'Sivil toplum kuruluşları şeffaf ve bağımsız olmalı'

​​​​​​​İbrahim Betil, 1980'li yıllarda girdiği bankacılık sektöründe en üst düzey yöneticiliğe kadar yükseldi, zirvedeyken mesleğini bırakarak kendisini sivil toplum çalışmalarına adadı.

Bugün gençlere yönelik çok sayıda sivil toplum örgütünün yönetiminde bulunuyor ve çalışmalarını ülke dışına da taşımış durumda. Bir dönem Yeni Demokrasi Hareketi'nde (YDH) genel başkan yardımcılığı ve İstanbul İl Başkanlığı da yapan İbrahim Betil ile buluştuk, siyaset ve sivil toplum hakkında konuştuk...

İshak Karakaş- İbrahim Betil bankacılıktan sivil toplum örgütlerine, Türkiye’den Afrika’ya kadar geniş bir yelpazedeki faaliyetleri ve hayırseverlik işleri ile tanınıyor. Şunu sorayım, İbrahim Betil kimdir? Bankacılıktan, aslında bankacılığa çok da uzak sayılabilecek sivil toplum çalışmalarına geçişiniz nasıl oldu, biraz anlatır mısınız?

İbrahim Betil- Ben bankacılık yaptığım dönemde, 1981-1994 yıllarında şunu gördüm ki maddi sermayeden daha önemli olan, insan sermayesi... Herhangi bir kurumda, bankada, fabrikada veya ticarethanede sermaye önemli ama nitelikli insan yoksa, insan sermayesi gelişmemişse o kurumun büyümesi,gelişmesi de mümkün olamaz. O nedenle bankacılık dönemimde hep kafamda "Biraz para biriktireyim, sonra bankacılığı bırakıp eğitime odaklanayım. Eğitimle ilgili çalışmalar yapayım," diye hayaller vardı. 1994 yılı içinde, bankacılığı bıraktım ve bir taraftan İstanbul’da ENKA okullarının kuruluşu diğer taraftan da Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın kuruluşu ile ilgili sorumluluk üstlendim. Ve o yoldan sivil topluma girdim. Bundan sonra da pek çok sivil toplum örgütünün hem kuruculuğunu üstlendim, hem yönetiminde bulundum. Hala da -aradan 23 sene geçti- bu konuda gelişerek devam etme gayreti içindeyim.

Ahmet Tulgar- Peki, bankacılık döneminde şu oluyor muydu; ekonomik eşitsizlikleri, fırsat eşitliksizlerini görüyorsunuz. Tamam, normalde sosyal sorumluluk projeleri alıyor birçok insan. Ama siz bütün hayatınızı veriyorsunuz. Biraz sivil toplumculuk konusunda militanlaşma mı oldu? Bankacılık yaparken huzursuz muydunuz? Eleştiriyor muydunuz o dünyayı?

İbrahim Betil- Eleştiriyordum. Ben sahada dolaşmayı ilke olarak benimseyen bir yöneticiydim. Ben bankada iken de masada oturup kâğıt imzalamaktan çok birebir şube müdürleri ile temas etmek, kredi verilecek müşterileri ziyaret etmek gayreti içindeydim. Bu nedenle Türkiye’nin pek çok yerini dolaştım. Ekonomik yönden iş yaptığımız kuruluşlar, kredi alacak nitelikte gelir düzeyleri yüksek kuruluşlardı ama o yörelerde dolaşırken insanların ne kadar farklı yaşamlar içinde olduklarını gördükçe rahatsızlık hep devam etti, hiçbir zaman yok olmadı. Zaten benim üniversite yıllarımda da, liseden başlayarak içime o virüs girmişti. Ortaokul ve liseyi yatılı okudum. Okul döneminde yaramazlık yaptığımız zaman cezaya kalırdık ve hafta sonlarında eve çıkmamıza izin verilmezdi. Sık sık hafta sonlarında okulda kaldığım için hocalarımızdan biri cumartesi pazar bizi kamyonete atar, elimize kazmaları kürekleri verir, İstanbul’un biraz uzak bir noktasındaki bir okulun inşaatında çalışmaya götürürdü. O zaman görürdüm ki benim okuduğum okulla –Robert Kolej’de okurdum- İstanbul’un biraz ilerisinde bizim okulumuza çok da uzak olmayan yerlerde ne kadar farklı okullar vardı, ne kadar ihtiyacı olan çocuklar vardı benim yaşıtlarım. O zamandan beri hep içimde "Bu toplumu değiştirmek için ben ne yapabilirim, bir şeyler yapmalıyım," dürtüsü oluştu ve bu her zaman devam etti. İşte, iş hayatını da bırakınca fırsat doğmuş oldu.

İshak Karakaş- Peki, sivil toplum çalışmalarında önünüze çok engeller çıktı mı? Hayal kırıklığı yaşadınız mı hiç?

'Sivil toplum kuruluşları şeffaf ve bağımsız olmalı' - Resim : 1

İbrahim Betil- Şimdi, Türkiye’de sivil toplum ne yazık ki gelişmemiş durumda. Dünyanın ekonomik olarak 18. büyük ekonomisi ama sivil toplum bakımından baktığımızda dünya sıralamasında çok gerilerde. Yani Türkiye’de 105 bin dernek, 5500 vakıf; toplamda 110 bin sivil toplum kuruluşu var.

İshak Karakaş- Aslında ciddi bir rakam...

İbrahim Betil-110 bin rakamı ilk bakışta büyük geliyor. Ama 10-11 milyon nüfuslu İsveç’te 190 bin sivil toplum kuruluşu var. Nüfusu bize çok yakın olan Almanya’ya baktığınız zaman 500 bine yakın sivil toplum kuruluşu var. Yani gelişmiş demokrasilerde sivil toplum kuruluşlarının sayısı çok fazla. Bangladeş gibi Asya’nın az gelişmiş bir ülkesinde dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşu var. Amerika’dakilerden, Almanya’dakilerden daha büyük; 80 bin çalışanının olduğu bir sivil toplum kuruluşu var. Ben gittim, kurucusu ile konuştum, işbirliği de yaptık. Dolayısıyla Türkiye‘deki 110 bin sivil toplum kuruluşuna baktığınızda, zaten bunların 15-16 bini cami yaptırma dernekleri ve spor kuruluşları. Bunları bir kenara koyduğunuz zaman sivil hareketin çok da gelişmemiş olduğunu görüyorsunuz. Çünkü burası çok merkeziyetçi bir ülke. ‘Her şeyi devlet baba yapar’ anlayışıyla sivil toplum örgütlenmesine pek izin verilmediği için sivil toplum anlayışı da çok gelişememiş. Sivil topluma girdikten sonra tabii ki birtakım hayal kırıklıkları yaşadım. İlk girdiğim, kurucularından olduğum Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nda sahada çok dolaşan bir gönüllüydüm ben. Yönetim kurulu başkanıydım. O zaman eleştirildim, işte "Sen sahada çok dolaşıyorsun, gönüllülerle çok fazla iletişimi ve işbirliği içindesin" diye. "Peki, siz de gelin dolaşın," dediğim zaman "Yok bizim işimiz var, gücümüz var. Biz zaman ayıramayız," diyorlardı. Hâlbuki sivil toplum, insanları motive etmek için çok yakın işbirliği içinde olunması gereken ve hiyerarşinin olmaması gereken bir işbirliği kuruluşudur. İşte, gençleri örgütledim; kendilerinden küçük çocuklara daha iyi eğitim verebilecek bir akran yakınlığı olduğu için o çocuklar daha iyi iletişim kurabiliyorlar abileriyle ablalarıyla. Orada da çok eleştirildim. " İşte, sen gençlere çok güveniyorsun!" dediler. Gençlere çok güvenmeyeceksin de ne yapacaksın! Bu toplumda sadece 55 yaş üzeri yetişkin erkekler egemen. Kadınlar yok, gençler yok. Peki, onlar bu toplumu ne hale getirdiler yıllardır? Sadece bugünün meselesi değil, cumhuriyet döneminden beri bu böyle. Bunlardan dolayı eleştirildim. Bunlar bende biraz hayal kırıklığı da yarattı ama pes etmedim. Sonra Toplum Gönüllüleri’ni kurduk. Toplum Gönüllüleri bugün Türkiye’nin en büyük gençlik hareketi, gençlik kuruluşu oldu. 129 üniversitede, 80 ilde, 60 binden fazla proje gönüllüsü genç, binlerce proje yapıyor. Her sene yüzbinlerce insana dokunuyor, yaşamlarında etki yapıyorlar. Ama şeffaf olup, hesap verebilir olup gönüllüleri kucakladığınız zaman o kırgınlıkları ve hüsranları yaşamadan sivil toplumu geliştirebiliyorsunuz.

Ahmet Tulgar- Peki, rakamlar nedir? Sizin sivil toplum çalışmalarınızın dokunabildiği insan rakamı... Kaç genç? Kaç öğrenci? Mesela "Sen de Gel" projesinde kaç kişiye ulaşıldı?

İbrahim Betil- Size rakamlar verebilirim. Mesela Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda 60 binden fazla proje gönüllüsü genç var 129 üniversitede. Bunlar her yıl yaptıkları projelerle birçok insana dokunuyorlar. Kendi yörelerinde bazen okulları yeniliyorlar; o okulda 300 öğrenci varsa o öğrencilerin yaşamlarını etkiliyorlar. Bazen çevre projeleri yapıyorlar. O zaman da mahallelerde yaşayan insanların çevreye bakış açısı değişiyor. Sadece bir yılda, 2016 yılında 700 binden fazla insanın bir şekilde etkilenebileceği projeler yapmış Toplum Gönüllüleri Vakfı. Öğretmen Akademisi Vakfı, kuruluşundan bugüne kadar 155 bin öğretmenin meslekte gelişimine destek verecek eğitimler düzenlemiş olan bir sivil toplum kuruluşu. Sen de Gel Derneği kurulduğundan bu yana, çok az gelişmiş ülkelerde, Gambiya ve Senegal’de 350 bin insanın yaşamında sürdürülebilir etki yaratmayı başarmış bir dernek. Dolayısıyla bunları alt alta koyduğunuzda etkileşim içinde olunan insan sayısı milyonları geçiyor. Sivil toplum çalışmalarının daha da gelişmesi ve büyümesi için sivil toplum kuruluşlarının da toplumun güvenini kazanabilecek şeffaflıkta olmaları, yaptıkları işlerde gizli gündem uygulamamaları önemli. Bugüne kadar sivil toplum kuruluşları yanlış işler yapmışlar. Neden? Merkezi devlet, sivil toplum örgütlerini teşvik etmediği için merdiven altına girmiş birçok örgütlenme. Çünkü insanların örgütlenmeye ihtiyacı var, bir araya gelip bir şeyler yapmaya ihtiyaçları var. E, devlet buna engel olunca o zaman ne oluyor, mecburen insanlar merdiven altında örgütleniyor. Merdiven altı yapınca da bu sefer toplumda sivil toplum örgütlerine güven kayboluyor. Sivil toplum kuruluşlarının kaybolan bu güveni toparlayabilmeleri için çok daha şeffaf, hesap verebilir bir tavır takınmaları, o ilkeleri benimsemeleri gerekiyor.

İshak Karakaş- Senegal, Gambiya gibi yurt dışı çalışmalarınızdan söz ettiniz. Biraz Sen de Gel kampanyanızdan söz eder misiniz?

İbrahim Betil- Tabii... 6 sene önce Afrika’dan gelen iki siyahi insan Toplum Gönüllüleri’ni internetten bulmuşlar, işbirliği yapmak için randevu almışlar. Ben de tesadüfen oradaydım. Biraz dinledim anlattıklarını, çok etkilendim ama dedim ki "Böyle bir işbirliğine girmeden önce ben gideyim göreyim oraları, anlayayım." Bilmediğim bir ülke idi Gambiya. İki ay sonra kalkıp gittim. İnsanların günde bir öğün pirinçle beslendiği, içecek suya, temiz suya kavuşamadıkları ve bu nedenle pek çok çocuğun 5 yaşına gelmeden öldüğü bir ülkeden bahsediyorum. Yani aynı planette yaşıyoruz, 7.2 milyar insandan 1milyarı açlık sınırının altında; her 7 kişiden biri... 800 milyon insan suya erişemiyor. Şimdi bunların biz pek farkında değiliz. Orada o insanlarla birlikte o zorlukları yaşadıktan sonra Sen de Gel Derneği’ni kuralım, dedik, Yardım amaçlı değil, o insanların ihtiyaçlarını, enerjilerini dikkate alarak onların temel ihtiyaçlarına cevap verebilecek, sürdürülebilir proje gerçekleştirelim ki, verdiğimiz destek onlara yaşam boyu -köy halkına, kadın gruplarına, gençlik gruplarına- bir destek anlamına gelsin. Çünkü yardım vermeye pek olumlu bakmıyorum. Bugün yiyecek yardımı, giyecek yardımı, yakacak yardımı veriyorsunuz; ertesi gün buna alıştırıyorsunuz insanları. Oysa onları ihtiyaç duydukları, hayata bağlayacak projelere yönlendirdiğiniz zaman, o proje sürdürülebilir hale geliyor. Dolayısıyla bu derneği kurduk. Balık tekneleri vererek başladık. Sonra hayvancılık, tavuk çiftlikleri, kadınlara sebze üretebilmeleri için tarım bahçeleri kurduk. Köylere aydınlatma panelleri –elektrik yok-, pek çok köye su kuyuları yaparak bugüne kadar 350 binden fazla insanın yaşamında sürdürülebilir projeler yaptık. Şimdi Gambiya’nın dışında Senegal’de de bu projelere devam ediyoruz. Para ve destek buldukça da devam edeceğiz. Biz siyasi, dini ve inanç ayrımı olmaksızın tamamen insani bakış açısıyla yaşama dokunabilmek amacıyla projelere başladık, devamda edeceğiz.

İshak Karakaş- Aslında ‘balık vermiyoruz, balık tutmayı öğretiyoruz’ anlayışı değil mi?

İbrahim Betil- Evet. Aynen öyle...

Ahmet Tulgar- Peki, siyasi iktidarlar sizinle iletişim kuruyorlar mı?

'Sivil toplum kuruluşları şeffaf ve bağımsız olmalı' - Resim : 2

İbrahim Betil- Vallahi, tabii şöyle oluyor; mesela Öğretmen Akademisi Vakfı devlet okulları öğretmenlerine köyde ise köyde, ilçede ise ilçede küçük gruplar halinde hafta sonları, cumartesi-pazar gidip mesleki gelişimlerine yönelik eğitimler veriyor. Bu eğitimleri verebilmek için Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayını almanız lazım. Milli Eğitim Bakanlığı ile protokolümüz var. Dolayısıyla devlet bu konuda yapılanları görüyor. Verdiğimiz eğitimlerin içeriğini didik didik değerlendirdi, denetledi. Bu çalışmaların önünü kesmiyorlar. Toplum Gönüllüleri Vakfı bütün Türkiye’de projeler yaparken kaymakamlardan, valilerden belirli izinler almak durumunda. Bundan 4-5 sene kadar önce başbakan yardımcısı beni aradı ve Bakanlar Kurulu’na davet etti, Toplum Gönüllüleri’nin ne yaptığını anlatmamız için... Dolayısıyla başbakan, bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler birebir benim ve birlikte gittiğim iki gencin ağzından Toplum Gönüllüleri’nin ne olduğunu dinlediler, öğrendiler. Burada da önünü kesme gibi bir yaklaşım olmadı. Sen de Gel Derneği’mizin Gambiya ve Senegal’de çalışmalar yaptığını devlet de biliyor. Engellemek bir yana, zaman zaman bakanlar arayıp ricada bulunuyorlar; diyorlar ki "Şu köye de bir su kuyusu yapar mısınız? Şuraya da bir aydınlatma sistemi kurabilir misiniz?"Onlardan da hiçbir engelleme yok. Tam tersine talepler geliyor, destekler geliyor.

İshak Karakaş- Türkiye’deki sivil toplum örgütleri sizce yeterli mi? Üzerine düşen rolleri yeterince oynayabiliyorlar mı? Dünya çapında önemli işlere imza atan sivil toplum kuruluşlarının üst düzey aktivisti olarak ne dersiniz?

İbrahim Betil-Yeterli değil. Türkiye’de sivil toplumun daha da büyümesi lazım. Ben Türkiye’de katılımcı demokrasinin gelişmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun için sivil toplum kuruluşları temel köprüdür. Yani yurttaşla, yerelde yaşayan insanla devlet yöneticileri arasında köprü görevini görür sivil toplum kuruluşları. Çünkü gönüllüler yereldeki insanın nabzını çok daha yakından tutarlar. Gönüllü oldukları için herhangi bir ideolojinin yanında olmadıkları sürece, bu onların taleplerini devlet yöneticilerine daha iyi yansıtmalarını sağlar. Türkiye’de yeterli değil bu. Şimdi ideolojik çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları var. Mesela Atatürkçü Düşünce Derneği de belli bir ideolojiyi simgeliyor, camii yaptırma dernekleri de farklı bir ideolojiyi götürüyor. Ama daha bağımsız, herkesin farklılıklarıyla eşit olduğu bir sivil toplum örgütünün ilkeleriyle gittiğiniz zaman, insanlarda daha fazla güven oluşuyor. Bu anlayışının sivil toplumda gelişmesi lazım. Bu konuda Türkiye çok gerilerde. Bunu büyültebilmek için başka girişimlerin harekete geçmesinin önemli olduğu düşüncesindeyim.

Ahmet Tulgar- Peki, eski çevrelerinizle ilişkileriniz şu an nasıl? Sizin çalışmalarınızı nasıl karşıladılar? Sizden sonra etkilenip bu çalışmalara katılanlar oldu mu?

İbrahim Betil- Pek ilişkim yok, pek ilişkim yok eski çevremle... Zaman zaman buluştuğum görüştüğüm bir bankacı arkadaşım var. O hala bankacı veçok büyük de varlık sahibi oldu. O mesela, sivil topluma güzel destek veren çalışmalar yapıyor. Pek çok kız yurdu yapıyor. AÇEV’e destek veriyor, Hüsnü Özyeğin Vakfı isimli vakıf var. Pek çok kız yurdu yaptı. Güneydoğu’da kızların okullaşması için çok önemli destekler verdi. Ama esas görevi halen bankacı ve görevine devam ediyor. Onun dışında bankacılık sektöründe olup da sivil toplum çalışmalarına katılan tanıdığım yok.

İshak Karakaş- Biraz da politika konuşalım. Siz sivil toplum çalışmalarından önce birsiyasi partinin kurucuları arasında yer aldınız. Yeni Demokrasi Hareketi (YDH)... Sizce YDH neden başarılı olamadı.

İbrahim Betil- YDH -20 yıldan fazla bir zaman oldu- bugün Türkiye’de sorun ve sıkıntı olarak gördüğümüz pek çok konuyu o zamanlar çözebilmek için yola çıkan çok ileri bir hareketti. Belki Türkiye için çok yeniydi ama çok verimli felsefesi vardı ve özellikle de Türkiye genelinde yerelin katılımını, yereldeki insanlarını ihtiyaçlarını ön planda tutarak oluşturulmuş bir siyasi hareketti. Belki erken bir hareket olduğu için başarılı olamadı, belki kendimizi yeteri kadar anlatamadık topluma; bilemiyorum. Ama ilk seçimlere girmeden önce içimizden sadece bir arkadaşımız "Seçimlere girmeyelim, bu bizim için erken olur," demişti.

Ahmet Tulgar- Kimdi o arkadaşınız?

İbrahim Betil- Memduh Hacıoğlu... Onu dinlemedik, seçimlere girdik ve yüzde 1’in altında, binde 8 oy aldık. Hiçbir şey değil tabii. Devam etmedi, devam ettiremedik. Benim de başıma bir takım sıkıntılar geldi.

İshak Karakaş- Partiden dolayı mı?

İbrahim Betil- Genel başkan yardımcısıydım teşkilatlanmadan sorumlu olarak... Bütün teşkilatlanmayı Türkiye genelinde oluşturma çabalarımdan sonra İstanbul İl başkanı olmamın daha iyi olacağına karar verdi yönetim kurulu. İstanbul İl Başkanı olduk. Yerimiz Taksim Gümüşsuyu’ndaydı. Biz bir gün orada iken içeriye ellerinde molotof kokteyli olan 5 kişi, zamanın örgütü diyelim, DHKP-C’li içeri girdi, kapıyı kilitleyip molotof kokteylleri ile bizi rehin aldılar. Bayraklar asıldı, cezaevinde pek çok yakınları varmış, "Onların serbest bırakılmasını istiyoruz,"dediler. Biz de bizi rehin alanlarla iletişim kurduk, gayet net konuşmaya başladık, "Nasıl çözeriz, nasıl ederiz" diye. Bizim rehin alındığımızı öğrenen parti üyelerimiz telefonla aradılar. Dedim, "Siz karışmayın, kimseye de haber vermeyin. Biz konuyu diyalogla çözeceğiz. İnsanlar birtakım isteklerini dile getiriyorlar." Dinlemediler bizi, polise haber verdiler. Polis geldi, yolları kesti. Orada yüzlerce insan ‘ne oluyor’ diye birikti. İçeriye sis bombaları atmaya başladılar. Sadece benim bulunduğum odaya yedi tane sis bombası geldi. Ben nefes alamamaya başladım, "Kendimi atayım aşağıya," dedim. Gözlerim görmemeye başladı. İtfaiye geldi, beni kurtardı. 24 saat yoğun bakımda kaldım. Sonra polis içeriye girmiş kapıları filan kırıp. Örgütteki kişileri almışlar, sonra ne yaptılar, bilmiyorum.

İshak Karakaş- Nedensiz? İktidar değilsiniz ana muhalefet değilsiniz üstelik...

İbrahim Betil- Hiç bilemiyorum. Herhalde yerimiz merkezi bir yerde Gümüşsuyu, Taksim meydanına çıkarken olduğu için...

Ahmet Tulgar- Bir de medyatik bir partiydi...

İbrahim Betil- Evet, medyada çok haber yapıyordu gazeteciler. Belki ona dikkat çekmek için..

.'Sivil toplum kuruluşları şeffaf ve bağımsız olmalı' - Resim : 3

İshak Karakaş- Daha demokratik bir hareketti. Ben çok iyi anımsıyorum, Kürt illerinde bayağı da taban bulmuştu. Kürt sorununu çözebilecek bir parti nihayet kuruldu, deniyordu. "Türkiye’ye demokrasi gelirse Kürt sorununu bu çözülebilir" deniyordu. Fakat siz Kürtlere de yeterince anlatamadınız kendinizi. Neden batıda lokal kaldınız?

İbrahim Betil- Düşüncelerimizi, inançlarımızı, ilkelerimizi biz yeteri kadar sahiplenmedik mi acaba? Yoksa "Burada medyaya anlatalım, belli bir kesime anlatalım, onlar kanalıyla yaygınlaştırmak daha iyi olur" diye mi düşündük, bilemiyorum. Ama ben çok dolaştım örgütlenme sırasında. Güneydoğu’da pek çok bölgede toplantılar yaptık. Demek ki başarılı olamadık.

Ahmet Tulgar- Peki,YDH yeniden siyasi hayata dönebilir mi?

İbrahim Betil- Bilemiyorum, ben ilgilenmiyorum siyasetle. Çünkü ondan sonra gördüm ki, politikacılık devamlı dönen çok yüzlü bir felsefe. Politikanın anlamı da‘çok yüzlülük.’

İshak Karakaş- Peki sizce Türkiye’nin en önemli meselesi nedir? Sizin bir çözüm öneriniz var mı?

İbrahim Betil- Ya, ben Türkiye’nin en önemli meselesinin demokrasinin gerçekten sahiplenilmesi, yerel demokrasinin geliştirilmesi, katılımcı demokrasi olduğunu düşünüyorum. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Merkezden yönetim anlayışı yüz yıldır devam ediyor. Osmanlı döneminde de böyle imiş; padişahlık döneminde... Ama yerelin katılımının güçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. En önem verdiğim konu bu. İkinci önem verdiğimi konu; yerelin ihtiyaçları dikkate alınarak eğitimin geliştirilmesi. Türkiye’nin eğitim sistemi, çok merkezi bir eğitim sistemi. Yani bugün Kars’taki okulda 2 Haziran’da 4. sınıfta ne dersi veriliyorsa, Edirne’deki bir okulda da aynı ders veriliyor. Şimdi Edirne’nin köyündeki bir insanın ihtiyacı ile Kars’takinin, Diyarbakır’dakinin, Güneydoğu’dakinin, Karadeniz’dekinin, İç Anadolu’dakinin ihtiyacı aynı mıdır acaba? Yani bunları biraz dikkate almak lazım. Tamam, toparlayıcı bir eğitim anlayışı önemli ama eğitimde yerelin tercihlerinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve anadilde eğitimin de bir şekilde dâhil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu Kürtçe de olabilir, Lazca da olabilir, Arapça da olabilir. Türkçe genel birleştirici bir dil olur ama anadilinde eğitim de olmalı. Ben bir insanın en doğal hakkının anadilini öğrenmek olduğu düşüncesindeyim. Anadilini unutturmamak lazım. Hep "Türkiye mozaiktir, ebrudur," diye övünüyoruz; anadilini unutturduğunuz zaman bunu yok ediyoruz. Daha tek tip bir kültüre doğru gidiyoruz. Toplum bunu çok fazla benimsemeyebiliyor, diye düşünüyorum.

İshak Karakaş- Bitirirken kamuoyu ile paylaşmak istediğiniz bir mesajınız var mı?

Ben hep şu mesajı veriyorum. Eleştirmek değil, değiştirmek için ilerlemek gerekiyor. Eleştirmek çok kolay. Bir futbol maçında tribünlere çıkalım bakalım, kimisi oyuncuları alkışlar kimisi de yuhalar. Bu, eleştirmek... Sen eleştiriyorsun ama bakalım oynayabilecek misin? Sahada oyuncu olmak daha önemli tribünde seyirci, eleştirmen olmaktan. O nedenle benim herkese çağrım şu; eğer memnun değilsek çevremizde ve toplumda olanlardan, bunları değiştirmek için adım atmalıyız, çevremizle paylaşmalıyız, bir şeyler yapmalı ve buna yönelik öneriler geliştirerek somut çalışmalar yapmalıyız. Bunu da kendilerini sömürmeyen, kendilerine herhangi bir ideolojiye yönlendirmeyen, şeffaf, toplumsal gelişime katkı sağlayabilecek sivil toplum kuruluşlarını destekleyerek yapmalarını tavsiye ediyorum.

halkın nabzı