Armağan Kargılı
S-400’lü mehter yürüyüşü
Türkiye’ye Rus yapımı füzesavar S-400’lerin teslimatının başlaması konusu bugünlerde Batı medyasının gündeminde.
Türkiye’nin NATO’dan atılması gerektiği yorumlarına sıklıkla rastlanıyor. Buna karşı çıkanların sayısı da az değil.
NATO’dan atılması ve ABD’nin Türkiye’ye yönelik sert yaptırımlar uygulamasını isteyenlerin gerekçeleri malum:
"F-35’lerin görünmezlik sırlarının Rusya tarafından çözülmesi, NATO ve Batı’nın çıkarlarına aykırıdır" deniliyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin giderek Rusya ve Putin yörüngesine girmesinden duyulan rahatsızlık dile getiriliyor.
Silahlanma ve savaş taktikleri üzerine kurulu bu yorumlara garnitür olarak da Türkiye’nin demokratik değerlerden giderek uzaklaştığı ekleniyor.
Bu yazıların çoğu da ABD’nin çıkarları, Batı’nın çıkarları diye başlıyor ve silahlanma yarışında Türkiye’yi Batılı silah şirketlerin çizgisine çekmenin yolları aranıyor.
Bir diğer grup da Türkiye’ye karşı daha ılımlı bir politika izlenmesi gerektiğini savunuyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın da desteklediği bu görüş sahipleri endişelerini şöyle sıralıyorlar:
Türkiye, NATO’dan uzaklaşırsa bu hem NATO’yu hem de bütün Batı'yı zayıflatır. Buna karşılık Putin’in NATO’yu parçalama emeline yardımcı olur.
İncirlik üssü, ABD ve Batı için hâlâ önemli ve yerine daha iyi bir alternatif de oluşturulamadı.
Bir diğer tehlike de İncirlik’teki nükleer silahlar. Birkaç gün önce NATO Parlamenter Asamblesi Savunma ve Güvenlik Komitesi için hazırlanan bir rapor ile bu silahların varlığı teyit edilmiş oldu. Raporda, Türkiye ile birlikte altı Avrupa ülkesindeki askerî üslerde çoğu B-61 tipi olmak üzere 150 Amerikan nükleer silahının saklandığı bilgisine yer verildi. Bu teyit üzerine nükleer silah endişesi de daha yüksek bir sesle dillendirilmeye başlandı.
Erdoğan yönetimi, S-400’lerin Türkiye’ye teslimatının başlaması ile birlikte, kendisine karşı yönelebilecek bütün tehditlerin farkındaydı. Bu tehditlere karşı kozu da muhtemelen bu yukarıda dile getirilen endişelerdi. Türkiye’nin elini güçlendirdiği varsayılan bu endişeler nedeniyle ABD’nin de Batı’nın da Türkiye’yi karşısına alamayacağı hesap edilmiş olmalı.
Şimdi dış politikada bir kez daha mehter yürüyüşü pozisyonu aldı iktidar koalisyonu.
İki adım ileri, sağ yap arkana bak, sol yap arkana bak.
Ama önce sağına bak, ABD ne diyor, tehdidi ne kadar yükseltiyor bunu ölç.
Her şey yolundaysa bu sefer soluna dön arkana bak, Rusya ne diyor, onunla daha ne kadar yakınlaşabilirsin bir de onu ölç.
Duruma göre ya pozisyonunu korursun, ya ileri gidersin ya da arkanı döner yiğitliğin onda dokuzuna sarılırsın.
Şimdi ilk adımlarını atıp sağını kolaçan etme noktasındayken de pazarlığın yollarını arıyor Türkiye. ABD’ye hâlâ "Patriot verirseniz alırız" mesajlarının başka bir izahı olmasa gerek. Pazarlık kimin üzerine derseniz onu da son günlerde hem Irak hava sahası üzerinden hem de Suriye üzerinden Kürt bölgelerine yönelik artan saldırılarda aramak gerek sanırım.
"S-400’ler için NATO’yu kızdırmayacak bir formül buluruz, alır satarız, alır saklarız ya da teslimatı bir noktada durdururuz ama siz de Kürt bölgelerine saldırılara sesinizi çıkarmayın."
Bu pazarlık sürdürülebilir mi bilinmez. Çünkü devletlerden daha güçlü hale gelen silah endüstrisi bu yarıştan kendisine düşecek nemadan tatmin olursa neden olmasın?
Batı medyasından özet geçtiğim bu tartışmanın, çoğu eski asker, NATO subayı, savunma analisti gibi kişiler tarafından sürdürülmesi de dikkat çeken noktalardan birisi.
Bu tartışmaya biraz daha farklı çerçeveden yaklaşanlar da var. ABD’nin Pensilvanya eyaleti merkezli muhafazakâr görüşlü Hudson Institute’den Blaise Misztal’in yazısı sanırım Erdoğan yönetimini en fazla tedirgin edecek cinsten.
Şimdi Pensilvanya merkezli diyince tabii herkesin aklına başka bir şey geliyor ama bu kurumun malum Pensilvanya ile görünürde olmasa da el altından bir ilintisi var mı yok mu açıkçası bilmiyorum. Ama söylenen özetle şu:
"ABD tarafından Türkiye’ye karşı yaptırım uygulanması olsa olsa Türkiye’de son yıllarda yüzde 70’e ulaşan ABD karşıtlığını arttırır. Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırır. Bütün Türklerin Erdoğan’ın günahlarının bedelini ödemesi, Erdoğan’ın davranışlarını değiştirmeyecektir. Buna karşılık Türk halkı, Moskova’ya bağlılığın daha iyi olduğuna da inanabilir.
Bunun yerine ABD yaptırımları, Erdoğan rejimini Moskova’ya yaklaştıran spesifik isimlere yönelik olmalıdır. Böylesi bir eylem, Türkiye’deki Rus yanlılarını zayıflatır ve Erdoğan’ın ABD’ye karşı kindar söylemini zayıflatır.
3 yıl önceki darbe girişimi, Erdoğan için büyük bir nimetti. Son İstanbul seçimleri, Erdoğan rejiminin gerilediğini ortaya koyuyor. Şimdi ABD’nin izleyeceği yol, anti Amerikancı yaklaşımları büyütüp Erdoğan’ın ayakta kalmasına yardımcı olacak türden olmamalı."
Mehter takımı gibi yürüyen koalisyon iktidarının sağa dönüp gerisine baktığında nasıl işaretler gördüğüne ilişkin kısa bir özet… "Mehter buradan yürür mü?" yorumu okuyana ait.