Yiğit Bener
Nükteyi noktalamak
Nüktedanlık, sürç-i lisan etmeden icra edilmesi zor bir zanaattır.
Hele dört tarafı kutsallarla çevirili bir coğrafyada, kelleyi koltuğa almadan bu yola çıkılmaz: Baştan hiç niyetiniz olmasa bile sağa döndüğünüzde bir kutuptakilerin, sola döndüğünüzde bir başka kutuptakilerin kutsalına kaçınılmaz olarak diliniz dolanır, dile dahi gelmemesi gereken tabuları gözler önüne seriverirsiniz.
Üstelik alıştığınızı ve artık aldırmadığınızı sansanız dahi, o kutsalların sizi boğup nefes aldırmamasına duyduğunuz anlaşılır tepki nedeniyle -farkında değilsinizdir ama- dilinizi tutmakta zorlanıyorsunuzdur aslında. Dolayısıyla başta niyetiniz ille dil uzatmak olmasa bile, bilinçdışınız sizi sürekli olarak kışkırttığı için göz açıp kapayıncaya kadar diliniz sürçer ve bir bakmışsınız, göz kırpayım derken kaş kaldırıp göz çıkarmışsınız!
Eh, göz göre göre dilinizin altındaki baklayı çıkartınca da gözden düşmeniz ve dili zifirlerin dilinizi keserek haddinizi bildirmeleri bir olur. Peki ama dilinin belasını çekeceğini bile bile insanın dili neden çözülür derseniz, o da kemiği olmadığı içindir denebilir.
İroni, kutsallar ve ona eşlik eden tabular yüzünden düşüncesini dile getiremez hale gelenlerin, dertlerini ille ama sesini de yükseltmeden anlatmaya kararlı olduklarında sıkça başvurdukları bir yöntemdir.
Peki tam olarak nedir ironi?
Türkçeye Fransızcadan, Fransızcaya da eski Yunancadan geçen ironi kavramını TDK ve Dil Derneği sözlükleri (ve belli başlı Fransızca sözlükler) "söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme" olarak tanımlıyorlar.
Bu tanım aslında ironiyi neredeyse iğneleme ("tariz") ile bir tutan, basit bir şakaya ya da alaycılığa indirgeyen bir hayli dar bir kalıp.
Öyle midir gerçekten? İroniyi basit bir söz söyleme sanatına, bir "maksadını gizleme", "örtük yolla söyleme" yöntemine indirgeyebilir miyiz?
Amaç bu kadar basit olsaydı, aklı başında yazarlar bu yöntemi kullanmaktan çoktan vazgeçmezler miydi?
Mukterdirleri sevmemek başka, hafife almak başka! Eleştirinizi mizahi bir biçemde sunarak, şakayla, nükteyle sarmalayarak ne kadar yumuşatmaya çalışırsanız çalışın, muktedirler hepten aptal değildirler. Ne yapmaya çalıştığınızı pekâlâ anlarlar.
Zaten anlamasalar bile, eğer yazar ironiyi başarılı biçimde kullanmışsa, okurlardan yükselen kahkahalar onu ele verir, muktedirlere ne anlamaları gerektiğini hemen işaret eder.
Muktedirlerin hukukla araları pek iyi olmadığı için de yazarın mahkemede "ama ben öyle değil böyle dedim" diye kendini biçimsel olarak savunmaya çalışması genellikle pek işe yaramaz. "Subliminal" derler, "aklından geçti" derler, "sen zaten hem şu hem bu hem de tam zıddısın" derler, gerekirse sahte belge üretirler, o da olmadı yargısız infaza başvururlar ve Ezop’ın yüzyıllar önce söylediği gibi, lafı fazla da uzatmadan "suyumu bulandırıyorsun" diye kestirip ataralar ve cezayı keserler.
Özetle, ironinin tanımı bu kadar dar olsaydı, ona sadece zekâsı kıt yazarlar başvururdu ve bir iki kötü tecrübeden sonra onlar bile işe yaramadığını görüp kısa sürede bundan vazgeçerlerdi.
İroninin bir diğer tanımına da Kubbealtı ve Ötüken sözlüklerinde rastlıyoruz. Her ikisi de ironiyi "alaylı anlatım" ve "mizah" ile eşanlamlı olarak tanımlamışlar. Başka bir deyişle onlar da kavramı haklı olarak daha geniş bir çerçeveye oturtmakla birlikte, bu sefer de özgünlüğünü ortadan kaldıracak derecede muğlaklaştırmışlar.
İşin ilginç yanı, tüm bu sözlük tanımlarında ortak nokta, ironiye atfedilen "alay etme" amacı, yani özünde muhatabını aşağılamayı hedefleyen "kötücül" bir niyet ve üst perdeden bir söylem.
Öyle midir gerçekten? İroni sadece alaycı bir ifade yöntemi midir? Sadece ya da özellikle alay etmek midir derdi, aşağılama amaçlı mıdır? Öyle ise eğer, henüz resmi sözlüklere girmeyi başarmamakla birlikte güncel dilin sınırlarına dayanmış olan "sarkazm" ya da "sarkastik anlatı" kavramlarıyla ironi aynı şey midir? Ya da ironi genel olarak mizah mıdır? Her tür mizah ironi midir?
Eğer bu kadar basit olsaydı ve bu kavramlar özdeş olsaydı, mizaha başvuran bir yazarın başına gelebilecek en kötü şeyin espri yaptığının anlaşılmaması olduğundan hareketle benim de çoktan havlu atıp yazarlıktan vazgeçmem gerekirdi.
Nasıl mı? Açıklayayım.
Geçen haftaki Havlu Atasım Var yazımın ardından birçok okurumdan "aman sakın havlu atma" mealinde mesajlar aldım. İtiraf etmeliyim ki "demek okurlar yazdıklarımdan memnunlar, yazmaya devam etmemi istediklerini vurgulamak istemişler" düşüncesiyle mutlu bile oldum.
Oysa o yazıda, "toplumsal yaşamda tanık olunan saçmalıklar insanı bezdirse dahi, yazmaktan vazgeçmeye hiç niyetim olmadığını, tam aksine Artı Gerçek gibi bir mecrada yazmaktan mutlu olduğumu, burayı doğru mecra olarak gördüğümü" ironik bir anlatımla da olsa gayet açık bir şekilde belirtmiştim.
Öyle olunca, asıl bu durumda, yani espri yapmaya kalkıp yüzüme gözüne bulaştırdığım, derdimi anlatmaktan aciz olduğum için havlu atmam gerekmez miydi? Ya da tam tersi bir kibirle ve üst perde bir söylemle okuru, "okuduğunu anlamaktan aciz olmakla" suçlamam gerekmez miydi? (öyle ya: Hata sadece yazara mı mahsustur? Okurlar da insan değil midir?)
Başka bir deyişle, yazım özellikle ironik bir biçemle yazılmış değil de genel anlamda basit bir mizah yazısı olsaydı ya da "düşündüğünün tersini söylüyor gibi yaparak savcı atlatma" yönteminden ibaret olsaydı, şu an saçımı başımı yoluyordum!
Saçlarımın bekası açısından neyse ki ironi biraz daha karmaşık bir kavramdır ve ironiye başvuran yazarla okuru arasında anlayıp anlamamanın ya da beğenip beğenmemenin ötesinde daha karmaşık bir ilişki oluşturur.
Bu ilişki daha karmaşık, daha düşünsel, daha karşılıklı etkileşime açık olduğu için ben "havlu atma" ihtimaline karşı çıkan okurların o cümledeki ironiyi pekâlâ algıladıklarını hissediyorum ve neden ironiyi görmezden gelip bana "sakın bırakma" talimatı verdiklerini anlayabiliyorum: Belli ki, mevcut siyasi/düşünsel/toplumsal ortam o kadar bunaltıcı hale geldi ki, muhalif bir kalemin -hangi gerekçeyle olursa olsun- susmasının şakasına dahi insanların artık tahammülü kalmadı.
Aynı şekilde, Freud’ün Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri’ni okumamış olan okur bile her şakanın altında ufak da olsa bir gerçek payı olduğunun farkında. Ve bu okur bilir ki eğer kullandığı üsluptan ötürü yazmayı sevdiğini gizlemeyen (hatta bu nedenle biraz da klavyesi düşük) bir yazar, "havlu atma" temelinde ironi yapıyorsa, belli ki toplumsal gündem -herkes gibi onda da- isyanla karışık bir bezginliğe yol açmış.
Bununla birlikte, söz konusu bezginliğin ironi aracılığıyla dışavurumunun, aslında "yeter artık, bıktık bu adamlardan!" duygusunu okurla yazar arasında ortaklaştırmaya hizmet ettiğinin her ikisi de bilincinde.
Sonuçta, aynı toplumsal olaylar değişik açılardan ve birbirinden oldukça farklı biçemlerle ele alınabilir. Her biri olaya bakışımızı ve yaşananları algılayışımızı farklı biçimde etkilemeye adaydır. İroni için de bu geçerlidir.
Yazarın düşüncesini ve duygusunu okura ironi yoluyla anlatmasının diğer biçemlerden, yöntem ve söylemlerden farkı ya da ayırt edici özelliği, ola ki yazar ve okuru arasında daha dinamik, bir anlamda daha eşit bir ilişki kurulmasına olanak tanıyor olmasıdır.
Peki ne midir ironinin "asıl" tanımı?
İroni aslında dilbilim ve edebiyatın ötesinde, Sokrates’ten Aristoteles’e, Kierkegard’dan Bergson’a ya da Deleuze’den Jankeleviç’e birçok antik ya da çağdaş filozofun özel alarak ele aldıkları, uzun metinlerle irdeledikleri başlı başına bir tartışma konusudur.
Ve asıl ironik olan, bu kadar önemli düşünürün ironinin net bir tanımı üzerinde fikir birliği edememiş olmaları ve ironiyi odağına almış olan bu yazının asıl varmak istediği noktaya (ironiyle ilgili noktalama işaretlerine) daha yaklaşamadan noktalanıyor oluşu değil mi?
Gerçi, ironinin temel işlevi ola ki budur sadece: Çelişkileri işaret etmek ve karmaşık gerçekler hakkında daha geniş ve yer yer zıt açılardan bakarak meselenin bütünü hakkında düşünmeye davet etmek…
Tek doğruları olanlar, her şeyi kutsallık temelinde düşünenler, tabularla düşünceyi cendereye almak isteyenler işte bu nedenle ironiyi (ve daha geniş anlamda mizahı) sevmezler.
Böğürmek için kafa çalıştırmaya ve anlamaya gerek yok.
Gülebilmek içinse önce düşünmek gerek.
Gerçi ironiyi nasıl noktalarız sorusunu bile soramadan (bkz: "Beş Dakika Ara, Çalış Baban Gibi, Yazar Olma") yazıyı fazla uzattığı için ironiyi noktalamak ayrı bir ironi olsa gerek: Bir hayli düşündürücü!