. Yine de okurlarımız için kendinizi biraz daha anlatırmısınız?
M. İrem Afşin: Çok yağmurlu Nisan günlerinden birinde, dünyanın en karmaşık ama rengarenk şehirlerinden İstanbul’da doğdum. Hayatım boyunca tek okul olarak kabul ettiğim Sankt Georg Avusturya Lisesi’nden sonra, "part time öğrenci/full time çalışan" olarak mecburen(!) Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdim, bugüne kadar hiç kimseyi "işletme"yi denemedim:) Çocukluğumdan beri hep gazeteci olmak istemiştim aslında, ama hayat farklı planlar yapar ya bazen, reklamcılıkla başlayıp halkla ilişkilerle devam eden 24 yıllık iletişim danışmanlığı kariyerimde yazı, mesleğimin ana parçası oldu. Gazetecilikle ilgili kısmetim ise 40 yaşında açıldı:) İnsanın çocukluk hayaline kavuşması için yaş önemli değilmiş! Gezi'den önce amatör köşe yazarlığı yapmaya başlamıştım, Gezi sonrası süreçte kendi mesleğimi yapamaz hale gelince, bu kez dergi ve web site/portallara özel haberler, röportajlar hazırladım, editörlük yapmaya başladım. Geçen yıl kapanana kadar Geo Türkiye dergisinde editör-yazar olarak çalıştım. Son iki yıldır reportare.com röportaj haber sitesinde uzun nehir röportajlarım yayınlandı. "Ne iş yapar bu İrem?" sorusunun artık birden fazla cevabı var. Şimdilerde muhalif kimliğimi takmayan marka, kurum ve STKlara iletişim danışmanlığı yapıyorum, çok sevdiğim Dokuz8Haber ajansında ise haber editörlüğü kapsamında özel haber dosyaları, röportajlar yapıyorum. Kendimi çırak gazeteci -yazar olarak görüyorum hâlâ, benden çok daha uzun yıllardır gerçek gazetecilik yapan arkadaşlarımdan çok öğreniyorum. Sivil aktivizm cephesinde ise Demokrasi İçin Birlik ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu aktif olarak görev aldığım örgütler. Nuriye ve Semih ile Dayanışma grubunun da üyesiyim, onların direnişleri beni çok etkilediği için başından beri takip ediyorum, her gün açlık ve direniş günlerini saymak gibi bir görev biçtim kendime, iletişim tarafında elimden ne gelirse yapıyorum. Ama... Bütün bu sıfatların ötesinde ben farklı gelişim gösteren bir çocuğun annesiyim! İyi ki de öyleyim:) Şimdi 16 yaşındaki oğlum Nazım Özgün ile 13 yıldır otizm dünyasında yaşıyoruz, on yıl boyunca derneklerden federasyona aktif olarak otizm sivil toplum örgütlerinde çalıştım. Ülkede yapılan ilk otizm iletişim kampanyalarında imzam olmasından gurur duyarım. Otizm farkındalığı ve özellikle yeni tanı alan çocuklarımıza ve ailelerine hala gönüllü desteklerim sürüyor, hayat boyu otizm aktivisti olarak kalacağım. Beni "aktivist" yapan otizme zaten tuhaf bir şekilde minnettarım:) Çok mu uzattım? İnsanın kendini kısa anlatması zor bence:) Uzatmadan özetlersem; önce insanım, kadınım, otizm, kadın cinayetleri, ayrımcılık, eğitim ve çocuklarla ilgili sosyal aktivistim. Demokrasi İçin Birlik'le beraber artık gerçek demokrasi için çalışan neferlerden de biriyim. Ruhu iyi, vicdanlı insanlarla, nefes alan her türlü canlıyı- kediler ve köpekler ayrıcalıklı!- müziği, şarkı söylemeyi, edebiyatın herşeyini, denizi, gökyüzünü, ağaçları, kocaman dağları pek severim. Renklerden mor'a takıntım var, üzerimde, çevremde mor renk olunca daha huzurlu ve ben hissediyorum. Ve hayatta en çok yazı yazarak nefes alabiliyorum.
Ahmet Tulgar: Neredeyse demokrasi mücadelesinin bütün alanlarında hem bir medya mensubu hem de bir sokak eylemcisi olarak görüyoruz sizi. Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?
M. İrem Afşin: Bilmem ki öyle mi, sanki ne yaparsam yapayım az gibi geliyor... Hiperaktifim ben:) Şakası bir yana, gerçekten hiperaktivitemi doğru kanalize ederek aynı anda bir çok işi takip etmeyi, farklı konularda çalışmayı, etrafımdaki herkesi bazen şaşırtacak kadar koşturmayı becerebiliyorum... Bu çoğu zaman çevremdeki veya çalıştığım ekiplerdeki insanları şaşırtıyor, hatta sorun yaşamamıza neden oluyor, haklı olarak anlamakta zorlanıyor insanlar... Arkadaşım gazeteci Elif Yılmaz bir gün şöyle demişti, çok gülmüştüm:)) "Sabah bakıyorum İrem Çağlayan'da basın açıklamasını canlı yayınlıyor, öğleden sonra DİB toplantısına gidiyor, akşamüstü yine bir eylemden canlı yayın yapıyor, arada Nazım'a yemek yapıyor, Twitter'dan şakalaşıyor; akşam Twitter'dan haber özetleri geçiyor, gece bitmiyor... Ben seni takip edip okurken yoruluyorum, sen hiç durmaz mısın?" Bence çok iyi bir özettir Elif'inki, gerçekten 24 saat yetmez bana bazen. Enerjiyi nereden buluyorsun diyorsun ya, kaynak kocaman bende, çünkü öncelikle Nâzım ruhumu ve kişiliğimi çok besliyor. Çocuklar genel olarak enerji kaynağım. Bir de kadınlar! Kadınların enerjisi çok başka... Sokağa gelince... Sokak, bence hayatın asıl yaşandığı yer. Ben Gezi'den önce de sokaktaydım, kadın eylemleri, çocuklarla veya eğitimle ilgili eylemler, otizm eylemleri, 1 Mayıs, LGBTİ+... Bazen hakaret etmek için sosyal medyadan "siz de iyice terörö vatan haini oldunuz" diyenler oluyor; çok gülüyorum: "Yeni mi anladın canım?" Nazım Hikmet gibi bakıyorum çünkü duruma, bendeki de Nâzım'daki vatan hainliğinden:)
İshak Karakaş: Hep böyle miydiniz, süreç mi sizi bu hale getirdi?
M. İrem Afşin: Ben 30'lu yaşlarımın başından beri böyleydim aslında, Gezi'den sonra dozu arttı sadece, bir de sivil aktivizme bir kez alışınca insan her anlamda hak savunuculuğuna devam etmek istiyor. Üstelik bu ülkede tek başına çocuk büyüten yalnız bir annenin biraz anarşik, biraz asi biraz sıradışı olması da kaçınılmaz, toplum da zorluyor, itiyor sizi. Yine de düşünüyorum, 16 yaşında tek hayali gazetecilik olan Avusturya Liseli küçük burjuva kızına, 40'ımdan sonraki halimi anlatsam herhalde inanmazdı! Hayat beni çok savurdu ama güzel savurdu; şu anda durduğum noktayı hayal bile edemezdim; son nefesime kadar mücadeleye ve kendimi geliştirmeye devam edeceğim. Sokakta ses çıkarmak, o sesi yükseltmek; çığlık atmak gerektiğine çok inanıyorum. Yine de "sokak eylemcisi" biraz eksik bir tanım, ben aktivistliğin ciddi ve önemli bir parçası olarak görüyorum sokakta olmayı.
Ahmet Tulgar: Oğlunuz ve artık bir twitter fenomeni de olan Nazım Özgün üzerinden otizm konusunda büyük bir farkındalık mücadelesi verdiniz. Bu konuda neler anlatmak istersiniz?
M. İrem Afşin: Aman Twitter fenomeni demeyin, bıraksam olacak! Fenomen demeyelim de kendi hikayesini anlatışı, duruşu, yaşına göre olgun değerlendirmeleri ve çok düzgün dil kullanımı ile insanların dikkatini çekti, sempatilerini kazandı diyelim. Kesin laf edecek şimdi bana bunu okuyunca:) Bazen sonradan iyice ortalığa yayılınca okuyorum tweetlerini, oğlum diye değil ama çok beğeniyorum iletişim tarzını... Otizm bizim hayatımızı tamamen değiştirdi diyebilirim. Otizm Nâzım'a ait ama beni de çok eğitti, dönüştürdü. 3 yaşında otizm tanısı aldı Nâzım Özgün ve ben bir süre oğlum Rain Man olacak sandım:) Şimdi geriye dönüp bakınca o hiçbir şey bilmeyen, kendini suçlayan, çok üzülen, çok çırpınan genç ve yalnız anneyi hep kucaklamak istiyorum. Bu yüzden yeni tanı alan annelere elimden geldiği kadar destek vermeye çalışıyorum. Bu bir bayrak yarışı benim için, ben de diğer annelerden çok öğrenmiştim. Bizim Nâzım Özgün ile iki büyük şansımız vardı, birincisi oğlum çok iyi bir savaşçı çıktı, yaşama katılmak için çok mücadele etti, kendi farklılıklarını dönüştürmeyi başardı, çok azimlidir o ve çok ama çok çalıştı. Ve aştı! Ben ona ve yapabileceklerine hep inandım. Oğlum hep bir adım öteye giderek gururlandırdı beni... Otizm çizgisi dışına çıktı, 8-9 yaşından beri daha çok Asperger özellikleri gösteriyor. İkincisi ise, ben hep çok araştırdım, çok okudum, çok ders çalıştım otizm konusunda, kitaplar okudum, yurtdışına gittim, dünyada neler olduğunu hep takip ettim, bizim çocuklarımızın ne günahı var da bu kadar yetersiz kalıyoruz diye düşünürüm hep. Sonra Nâzım'ın eğitimi için, eğitimcileri çalışabilsin diye programları, farklı terapi sistemlerini çevirdim; böylece biz hep doğru uzmanlarla, çok iyi bir ekiple çalıştık. Eskiden "Nâzım Ekibi" derdim, nöroloğundan her çeşit terapiste, eğitimciye, çok insanın emeği vardır oğlumun üzerinde. Nâzım hepsinin çocuğudur, onu benimle beraber büyüten Müge'miz net anne yarısıdır mesela... Hala da hepsiyle görüşürüz haberleşiriz. Takım çalışmamız harika bir sonuç verdi diyebilirim, mucize demeyi çok sevmiyorum doğrusu, Nâzım çok ahdetti... Otizmli çocuklara doğru bir eğitim, tedavi ve şans verildiğinde neler yapacaklarına dair iyi bir örnek oldu Nâzım Özgün. Ben de çok inatçıyımdır, otizm benim inadımdan da çok çekti; oğlumun ilerleme kaydetmeyeceğine hiç inanmadım, tıp bilimine ve sevginin gücüne çok inandım... Nâzım Özgün farklılıklarının çok farkında olarak büyüdü ve bu farklılıkların kişilik özelliğine dönüşmesini yıllar geçtikçe izledim... Kendine güvenen, sosyal iletişimi gelişmiş, güleryüzlü ve bilgili bir delikanlı oldu.
İshak Karakaş: Onunlar gurur duyduğunuz çok belli. Ama önemli bir mücadele vermişsiniz beraber, değil mi?
M. İrem Afşin: Oğlumla sonsuz gurur duyuyorum; o benim en iyi hayat öğretmenim. Belki de birlikte büyüyüp değiştiğimiz için biz beraber çok eğleniyoruz. İnsanların ilgisini çekiyor bazen bu durum:) Evet ben biraz otoriter ve kuralcı bir anneyim, olmak zorunda kaldım çünkü otizmle yaşam biraz disiplin gerektiren bir akış. Ama öte yandan demokrat ve bireysel bir düzenimiz de var; biz ana oğuluz tamam ama aynı zamanda hayatı ve evi paylaşan iki farklı bireyiz. Otizm ikimize de küçük mutluluklar ile zor hayatımızı kolaylaştırmayı öğretti. O yüzden belki de, Nâzım Özgün benim komik bir "Anniş" olduğumu, diğer anne tiplerinden farklı olduğumu söyler hep. Standart kurallarımız yoktur bizim; Nâzım konuşmaya başladıktan sonra herşeyi konuşarak, anlaşarak, müzakere ederek belirledik. Şimdi azcık(!) ergenlik sorunlarımız var tabii ama, olayın tuzu biberi. Geldiği noktadan o kadar memnunum ki o ters ters söylenen ergen "Hayır!"larına gülüyorum ben, gülerek "sayın ergen niçin bağırıyorsunuz efendim?" diyorum, ben gülünce o da kızgın tavrını bırakıyor, beraber gülüyoruz, bazen "azcık normal bir anne olsana!" der, ben de "normal çok sıkıcı" derim:)) Biz çok zor bir yoldan bugüne ulaştık, o yüzden çok şükrediyorum hep. Gözlerim doluyor bakın hâlâ anlatırken...Bahsettiğim gibi 10 yıl aktif olarak otizm sivil toplum kuruluşlarında çalıştım, 2 yıldır STKlarda aktif görev almıyorum. Pes etmedim ama yoruldum, yeni ve genç ailelerin de önünü açmak lazım. Otizm konusunda bir arpa boyu yol gidebildik mi, inan bazen bilmiyorum. Yine de otizm farkındalığında yıllar önceye göre daha iyi bir noktadayız, eski algıları epey değiştirdik, ama devlet ve sosyal sistem hâlâ çocuklarımızın haklarını vermiyor. Otizm Eylem Planı yıllardır uygulanamadı, maalesef önümüzdeki yol çetrefilli ve uzun. Ancak çok çocuğumuz var, sayı giderek artıyor, üstelik çocuklar büyüyor. Çok ciddi olarak acilen yetişkin otizmli bireyler için barınma, koruma, eğitim, iş imkanları yaratılması gerekiyor, çocuklarımız eğitimden dışlanmamalı; ailelerin en büyük kaygısı ise, benden sonra çocuğuma ne olacak? Ağır otizmli birey sayısı çok yüksek, maalesef devletin görmezden geldiği çok sorun var otizmle ilgili... Toplumun bilinçlenmesi konusunda ise... Sanırım eskisine nazaran daha cazgır olabiliyorum ayrımcılıkla, kötülükle, şiddetle karşılaştığımızda... Her doğal gelişimli çocuğun sahip olduğu haklara farklı gelişimli tüm çocuklar da sahip olmak zorunda.
İshak Karakaş: Farkındalık mücadeleniz sadece otizm konusuyla sınırlı kalmadı, bütün hak mücadelelerine destek verir oldunuz. Bu sizin farkınız oldu. Bu gelişme nasıl gerçekleşti?
M. İrem Afşin: Amedli bir baba, kardeşim saydığım, "insanın doğuştan "öteki" olmasıyla, sonradan "öteki" olması arasında ince bir çizgi vardır" demişti, çok inanıyorum bu söze. Ben sonradan öteki olanlardanım, daha doğrusu oğlumun ve otizmli çocukların yaşadığı ayrımcılık, bir öteki annesi olmak, bende bir değişim yarattı. Toplumdaki diğer "öteki"leri merak ettim, okudum, insanlarla konuştum, hikayelerini dinledim... Fark ettim ki sonra bütün ötekilerin ortak çok derdi var: Ayrımcılık, toplumdan dışlanmak, hatta şiddet... O yüzden handikaplı gruplarla çalışmak istedim, gönüllü olmak beni çok huzurlu hissettiriyor. Yetişebildiğim her hak mücadelesine katılıyorum ama öncelikli konular var tabii, çocuk, kadın, LGBTİ+, özgür basın, her türlü ayrımcılık ve şiddet, barış, demokrasi, çevre gibi...
Ahmet Tulgar: Özellikle tutsak gazeteciler için çok aktive oldunuz. Cumhuriyet davasında beklentiniz nedir?
M. İrem Afşin: Haksız hukuksuz yere özgürlüğünden olan herkes için hak savunuculuğu yapıyoruz tabii ama gazeteciler son yıllarda giderek artan oranda adaletsizliğe uğruyor. İnsanın meslektaşlarının, arkadaşlarının hapiste olması çok zor. Bir gün başımıza ne geleceğini bilmeden mesleğimizi doğru bildiğimiz şekilde yapmaya çalışıyoruz. Bugün dışarıda zor şartlarda gazetecilik habercilik yapan herkes, özgür basına inandığı ve hakikatleri anlatmaktan vazgeçmeyeceği için devam ediyor. Cumhuriyet davası, bu anlamda bir sembol. Halen içeride 150'den fazla basın emekçisi, sadece gazetecilik yaptığı için özgürlüğünü kaybetti, "gazeteci hapishanesi Türkiye" diyor yabancı basından arkadaşlar, çok utanıyorum. Ama utancımdan daha büyük bir öfkem var, çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bu anlamda sadece Cumhuriyet davasını değil, ülkenin her yerinden basın mensubu arkadaşların davalarını takip ediyorum, akademisyen, avukat, üniversite öğrencisi, hak mağduriyeti yaşayan herkesle dayanışmak zorundayız ama basın başka bir şey, halkların sesi soluğu, haber alma hakkı engellenemez. Cumhuriyet davasında yaşananlar herkesin adalet duygusunu zedeledi, biz dışardaki Gazeteciler arkadaşlarımız serbest kalana kadar uğraşmaya devam edeceğiz.
İshak Karakaş: Poyraz Ali ve annesini de cezaevinden almaya gidenlerdendiniz. Karşılama nasıl oldu?
M. İrem Afşin: 4 yıldır çalışıyorduk Poyraz Ali ve annesi Zeynep'in özgürlüğü için... Aslında başarılı olamadık diyorduk biz, Poyraz Ali'ye özgürlük ekibi, çünkü denetimli serbestlik hakkını 1 yıl önce kazandı Zeynep ama siyasi bir hükümlü olduğu için hakkını kullandırmadılar. Ama Poyraz Ali'nin eğitim sürecinde yaptıklarımız önemli, hapishane ortamındaki bir otizmli çocuk için gerekli olan ne varsa sağlamaya çalıştık ve becerdik de... Düşün hapishane ortamındaki otizmli bir çocuğu konuşturmayı başardık. Kendi oğlum için diyemem ama benim için Poyraz Ali gerçekten mucizedir, çok gurur duyuyorum küçük sarı kafa oğlumla... Zeynep'in Gebze Kadın Cezaevi'nden tahliye olduğu gün, o üçünün ilk sarıldığı an, yıllardır beklediğimiz, umut ettiğimiz andı... Çok özeldi, hiç unutmayacağım... Zeynep-Emrah-Poyraz Ali'nin hikayesi bana çocuklar ve kadınlar için çalışmaya devam etme gücü veriyor. Biliyorum ki dayanışmayla herşeyi çözebiliriz, asla pes etmemek lazım.
Ahmet Tulgar: Siz aynı zamanda iyi bir halkla ilişkilercisiniz. Sektörde tanınıyorsunuz. Bu mesleki bilginizi mücadelenizde kullanıyor musunuz?
M. İrem Afşin: Artık mesleğimi çok aktif olarak yapamasam da(!) tabii ki yıllara dayanan tecrübemi sivil toplum çalışmalarında kullanıyorum. Medya iletişimi, organizasyon, kriz iletişimi, kampanyalar, sosyal medya yönetimi hakim olduğum alanlar. Bu açıdan şanslı sayarım kendimi, biraz daha iş odaklı bakabiliyorum ve insanlar için çalışmayı çok seviyorum.
İshak Karakaş: Demokrasi İçin Birlik hareketinde de yer alıyorsunuz. DİB'in çalışmaları ne aşamada? Kampanyalarınız nasıl gidiyor?
M. İrem Afşin: Demokrasi İçin Birlik (DİB); özgürlüklerin kısıtlandığı, yurttaş haklarının askıya alındığı bir ortamda, demokratik mücadele vermek için kurulmuş geniş katılımlı, herhangi bir siyasi görüşün ya da partinin çatısı altıda olmayan, bağımsız bir demokrasi ortaklığı. Hedefi belli olan onlarca sivil toplum kuruluşundan temsilciler ve birey olarak vatandaşlar birlikte çalışıyoruz. Demokrasi İçin Birlik; herkesin farklı kimliği ile eşit yurttaşlık haklarına sahip olması, din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye alan bir laiklik anlayışı, insanca çalışma ve yaşama koşullarının garanti altına alınması gibi temel değerler üzerine kurulu gerçek bir demokrasi için mücadele ediyor. 100’ü aşkın örgüt, platform, inisiyatif, kurum ve demokrasiden yana bireyler ilk olarak, 28 Haziran 2016’da, eski büyükelçi, milletvekili ve AİHM yargıcı Rıza Türmen’in çağrıcısı olduğu toplantıda bir araya geldi, bir Başlangıç Bildirgesi üzerinde uzlaşarak yola çıktı. 23 Ekim 2016’da gerçekleştirilen Demokrasi Kurultayı ile ilk çalışmalar başladı. Bu kurultayda, OHAL ve KHK’lar, Başkanlık Sistemi, İnanç Özgürlüğü ve Barış başlıkları altında dört temel mücadele alanı belirlendi. Olağanüstü Hal’in uzatılmasına karşı gerçekleştirilen "Uzatma"kampanyasının ardından, Anayasa Referandumu’nun gündeme gelmesiyle birlikte, "#HayırBizVarız" kampanyası hayata geçirildi. Demokrasi mücadelesinin bir yurttaş hareketine dönüşmesinin önkoşulu olarak, çeşitli yerleşim birimlerinde yaygınlaşacak "Hayır Meclisleri"nin kurulması konusuna fikri ve fiili destek verdi. Yeni döneme ilişkin siyaset anlayışını konuşmak ve yol haritasını oluşturmak üzere 22 Ekim’de toplanan Demokrasi İçin Birlik Forumu DİB’in önümüzdeki dönem çalışmalarının yönünü belirledi. DİB olarak son dönemde "OHALsiz Türkiye" kampanyası başlattık. Adaletsizliğin, hak gaspının ve tek adam rejiminin dayanağı olan OHAL ve KHK’lara karşı durmak için, hayatın her alanında gerçekleştirilecek demokratik halk muhalefetinin, temel eksen olacağına inanıyoruz. Yaygın yurttaş birlikleri ve meclisler, DİB’in temel dayanaklarını oluşturuyor. Yerel örgütlenmeler, demokrasi platformları, halk meclisleri, halk forumları, mahalle meclisleri, adalet ve demokrasi yürüyüşleri, toplantılar, internet üzerinden kurulan dayanışma ağları, hepsi bu ağın temel özneleri. Çalışmaya devam edeceğiz, dileyen herkesi birlikte mücadele etmeye davet ediyoruz.
İshak Karakaş: Nazım Özgün'ü de sürece arkadaşça katıyorsunuz? İlkgençlik yıllarındaki bir insan olarak Nazım Özgün bu süreci nasıl değerlendiriyor?
M. İrem Afşin: "Güzel mücadele ettiğimizi" düşünüyor:) Gündemden, haberlerden, haberdar tabii, benimle çok toplantı, eyleme geliyor uzun yıllardır... İleride kendisi de sivil toplumda çalışmak istiyor, bence beni aşacaktır... Ne yapıyorsam oğlumun ve tüm çocuklarımızın geleceği için diye düşünüyorum; çocuklar büyüdüklerinde "neden ses çıkarmadınız?" demesinler isterim. Nâzım Özgün'le en sevdiğimiz slogandır, öyle bitireyim: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!