Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
“Referandumdan sonra yeni bir merkez partinin oluşması lazım”
Türkiye’nin en önemli nörologlarından biridir Gençay Gürsoy. Ama aynı zamanda Türkiye barış ve insan hakları mücadelesinin en ön saflarında yer alan bir aydın aktivist. Her dönemde demokrasiden yana ve halkların yanında. İstanbul Tabip Odası başkanlığından Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi başkanlığına kadar yükseldiği meslek örgütçülüğünün yanı sıra, Sosyalist Birlik Partisi ve ÖDP gibi partilerin merkez organlarında siyaset yapmış ve Barış Bloku, Demokrasi İçin Birlik gibi birçok sivil inisiyatifte etkin görev almıştır. Gençay Gürsoy ile evinde buluştuk ve Türkiye’nin gündemini konuştuk.
SÖYLEŞİ: İshak KARAKAŞ & Ahmet TULGAR
İshak Karakaş: Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Böylesi kritik bir dönemde sizin gibi çok uzun süredir demokrasi ve insan hakları mücadelesi içinde yer alan bir aydının fikirlerinin kamuoyuna duyurulmasının gazeteciliğin gereği olduğunu düşünüyoruz.
Gençay Gürsoy: Rica ederim. Bu benim için de önemli.
İshak Karakaş: Hemen soruma geçeyim… Referandum öncesinde Türkiye’nin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Gençay Gürsoy: Cevabı zor bir soru… Yani, yakın çevremizdeki izlenimler insanı yüreklendiriyor. ‘Hayır’ çıkacağı konusunda gittikçe artan bir inanç var. Bir iyimserlik havası hâkim olmaya başladı baharla birlikte. Bu yanıltıcı bir tespit değil. Buna ben de katılıyorum. Sadece burada değil; yakınlarda Güneydoğu ve Kürdistan’ı da dolaştık. Oralarla ilgili olarak sürekli "Kürt halkı bütün bu olup bitenlerden çok tedirgin, çok bıkmış durumda, ümidi kesmiş durumda, ‘evet’ de çıksa ‘hayır’ da çıksa fark etmez" düşüncesi hâkim diye konuşuluyordu. 10 gün önce Diyarbakır’da 3-4 gün kaldık. Orada bir toplantı düzenledik değişik siyasi görüşlerden politikacıların da olduğu bir grupla. Panel yaptık. Birçok insanla da konuştuk. Evet, böyle bir hava estirilmeye çalışılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, iktidar yandaşı kesimlerin ‘evet’ dedirtme konusunda Kürdistan’da çok fazla taraftar bulamayacakları için bir nevi boykotu destekleyen, boykotu öneren "sandığa gitmek bizim için hiçbir şey fark ettirmiyor" düşüncesini yayma eğiliminde oldukları anlaşılıyor.
İshak Karakaş: Peki, bu algı operasyonu tutuyor mu Kürt kamuoyunda?
Gençay Gürsoy: Böyle çevreler var. Fakat bizim edindiğimiz izlenim, genel eğilim böyle değil. Nitekim arkasından Newroz’u gördük. Sokağa çıkma konusunda bir tedirginlik vardı Diyarbakır’da, Şırnak’ta vs… Newroz’la birlikte halkın daha canlı olduğunu görüyoruz. Fakat Fırat’ın batısında baskı giderek artıyor. Cumhurbaşkanının dün yaptığı konuşma medyaya yansıdı, cezaevindeki 140 gazeteci ile ilgili iddianame bile ortada yokken, "Bunlar çocuk tacizcisi, bunlar terörist" gibi iddialarda bulundu. Bu baskılar ve söylemler tabii, bir çekingenlik doğuruyor. Zaman zaman çeşitli grupların yaptığı sokaktaki nabız yoklamalarında birkaç sorunun ardından gruplar halinde gerginlikler, kavgalar oluyor. Evetçilere karşı hayırcılar, hayırcılara karşı evetçiler… Bu gerilim insanı ürkütüyor. 16 Nisan’a doğru acaba bu gergin hava daha da artıp 7 Haziran seçimlerindeki gibi ‘kaos ya da ben’ tercihinde olduğu gibi bir strateji hayata geçer mi, diye bir endişe taşıyorum doğrusu… Böyle bir endişe hissediyoruz, herkes hissediyor. Birçok insan "‘Hayır’ çıksa da kolay kolay iktidardan ayrılmayacaklardır," düşüncesinde. Bunlar tabii, herkesin endişesi ama gittikçe sayısı artan kararlı bir kitle ‘hayır’ tavrını gayet örgütlü şekilde sürdürüyor.
Ahmet Tulgar: Demin dediniz ya, "’hayır’ çıkarsa da gitmezler," diye düşünüyorlar… ‘Hayır’ çıkarsa tekrar bir demokratikleşme sürecinin başlaması için ne yapmak gerekir?
Gençay Gürsoy: 17 Nisan’dan itibaren tek adam rejimine karşı olan yüzde 40 kemikleşmiş kitlenin bir strateji belirlemesi lazım. Ana muhalefet partisi başta olmak üzere örgütlenmiş yapıları düşünürsek, 17 Nisan için belirlenmiş bir alternatif strateji henüz ortada yok. Herkes "‘Hayır’ çıkacak; ‘hayır’ iktidarı kendi içinde bir sarsıntıya uğratacak," diye düşünüyor. En iyi ihtimal-en yakın iş diyelim-iktidarın anayasal çerçeveye evrilmesi ve önümüzdeki seçimlerden itibaren normal demokratik parlamenter sistemin yeniden işlemeye başlaması… Bu; arızasız,geçiş için belki de ideal bir yöntem.
Ahmet Tulgar: Peki, ya bu olmazsa?
Gençay Gürsoy: Ama böyle olmayabilir de. O takdirde yaşanacakları kestirmek mümkün değil. İktidarın ve özellikle cumhurbaşkanının "Ben burada devam ediyorum arkadaş!" gibi bir tavır göstereceği düşüncesi var. Bundan ötesini de telaffuz etmek istemiyorum. Bundan ötesi Türkiye’nin ölçüsüz bir gerilim ortamına girmesi demektir. Hem ülke için, hem iktidar için, hem muhalefet için, hem bölge için bu çok büyük risk demek…
İshak Karakaş: ‘Hayır’ çıkması durumunda tekrar bir toplumsal barışa yönelme eğilimi gelişir mi?
Gençay Gürsoy: Bu soruya mesleğimi dışında tutarak cevap verirsem, yani bir hekim olarak değil de bir siyaset gözlemcisi olarak, aktivist olarak böyle bir ihtimali görmüyorum. Yapılması gereken budur aslında. Ama yine de belli olmaz, insanoğlu çok değişken… Yakın tarihi böyle bir ümit beslemeye meydan vermeyen örneklerle dolu bir kişilik bile olsa, olabilir. İnsan beklenmedik şeyler de yapabilir ama bu ihtimali çok mümkün görmüyorum. Umut ediyorum ki, -ne olursa olsun cumhurbaşkanının da danışmanları var, fikir sorduğu insanlar var- bu gidişin hiç kimsenin işine yaramadığını, hiç kimseye fayda getirmeyeceğini, tırnak içinde hayırlı bir iş olmadığını görüp yumuşak inişe davet ederek ikna edebilsinler…
Ahmet Tulgar: İsrail’le ve Rusya ile barıştı mesela. Niye kendi halkıyla da barışmasın…
Gençay Gürsoy: Tabii, tabii. Teorik olarak bu mümkün ama yani çok büyük bir güven kaybı var. İktidarın temsil ettiği siyasi anlayışa bakılırsa,"Hadi gelin, derleyip toparlayalım bu memleketi " anlayışının inandırıcı olacağını tahmin etmiyorum kitleler açısından. Böyle bir mucize bekleniyor ama buna ne kitleler güvenir ne de bu iktidar böyle bir çözüme ikna olur.
İshak Karakaş: İktidarın Avrupa ile kavgalı bir hali var. Alman, Avusturya, Hollanda ile yaşanan gerilimlerle meşgul oldu geçen hafta Türkiye. Bu kavga hali Türkiye’de seçmeni nasıl etkiliyor?
Gençay Gürsoy: Valla, Türkiye’nin durumu şuna benziyor; böyle bıçkın çocuklar vardır ya, yüzü gözü yara bere içinde ama kavgaya doymaz, durmadan da dayak yer. Öfkeden beslenen kişilik yapıları vardır. Biraz böyle bir diplomasiye doğru evrilmeye başladı ne yazık ki Türkiye. Danimarka’dan tutun, ABD’ye kadar batı demokrasisi dediğimiz ülkelerle kanlı bıçaklı olmaya başladı. Yani aklıselimle, sağduyuyla, sağlıklı bir ruh yapısıyla açıklanabilecek şeyler değil. Avrupa’ya "Siz böyle giderseniz, dünyanın hiçbir yerinde bir daha sokağa çıkamazsınız," diyor. Bu ne demektir? Bu terör ve tehdit anlamına gelir. Nitekim böyle algılandı. Daha şimdiden Avrupa telaş içinde bu lafı yutmaya çalışıyor, bu lafa bir cevap hazırlamaya çalışıyor. Almanya cumhurbaşkanı -dün bir bugün iki-"Türkiye’de neler oluyor, bu iktidar neler yapıyor?" sorularını sormaya başladı. Bu tabii sadece Türkiye’de batıyla entelektüel alışveriş içinde olan insanlar için kaygı yaratmıyor. Orada milyonlarca yurttaşımız yaşıyor. Siz bu devletlere böyle davranırsanız, onların da oradaki Türk insanlarına karşı tavırları farklı olabilir. Bir yurttaşın röportajını izlemişsinizdir herhalde, polisle çatışan bir Türk grubu içinde biri "Ya gel, üzerimize geliyorlar. Başımıza iş açarız, dayak yeriz" filan diyor öteki diyor ki, "Burası Türkiye mi?" Bunları söyleyemez hale gelebilir insanlar, onların da rahatı kaçar. Nitekim geçenlerde bir televizyon programında Taha Akyol– sağ kesimin,milliyetçi kesimin önemli düşünürlerinden biri- söyledi, "Sürekli yurt dışında Türkiye’yi temsil eden kurumlardan telefonlar geliyor. Aman abi, siz etkilisiniz, biraz sakin olsunlar. Biz burada çok tedirginiz filan, diyorlar," diye…
İshak Karakaş: İşçevreleri, ticaret nasıl etkilenir bu durumdan?
Gençay Gürsoy: Dışarıya ne kadar yansıyor bilmiyorum ama onların yakın çevresinden yansıyan şeylere bakıldığında iş çevreleri de hakikaten tedirginlik içindeler. Ekonomide Avrupa, Türkiye’nin eli kolu…Avrupa ile alışveriş, dış ticaretin yüzde 70’ini kapsıyor. Bunu işlemez hale getirmek akıl işi değil tabii. Bu öfkeden beslenen diplomasi krizi herkesi tedirgin ediyor. Yurt dışına göçler var; akademik çevreden yüzlerce insan, öğretim üyesi, öğrenci, özellikle iyi yetişmiş olanlar…Çünkü onlar Avrupa’da tutunabiliyorlar, iş bulabiliyorlar. Yurt dışı tecrübesi olan insanlar teker teker gidiyor. Batı da eskisi gibi ‘Demirkapı siyaseti’ izlemiyor. Yetişmiş insan gücüne zaten ihtiyacı var. Onlar da buyur ediyorlar. Tabii bu Türkiye’nin telafi edemeyeceği bir açığın da işareti… Dehşet verici bir şey. Gelecek adına en korku verici şey bu.
Ahmet Tulgar: Böyle gergin bir ortamda ‘hayır’ çalışması yürütüyorsunuz. OHAL koşulları referandum çalışmalarını nasıl etkiliyor?
Gençay Gürsoy: Tek kelimeyle negatif etkiliyor tabii ki. Zaten başka türlüsü işin tabiatına aykırı… Siz bir kamuoyu yoklaması yapıyorsunuz aslında. Bu, doğrudan demokrasinin önemli araçlarından biri. Ama doğrudan demokrasinin işlemesinin tek koşulu eşitlikçi, demokratik, özgürlükçü bir iklim olması. Bunu OHAL ile önlediğinizde, üstelik ‘hayır’ kampanyası için sokağa çıkan insanları terörle suçlayan, gözaltına alan, polis baskısına hedef kılan bir pratik karşısında bunun işlemesi mümkün değil. Ama her şeye rağmen buna göğüs geren geniş bir kitle var. Bugün (23 Mart) sizlerin de katıldığı İstanbul Meslek Odaları İnisiyatifi’nin toplantısında da dile getirildi, bugüne kadar çeşitli nedenlerle pek yan yana gelmemiş olan, siyasi görüş bakımından yan yana gelmemiş olan gerek meslek odası, gerek siyasi partisi mensubu olan insanlar yan yana geliyor. Biz Diyarbakır’a kimlerle gittik biliyor musunuz? Hüsamettin Cindoruk bizim bir toplantımıza katıldı. Diyarbakır’da eski ANAP Genel Başkanı Nesrin Nas vardı, CHP’liler vardı. AKP kurucularından Yaşar Yakış vardı, HDP’den milletvekili arkadaşlar vardı. Yurttaş Girişimi’nin inisiyatifiyle yapılan bir etkinlikti bu… Bütün bu insanlar yan yana ‘hayır’ kampanyasını örgütlemeye çalışıyorlar. Önümüzdeki hafta ayın 5’inde Mardin’de bir toplantı yapacağız. Toplantıya Hüsamettin Cindoruk da gelecekti, mazereti nedeniyle gelemiyor ama Ertuğrul Yalçınbayır geliyor, Altan Öymen geliyor, daha başka sağ siyasetçilerden insanlar geliyor. Orada HDP milletvekilleri de bulunacak. Böylesine farklı kanatlardan siyasetçilerle birlikte Mardin’de hem kamuoyu ile tartışıp hem de ‘hayır’kampanyasının bir çalışmasını yapmayı planlıyoruz.
İshak Karakaş: Kürt illerinde farklı siyasi geleneklerden gelen insanlar görüşlerini açıklarken ne gibi reaksiyonlarla karşılaşıyorlar?
Gençay Gürsoy: Diyarbakır’da insanlar çeşitli sorular yöneltiyorlar. Yaşar Yakış çok açık, çok net bir şekilde eleştiriyor referandum maddelerini. Reel demokratik koşullar içinde böyle bir referandumun yapılamayacağını, parlamentodan bu anayasa değişikliğinin geçirilmesinde izlenen yöntemin yanlış olduğunu, birçok kişinin açık oy kullandığını filan ifade ediyor ve AKP’nin kuruluş yıllarındaki anlayış ve demokrasi çıtasının çok düştüğünü ifade ediyor. O dönemde topluma güven veren kişilerin bugün çok farklı bir çizgide olduklarını ifade ediyor. Mesela Suriye politikasının Türkiye’yi çok kritik bir aşamaya getiren, yanlış bir dış politika stratejisi olduğunu ifade ediyor. Ve yeniden AKP’nin ilk dönemlerdeki "komşularla sıfır sorun" çizgisine dönmesinin tek çıkar yol olduğunu söylüyor. Diyarbakır’da bütün bunları açık açık anlattı.
İshak Karakaş: AKP’de karşılık bulabilecek mi bunlar?
Gençay Gürsoy: Valla bu kadar yıldır bu sözler hep ediliyor. Birtakım insanların isimleri geçiyor; Abdullah Gül, Bülent Arınç, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik… Ama bunların hiçbirinin bugüne kadar bir adım attığını görmedik. Ama onlar da bir kazaya uğramaktan çekiniyorlar, diye söyleniyor.
İshak Karakaş: Peki bu politikacılar neden sessiz kalıyor, neden tavırlarını net ortaya koymuyorlar?
Gençay Gürsoy: Valla doğrudan doğruya bizle görüşen olmadı. Ama dolaylı görüşenler üzerinden bize aktarılanlar, isim vermeyim ama vakti zamanında Türkiye’nin politikasında söz sahibi olmuş üst düzey birinin"Başımıza ne gelir?" gibi cümle sarf ettiği yönünde. Ürküntü içinde olduklarına dair bilgiler var. Kulislerde önemli sayıda milletvekilinin sandığa gittiklerinde ‘hayır’ verecekleri konusunda yakın çevrelerinde izlenim bıraktıklarını söyleyenler de var. İşte MHP içindeki durumu hepimiz biliyoruz. Meral Akşener -geçmişi bir yana bırakalım- ısrarla ve inatla, bütün baskılara rağmen kampanya yürütüyor. Azımsamamak lazım. MHP’nin kalesinde toplantı yapmaya çalışıyor ve bir biçimde yapıyor da. Tabii çok yaratıcı şeyler var. Sosyal medyadan takip ediyoruz, klipler hazırlanıyor, kadınlar olağanüstü çaba içindeler. Eşim Esra Hanım (Esra Mungan) Mardin’e bir toplantı için gitmişti; o anlattı. Mardin’de dişini tırnağına takmış kadın örgütleri, kadın siyasetçiler büyük bir çaba içindeler. Gençlerden, öğrencilerden çok pozitif izlenimler alınıyor.
Ahmet Tulgar: HDP de hareketli…
Gençay Gürsoy: Evet, HDP’ye yönelik gözaltılar, tutuklamalar durmaksızın devam ederken yeni kadroları çalışmalara yöneltiyor büyük bir iyimserlikle. Bütün çabalara rağmen HDP özellikle Güneydoğu’da ayakta kalan tek siyasi parti olduğunu Newroz’da da kanıtlamış oldu.
İshak Karakaş: Peki ana muhalefet partisinin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gençay Gürsoy: (Gülüyor) hani "Dışı seni yakar içi de beni," derler ya… Bir facia bana sorarsanız. Kendi tabanını, içindeki demokrat özgürlükçü onlarca milletvekilini bir kenara koyuyorum fakat merkezi yönetim, özellikle Kılıçdaroğlu zaman zaman söylemleriyle ‘hayır’ı savunayım ederken ‘evet’e hizmet eden bir politikanın örneklerini veriyor.
İshak Karakaş: Bunu neye bağlıyorsunuz? Niye böyle davranıyor?
Gençay Gürsoy: Valla, çekingenlik diye düşünüyorum. Ben kendisini de tanırım. Türk Tabipleri Birliği başkanlığım döneminde Sayın Kılıçdaroğlu ile bir hukukumuz da vardı. Birçok defa gittim görüştüm. "Türkiye’de demokrasinin, Kürt meselesinin sahibi CHP olmalıdır," telkinlerini çeşitli vesilelerle dile getirdim. Çok muhterem bir insan. Çok sevecen… Güzel güzel konuşuyor, söylediklerinize katılıyor, "Aynen katılıyorum," diyor; sonra gidiyor tersini yapıyor. Mesela barış meselesi Türkiye’nin en önemli ihtiyacı… Bu konuşulurken iktidarı eleştirmesi gereken noktanın ne olmasını beklersiniz?! "Geçmişte birtakım iyi şeyler yaptınız, hiç olmazsa Türkiye’de şu kadar süre insanlar ölmedi, savaş olmadı, analar ağlamadı; ne güzel… Bunu becerdiysen, şimdi gel bunu beraber yapalım," demek varken o günleri suç olarak görüyor.
Ahmet Tulgar: Dolayısıyla bugün yapılanları da desteklemiş oluyor.
Gençay Gürsoy: Desteklemiş oluyor, üstelik bugünü az bile buluyor. 90’lara döndük gerçekten. Muhalefeti bırakın, normal bir mentaliteye, sağlıklı bir akıl yürütmeye aykırı şeyler bunlar. Ama dediğim gibi iyi niyetinden şüphem yok, dürüstlüğünden şüphem yok. Seviliyor da… Umuyorum birileri, "Böyle de deme kardeşim," diye ikna eder ama sonuçta CHP içinde kökleşmiş bir milliyetçi damar var. Zaman zaman MHP çizgisine kayıyor, zaman zaman dokunulmazlık meselesinde olduğu gibi tarihin hiç affetmeyeceği bir gafa imza atıyor. Ama bir taraftan da aynı parti içerisinde Türkiye’nin geleceğini demokrasi, özgürlük ve barışa bağlamış çok önemli bir potansiyel var.
Ahmet Tulgar: Referandum sonrası Türkiye’de siyaset nasıl bir biçim alır?
Gençay Gürsoy: Bence iktidarıyla muhalefetiyle yeni bir harmanlanma dönemi yaşamak zorundayız. Referandumdan sonra yeni bir merkez partinin oluşması lazım. Yeni bir sosyal demokrat, sol açılımlı, merkezin solunda bir yapılanmanınolması lazım. Buna ait işaretler de var. Bir dönem değişikliği yaşayacağız, bir devir değişikliği yaşayacağız. Türkiye kendi kaderini ya bir dikta rejimine teslim edecek ya da yeniden kaybettiği yılları telafi etmek üzere demokrasinin restorasyonu çabasına girecek. Çok renkli, çok etnisiteli bir toplum yapısının temellerini atmaya çalışacak. Kuşkusuz‘hayır’ çıkarsa olacak bu. Bunda hiç tereddüt yok. ‘Evet’ yaşadığımız OHAL rejiminin biraz daha ağırlaşarak kurumlaşması, sistematize olması anlamına gelir. Buna eklenecek cumhurbaşkanının özel yetkilerini bir tarafa bırakıyorum.
İshak Karakaş: Biraz sivil toplum örgütlerini konuşalım. Sizin de çalışmalarında yer aldığınız Barış Bloku ve Demokrasi İçin Birlik gibi oluşumlar var… Bunların çalışmaları ne düzeyde?
Gençay Gürsoy: Son derece aktif… Sadece onlar değil, Yurttaş Girişimi, Diyalog Grubu, Barış Bloku ve Demokrasi İçin Birlik; bu dörtlüyle son Güneydoğu ve Kürdistan toplantılarını beraber düzenliyoruz. Dolayısıyla burada önemli bir birikim var. Ama onun dışında çeşitli yapılar da var. Oy ve Ötesi değişik bir isimle faaliyet gösteriyor. Onun dışında İslami kesimde önemli bir sivil örgütlenme teşebbüsü var. Onlar da yurdun çeşitli yerlerinde toplantılar yapıyorlar. Eski anayasacılar yan yana gelmiş ve grup çalışması yapıyorlar. Yani çok sayıda sivil toplum örgütü var. Fakat sokağa henüz kitlesel gösteri olarak yansıyan bir şey yok. Bunu da anlamak mümkün. Devlet bütün gücüyle, araçlarıyla, insanlarıyla, uçağıyla, helikopterleriyle, bürokrasisiyle ‘evet’ propagandası yaparken biz çok dar olanaklarla cebimizden para toplayarak bu gezileri yapıyoruz. Salon kiralarını bile üçer beşer lirayı bir araya getirerek sağlamaya çalışıyoruz. Böylesi eşitsiz koşullar var. Ama heyecan, inanç ve kararlılık bu maddi sorunların üstesinden gelmeye yetiyor.