‘Sanatın da bir duruşu olmalı’

MESAM’a kayyım olmayı şiddetle reddetmesiyle gündeme gelen Ali Kocatepe’yle önce geçmişten konuştuk, sonra bugüne geldik.

Seran VRESKALA


ARTI GERÇEK – ‘Çocuklar Gibi’, ‘Ben Sana Vurgunum’, ‘Melankoli’, ‘Meskenim Dağlar’, ‘Benimsin Diyemediğim’ gibi sözleri Sabahattin Ali’ye ait pek çok bestede imzası bulunan sanatçı Ali Kocatepe, adeta bir beste makinası olarak tam 55 yıldır müzik dünyasına hizmet vermeye devam ediyor. Kıyafetiyle, duruşuyla, konuşmasıyla hatta ses tonuyla her yerinden zarafet akan biri var karşımda. Neredeyse çocukluğumda hatırladığım haliyle hem de… Zaman ona dokunmadan teğet geçmiş gibi. Müzisyen eşi Aysun Kocatepe de öyle. Birlikte geçirdikleri 33 yıla rağmen birbirlerine duydukları aşk belki onları bu kadar genç tutan…

Eski günleri anlatırken yaptığı tasvirlerle elinizde olmadan o günlere gidiyorsunuz. Mesela Bülent Ortaçgil’den ve birlikte yaptıkları ‘Benimle Oynar mısın’ isimli uzunçalardan bahsederken gözleri parlıyor. ‘Çaktırmadan protest müzik yaptık aslında’ dediği albüm, ülkedeki birçok dinleyiciye göre Türkiye müziğinin mihenk taşlarından biri… Geçmişi çok renkli; İzmir Radyosu’nda prodüktörlük yapmaktan Yeni Asır’da müzik yazmaya, TRT’de spor spikerliğinden Erkekçe dergisinin genel yayın yönetmenliğine, müzik yapımcılığından şarkıcılığa kadar birbirinden çok farklı işlerin altından başarıyla altından kalmış. Bir Galatasaraylı olarak tam bir Metin Oktay aşığı, kitabında bile ondan söz etmiş. Hayatında hiç unutamadığı maç ise Türkiye’nin Macaristan’ı 3-1 yendiği maç…

Müzik piyasasındaki haksız rekabet yüzünden beste yapmaktan vazgeçtiğini söyleyen Kocatepe, hala eşiyle birlikte performans yapmaya devam ediyor. En son Orhan Gencebay’ın şubat başında MESAM'daki görevinden istifa etmesiyle başlayan olaylar zinciri, Coşkun Sabah’ın önce kayyım olarak atanması sonra da başkan seçilmesiyle son bulmuştu ama Ali Kocatepe’ye göre bu durum ancak sağlıksız sonuçlar doğuracak.

- Sanat siyaset yapar mı? Yapmalı mı?

Sanat her olguya, her şeye bir yön göstermeli! Sanatın da bir duruşu olmalı… Siyaset yapacağım diye sanat yapmak başka -ki ona sanat denir mi tartışılır-, sanatın insanları bir şeye yönlendirmesi ve siyasette bir figür haline gelmesi başka. Ben siyaset yapmak için sanat yapmıyorum ama kişisel olarak inandığım, hayatımda uyguladığım, kendime yön verdiğim birtakım gerçekleri sanatıma yansıtıyorum. Yaptığınız iş sonuçta sizi dinleyenleri, takip edenleri bir yöne çekiyor. Sizin baktığınız tarafa aynı paralelde bakıyorlar. Yani illa ellerinden tutup benim baktığım tarafa bakmaya zorlamıyorum, öyle bir gayretim de yok!

- Zaten o yaptığınız sanat olmaz!

Aynen öyle, o sanat olmaz o zaman. İlk şarkılarımı tamamen aşk üzerine kurgulu şarkılardan yaptığım zaman -ilk plağımı 1969’da doldurmuştum- 68 kuşağını yaşayan gençlerden biri olarak şahit olduklarım elbette şarkılarıma da yansımıştı. 

- Bu da savaş karşıtı bir siyaseti desteklemek aslında.

Öyle tabii. Tüm dünya bu 68 kuşağı hareketinden etkilenmişti. Herkes kendi çapında yaşadı bunları. Amerika Vietnam üzerinden yaşadı, bu hareketle çiçek çocukları oluşturdular; tüm dünya da bundan nasibini aldı. Bakış açılarımız da, müziğimiz de etkilendi bu hareketten. Bob Dylan, John Lennon, Joan Baez’in müziklerinden etkileniyorsun, sözlerine bakıyorsun, hepimize bir anlam ifade ediyordu. 10 binlerce genç de bu tip barış isteyen, bir ideolojiye inanan müzisyenlerin peşinden gitti. Neticede bize de bir yansıması oldu. Savaş karşıtı hareket beni de etkilemişti ve 70 yılında ‘Yeni bir dünya istiyorum, rüzgarları özgürlük kokan’ isimli şarkımın sözlerini yazmama sebep olmuştu. Sonuçta her ne kadar sanatın bir kolu olsa da politik bir hareketten etkilenerek ortaya çıkmış bir şarkıydı. Bunu siyaset olsun diye yazmamıştım ama insanlar bunu siyasi bir çıkış ya da toplumsal bir mesaj olarak da aldılar sonuçta.

- Aslında o yıllar birçok sanatçı etkilenmişti bu politik hareketten; barış, toplumsal sorunlar, sınıfsal farklılıklar adına birçok sanatçı protest müzik yaptı.

Elbette! Topluma yardımcı olabilecek, insanların gözlerini açabilecek şarkılar yapmaktan yana olan insanlardı onlar. Mesela Cem Karaca ‘Tamirci Çırağı’nı, Alpay ‘Fabrika Kızı’nı söylerken ülke yıkılmıştı çünkü bunlar Türkiye’nin sosyal gerçekleriydi. Siyaset de yapan sanata örneklerdir bunlar. 

- O yıllarda bu tip protest müzikler daha özgürce yapılırken karşılık da buluyormuş. Şimdilerde ‘barış’ gibi bazı kelimelerin kullanılması bile sakıncalıyken, o zamanlar daha mı özgürdü sanat acaba?

Aslında sansür bu ülkenin neredeyse tüm zamanlarında vardı. Tek fark, o zamanlar bir tek TRT vardı. Şarkılarınızı, mesajlarınızı geniş kitlelere duyurabileceğiniz tek iletişim aracıydı. TRT’nin dışında başka hiçbir kanal veya radyo yoktu. O zamanlar hepimiz TRT’ye mahkumduk, başka türlü ismimizi duyurma şansımız yoktu. Eğer Erol Büyükburç gibi büyük bir Anadolu turnesi yapamıyorsanız radyoya, TV’ye ihtiyacınız vardı. Bildim bileli radyoda bir denetim kurulu olmuştur. TRT kurulduğu zaman müzik dairesi de oluşturulmuştu. Aklı başında insanlara da görevler verilmişti fakat onlar denetim kurullarında sanatçıların özgürlüklerini kısıtladılar. 

- Şimdi de çok sıkı bir denetleme kurulu var.

Evet ama Türkiye bunu ilk kez görmüyor. Geçenlerde medyada haber çıktı, şu kadar sanatçı ve toplamda 214 kadar şarkı yasaklı diye… Yeni kuşak eskileri bilmiyor, bunun farkında değiller. Zannediyorlar ki bugünkü hükümet yapıyor sadece bunları! Hayır, kurulmuş sistem devam ediyor sadece. 90’larda özel radyo ve TV’ler çıkınca sistem biraz rahatladı, o kadar. Ama o özgürlük bir anda Pop Müziği’nin patlamasına neden oldu. 

- Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Bülent Ersoy yasaklı sanatçılardandı o zamanlar.

Evet. O yıllarda TRT Müzik Dairesi bir söz denetimi yapıyor mesela ve söz denetimi yapan da bir kişi. O gün karısıyla kavga etmiş olsa, oraya sinirli gelse, önüne gelen 5 söze ‘hayır’ diyecek. Solundan kalksa, bu sayı daha da yükselecek. Nitekim saçma sapan sözlere bile ‘hayır’ dendi. 

- Sizin de başınıza geldi mi?

Bir şairin ‘İstanbul Boğazı’ diye bir şiirini bestelemiştim; ‘Tarabya’da Bebek’te sarhoş olan dalgalar, sahillerin koynuna bir boşalır bir dolar’ diye çok güzel bir cümlesi vardı. Dalgalar sarhoş olur mu diye denetimden geçmemişti. Bir şeyi yasakladığınız zaman, aslında daha da büyümesine sebep oluyorsunuz. Mesela müzik dairesi ‘Arabeske hayır’ damgasını vurduğunda, yasaklar daha çok dikkat çektiği için daha da büyüdü. Orhan Gencebay gibi sanatçılar da o zamanlarda adeta birer kahraman haline dönüştü.   

‘TRT’Yİ BOYKOT ETMEYE KARAR VERDİK’

- Peki, bunlara yasaklar koyanlar müzik otoritesi miydi?

Sözleri denetleyenlerin müzikle alakası yok! Müziği denetleyenler de genelde klasikçilerdi. İçlerinde çok değerli isimler de vardı. Herkes bu denetleme kuruluna girmek istemezdi. Bu yüzden 70’lerin başında Sanatçılar Derneği’ni kurduk. Şanar Yurdatapan, rahmetli Atilla Özdemiroğlu ile beraber Ajda Pekkan da dahil birçok sanatçıyı bir araya getirerek çağrıda bulunduk ve TRT’yi boykot etmeye karar verdik. Sanatçıların yüzde 90’ı o çatı altında toplandı. Boykotumuzu uygularken birden Bursalı genç bir delikanlının bir plağı çıktı. 73 yılıydı. Bizim derneğin üyesi olmadığı için TRT sabah akşam onun şarkılarını çalmaya başlamıştı ve İlhan İrem böyle ünlü olmuştu. Sonra o da bize destek verdi ama anlatmak istediğim o zamanlar tüm sanatçılar birlikte hareket ederdik. 

- O boykot işe yaradı mı?

Hiçbir işe yaramadı. TRT o yıllarda 5 yılda bir büyük toplantılar yapardı, tüm sanatçıları çağırırdı. Toplantıların sonunda ansiklopedi büyüklüğünde raporlar basılırdı. Ama bundan kimse ders almazdı. TRT, ancak özel kanallar kurulduktan sonra ders aldı. Ama bu sefer de gizli saklı hareket etmeye başladılar. Mesela 5-6 yıl evvel Aysun’la ben haftada bir, bir müzik programı yapıyorduk; bir parça çalacağız, hemen bize bir haber geliyordu ‘aslında bu parça yasaklı’ diye. Yalnız şarkılar üzerinde mi? Hayır. Şarkıcılar üzerinde de… Mesela 70’li yıllarda Ermeni olaylarının öncesinde, Charles Aznavour çalmamız yasaktı. Onu bütün dünyanın dinlediği ve en güzel şarkılarını yarattığı dönemde pat diye karşımıza Aznavour yasağı çıkmıştı. 2000’li yıllarda da bu yasaklar uygulanıyordu hala.     

- O zamanlar yasaklanan şarkıcılara, yazarlara sonradan ödüller verildi. Muhtemelen şimdi yasaklanan şarkıcılar da belki 20 yıl sonra ödüller alacak. Tuhaf bir ironi değil mi bu? Mesela sizin de çok etkilendiğiniz ve yaptığınız çok ünlü bestelerinizin şairi Sabahattin Ali de bu daha evvel yasaklanmış yazarlarımızdan biri… 

75-76 yıllarında ‘Melankoli’ şiiri ile tanıdım Sabahattin Ali’yi ve çok etkilendim. Onun sözlerini kullandığım ilk bestemdir Melankoli; Nükhet (Duru) okumuştu. İlginçtir ki o zamanlar da söz yazarı Sabahattin Ali olduğu için şarkılarım yasaklanmadı. Bir zamanlar yasaklı olan bir yazarın yıllar sonra şarkılarımı kurtarması, dediğiniz gibi tuhaf bir ironi… O dönemde TRT’de bütün bu şarkılar yayınlandı. Dönem de önemliydi; Ecevit dönemiydi ve İsmail Cem gibi muhteşem bir insan TRT Genel Müdürü olmuştu. Kendisinin TRT’ye anlayış olarak kazandırdığı çok şey vardır. Çünkü onun öncesinde Bülent Özveren ile birlikte yaptığımız ‘Gençlerle Müzik’ programında Moğollar grubunu konuk olarak çıkarmak istediğimizde, saçları uzun diye bırakın programa çıkarmayı, TRT’nin kapısından içeri sokmamışlardı. 12 Mart dönemi, o zamanki genel müdürün talimatıyla… Bunları da yaşadık.   

- Buna rağmen Bülent Ortaçgil’le bayağı protest müzikler yaptınız.

Yaptık ama çaktırmadan (gülüyor)… İzmir Radyosu’nda çalışırken, Bülent’e albüm yapmadan evvel onun hayranıydık. Onu İzmir’e getirip, stüdyoya soktuk, şarkılar söylettik ve o şarkıları radyoda kullanmaya başladık. Denetim kurulu falan da takmıyorduk. 

- E, ceza gelmiyor muydu?

Gelir gibi oluyordu ama Oktay Arayıcı, Nihat Uytun gibi müdürlerimiz vardı, bu yüzden gelmiyordu. Bütün o ekip bize ve doğru yaptığımıza inanmıştı, bundan dolayı hep göğüs gerdiler ve arkamızda durdular. Onların sayesinde çok özgürce yaptık müziğimizi. 

- Türkiye’nin müzik açısından en iyi olduğu yıllar sizce hangisi?

Bence 80’ler müzik açısından bayağı verimli yıllar… Söz yazarları, besteciler arka arkaya çok iyi örnekler vermeye başladı o yıllarda. Takımlar kuruldu. Mesela Melih Kibar - Çiğdem Talu ikilisi Erol Evgin’i de yanlarına alarak müthiş bir ekip oldular. Ali Kocatepe - Sabahattin Ali - Nükhet Duru beraberliği ölümsüz bir sürü eserin çıkmasına sebep oldu. Kayahan - Nilüfer ikilisi çıktı. Sezen Aksu - Onno Tunç’la bir takım oldu ve büyük başarılara imza attı. Bugünkü durumu çok tartışılıyor ama Sezen’in üretici olarak, sosyal konulara parmak basan sözleri ve besteleriyle bu ülkeye yaptıkları yadsınamaz. Kimse inkar edemez, günaha girerler.

- Bizim ülkede insanlar yaptıklarıyla değil de siyasi görüşleri yüzünden yargılanmaya başladı; sanatçılar da buna dahil!

Kimse kimseyi birini seviyor ya da sevmiyor diye birbirinden hesap soramaz. Ben gelip ‘sen kırmızıyı seviyorsun, beyazı seveceksin’ diye gırtlağına sarılır, seni boğmaya kalkarsam olmaz! Bu yüzden sanatçılara büyük haksızlık ediliyor bu anlamda… 

‘HÜKÜMETE YAKIN DURAN SANATÇILARA BİRDEN PARA AKMAYA, UZAK DURANLAR İSE İŞ BULAMAMAYA BAŞLADI’

- MESAM’da da böyle oldu biraz sanki! Neden böyle oldu sizce?

Böyle çekişmeler eskiden beri bu meslek birliklerinin içinde var. Birlik anlamında ilk kurulan MESAM’dır. Ben kurulduğu ilk zamanlardan bu yana, yönetim kurulu dahil MESAM’da çok aktif görevler aldım. Sonra yönetim kurulundaki arkadaşlar bizim gibi sanatçıların profesyonel yönetici zihniyetine sahip olmadıklarını ve birliğin daha profesyonelce yönetilmesi gerektiğini söylediler, haklıydılar da. Ona göre genel sekreterler seçilip, daha profesyonel bir kadro oluşturulup sorumluluklar ona göre verilmeye başlandı. MESAM, MSG’yi doğurdu, sonra da komşu haklar geldi; MÜYORBİR ve MÜYAP da katılınca müzik dünyasındaki kubbeyi tamamlamış oldular. Fakat üyeler arasında da fikir, bakış açısı ve siyasi görüş farklılıkları var. Siyasi duruşlar da işin içine girmeye başlayınca olaylar amacından uzaklaşmaya başladı.

Halbuki hepimiz müzik insanı olarak oradayız. Ama maalesef ‘yandaş’ olarak isimlendirilen sanatçılar hükümete yakın durmaya başlayınca, onların bütün davetlerine, kokteyllerine falan iştirak edince insanlar tepki göstermeye başladılar. Ama bu taraf tutmalarından ziyade başka sebeple gösterilmiş tepkilerdi. Çünkü hükümete yakın duran sanatçılara birden para akmaya, uzak duranlar ise iş bulamamaya başladı. Diziler onlarda, TV programları onlarda, TRT’nin bütün imkanları onlarda, özel işler, ekstralar, reklamlar, artık aklınıza ne gelirse… O cephede duran sanatçılar ihya olmuş durumda. Öbür tarafta olanlar da bir yaşam mücadelesi için de çünkü bütün devlet kapıları kapanmış durumda. 

- Sadece farklı düşünüyorlar diye…

Hem farklı düşünüyorlar hem de oraya dahil olmadıkları için. Gelen davetlere katılmadıkları için. Aralarında siyasi bir görüşe sahip olmadığı için yanlarına gitmek istemeyenler de var ama bir tarafa dahil olmadıkları için de dışlanıyorlar. AKP’li olmayan herkes CHP’li de değil ayrıca. Herhangi bir partiye mensup olmayanlar da var aramızda. 

- İyi de bir davete iştirak etti diye bir insanın taraf seçilmesi de çok saçma değil mi? Ayrıca ‘eğer davete katılmazsam iş bulamam’ düşüncesiyle hareket etmek de çok yazık!

O hale getirdiler. Sorun bu zaten. Algı operasyonu çok önemli bir rol oynuyor burada. İnsanlar bu düşüncenin içine çekildi ve sanat camiası olaya tamamen bu şekilde bakmaya başladı; sanat camiasından olmayanlar da sanatçıları bu şekilde yargılamaya başladı. 

- Sanat camiası niye buna izin verdi o zaman? Neden boykot etmediniz?

Elimizde değil ki! Ne yapacağız? MÜYORBİR’de de yönetim kurulunda bir sürü çatlaklar oldu; Edip Akbayram, Burhan Şeşen, Metin Özülkü, Belkıs Akkale, Onur Akın, Kubat, hepimiz bir şeyler yapmaya çalıştık. Mesela onun öncesinde Sabahat Akkiraz bazı olaylara sinirlendi ve ayrıldı bu yüzden. Yani tüm meslek birliklerinde önünde sonunda iş siyasi pozisyonlara dayanıveriyor. 

- Bu birliklerin amacı sanatçıyı korumak değil mi? Niye koruyamıyorsunuz?

Doğru, birliklerin görevi sanatçıyı korumak da yaklaşık 15 yıldan beri Kültür Bakanlığı ile ortak hazırlanan ve hayata geçirilmeye çalışılan fikir ve sanat eserlerine yönelik yasanın düzeltilmiş hali halen hayata geçmedi.

- Neden?

Öncelikle, habire kültür bakanı değişiyor. O zamanki Başbakan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da bu yasanın değişmesini destekliyor, fakat arkada birtakım güçler var, ne oldukları belirsiz, bir türlü ilerleyemiyoruz. Devletin içinde birtakım dinamikler var, reformlara, yeniliklere, radikal kararlara engel olmaya çalışan ama somut olarak göremediğimiz birtakım güçler bunlar. Bir yasa çıkmadı. 15 yıl oldu neredeyse, bu yasayı bir türlü çıkaramadık.

- Sebep olarak ne gösteriyorlar?

Burasının değiştirilmesi gerekir deniyor, meslek birlikleri değiştiriyor, bu sefer karşı taraf itiraz ediyor, olmaz diyor; bu böyle uzayıp gidiyor. Mesela bu kadar yıldır seçim barajının düşürülmesi için insanlar uğraşıp duruyor; herkes de düşürülmesi gerektiğinde hemfikir ama bugüne kadar bu yönde hiçbir adım atılmadı çünkü kimsenin işine gelmiyor.   

- Peki, Orhan Gencebay ve Arif Sağ’ın verdiği demeçler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Orhan Gencebay, Arif Sağ’ın rahatsızlığı sırasında geçici başkan olarak atandı ama Arif Sağ dönünce bir anda kıyamet koptu. Bu olayın ayrıntılarını tam bilmiyorum, dolayısıyla yorum yapmam yanlış olur.   

- Şimdi Orhan Gencebay cumhurbaşkanına olan yakınlığı yüzünden bu kadar tepki alırken, bu 6 aylık başkanlığı süresinde neden o yasa çıkmadı peki? Madem bu kadar yakınlar ve madem her dediği yapılıyor…

Yasa çıkacak gibi değil! MESAM’ın başkanı olmak yeterli değil bunun için çünkü böyle bir şey Cumhurbaşkanı’nı da aşıyor. Yani derinlerde ne olduğu belli olmayan öyle bir şeyler var ki buna engel oluyor. Mesela devlet müzik dairesinde bir denetim mekanizması başlattı, İsmail Cem gibi bir genel müdür bile bu denetleme kurulu belasından bizi kurtaramadı.

- MESAM için yapılan kayyım atama listesinde sizin adınız da vardı ve siz bir açıklama yaparak kayyım olmayı şiddetle reddettiniz. 

Orhan Gencebay’la birlikte istifa edenler arasında Fuat Güner gibi çok yakın arkadaşlarım var. Öbür tarafta yani kalan grupta da Cahit Berkay gibi çok iyi arkadaşlarım var. Zaten yetkili bir pozisyonda değilim, genel kurul yapılacak, bir pozisyona da talip değilim, sadece bir tane oyum var kullanacağım, o kadar. Birtakım arkadaşlarım ‘kayyım olarak atanman için teklif gelirse şaşırma!’ demişlerdi, ben de böyle bir şey düşünmediğimi, buna da ihtimal vermediğimi söylemiştim. Birkaç gün sonra ‘kayyım atandı’ haberi çıktı; bir arkadaşım aradı ve yedek üye listesinde benim de ismimin olduğunu söyledi. Çok şaşırdım çünkü hiçbir şeyden haberim yoktu. Bir baktım, listedeki isimlerden Coşkun Sabah da kendi sitesinde ‘bizi kayyım olarak atamaya lazım gördükleri için çok teşekkür ederim’ diye yazmış ve isim listesi koymuş, listede ben de varım.

- Bu kadar sevinmesinin sebebi bir yere kayyım atanmasının ne demek olduğunu bilmediği için olabilir belki de.

Olabilir, bilmiyorum. Ben tepki gösterdim ve kendi hesabımdan bir açıklama yaptım ve böyle bir şeye karşı olduğumu belirttim. 

- Neden karşısınız?

Çünkü kayyım denen şeyi birileri atıyor; atayanlar da bir taraf. İşin gerçeğinde ne olup bittiğini bilmeyen insanlar olur genelde bunlar. İşi yanlış noktalara götürürler. Kuruluşlar kendi içlerinde kavga eder, dövüşür ama sonunda anlaşmak zorunda kalır; evlilik gibi. Emek verirsin bu birliğin yürümesi için, güllük gülistanlık gitmez ama aile içinde kalır her şey. Dışarıdan görevlendirilmiş birinin ailenize girip sizinle yaşamaya başladığını düşünsenize! Şimdi meslek birliklerinde de o kadar çok lüzumsuz, hiçbir şeyin farkında olmayan, yanlış bilgilendirilmiş hatta oy vermeye bile hakkı olmayan o kadar çok insan var ki! Tesadüfen bir beste yapmış, iki tane söz yazmış birinin bile oy kullanma hakkı oluyor. Dolayısıyla kayyım hiç sağlıklı bir sonuç getirmez. 

- Kayyım siz bile olsaydınız da sağlıklı olmaz mıydı?

Kesinlikle olmaz. Benim 2-3 ay içinde olup bitenleri kavramam mümkün değil ki! 

- Kayyım olmayı reddetmek tarafını da belli etmek olmuyor mu?

Beni tanıyan tanır, tanımayan taraf olarak görür ama neticede ben doğru bildiğimi yapıyorum, taraf olduğum için değil!

- Yavuz Bingöl de bu yüzden mi reddetti kayyım olmayı?

Çok büyük baskılar sonucunda reddetti. Bu baskılar olmasaydı şu an kayyım olabilirdi. Zaten kayyım listesine itiraz etmeyen herkes bunu kabullenmiş demektir.

- Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kayyım olarak görevlendirilen Coşkun Sabah, diğer yönetim kurulu üyelerinin de destek vermesiyle ilk oylamada başkan seçildi. Yorumunuz nedir?

Coşkun Sabah iyi bir insandır ama keşke daha aktif olan, yönetim kurulunda daha evvel görev yapmış ve daha profesyonel biri seçilseydi… Sonuçta hiç sağlıklı bir şey çıkmayacak ortaya. Tek söyleyeceğim bu.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seran Vreskala Arşivi