Mehveş Evin
Siyanür satışını kısıtlamak ölümleri engeller mi?
İnsanlar, siyanüre kolaylıkla ulaşabildikleri için mi hem en yakınlarının hem kendilerinin canına kıyabiliyor?
Yoksa sorun yoksulluğun, mutsuzluğun, ayrımcılığın ve şiddetin yaygınlaşması mı?
Bir ay içinde üç ailenin toplu ölümü/cinayeti üzerine dikkatler siyanürde yoğunlaştı. Ancak mesele zehir temin etmekten ibaretmiş gibi davranılıyor ki bu son derecede yüzeysel bir yaklaşım.
Çözüm olarak siyanürün yasaklanması, kısıtlanmasının konuşulması, cinsel istismarcılara kimyasal hadımın önerilmesi gibi birşey.
CHP, siyanür gibi zehirli kimyasal maddelerin, başta internet olmak üzere birçok yerde satışının zorlaştırılması, kontrol altına alınması amacıyla Meclis Araştırması açılmasını istedi.
MHP’nin bu konuda verdiği yasa teklifi ise TBMM Çevre Komisyonu’na havale edildi.
İlginçtir, kimse fare zehiri veya ateşli/kesici aletlerin yasaklanmasını önermiyor! Oysa bu araçlarla işlenen cinayetler, çok daha fazla ve yaygın.
SİYANÜR CİNNETİ DEĞİL, YANLIŞ POLİTİKALAR
Üç aile, şüphesiz hepsinin ayrı bir öyküsü var. Bizler, uzaktan gazel okuyarak ancak genelleme yapabiliriz.
Ancak Antalya ve Bakırköy’deki vakalar, ne bir toplu intihar ne de bazı yayınlarda yer aldığı gibi "siyanür faciası/cinneti." Aile babalarının bıraktığı nottan, önce eş ve çocuklarını, sonra kendilerini zehirleyerek öldürdükleri anlaşılıyor.
Her ay sayısı artan kadın ve çocuk cinayetlerinin, kadın ve çocuğa yönelen şiddetin bir parçası bu ölümler. Fakat ne siyasetçiler ne de medya meselenin aslını görmek, derinine inmek istiyor.
Meselenin aslında, giderek derinleşen bir eşitsizlik ve şiddet var. Diyanet’in çaylı kekli videolarıyla mı "toplumsal çöküş" engellenecek?
Kadınlık-erkeklik "görevleri" dini dayatmalarla biçimlendirerek mi "ailenin temelleri" korunacak?
Ekonomik sorunları konuşmanın dahi yasaklandığı, sözün yok edildiği bir ortamda, insanlar kendini nasıl ifade edecek? Edemediğinde yaşadığı çaresizliği nasıl telafi edecek?
Bunların yerine "siyanürün temini"ne, hatta internetin zararlarına dikkati çekmek daha kolay tabii.
25 MİLYON SİLAHIN ÇOĞU RUHSATSIZ
Türkiye’deki cinayetlerin, ölümlerin ne kadarının zehirlemeyle gerçekleştiğine bakmak için elimizdeki veriler kısıtlı.
Sadece Ekim ayında, sivil toplumun kayda geçirdiği 36 kadın cinayetlerine baktım: 13’ünde ateşli silah, altısında kesici alet kullanılmış. Biri zehirleme. Nasıl oluyorsa sekizinin nasıl öldürüldüğü bile "tespit edilememiş."
Öte yandan Umut Vakfı’nın 2018 raporuna göre sonu yaralama ve ölümle varan silahlı şiddette son dört yılda yüzde 69 artış var. Geçen yıl tüfek, tabanca, kesici aletlerle toplam 2 bin 279 kişi öldürüldü.
Türkiye’de yüzde 85’i ruhsatsız, en az 25 milyon silah bulunduğu tahmin ediliyor. İnternetten silah sahibi olmak çok kolay, kargoyla bile silah eve teslim edilebiliyor.
Bireysel silahlanmanın kısıtlanmasıyla ilgili CHP ve İYİ Parti önerge verdi ama kimsenin ilgisine mazhar olamadı.
Siyanürün temini konusunda hassasiyet gösterilsin, tamam. Ama mesele ölümcül araçların temini ve tehlikesiyse, en başta ateşli silahlara erişim kısıtlanmalı.
Tabii bunların hiçbiri, ne cinayetlere ne intiharlara çözüm olabilecek öneriler.
Ruh sağlığı uzmanlığının yerine dini koymak, kadın ve çocuk haklarını güçlendirmektense tırpanlamak, her alanda eşitsizliğin, adaletsizliğin derinleşmesine katkıda bulunmak...
Açıkça daha fazla şiddete, cinayete, intihara yol açıyor.
Bunu görmek çok mu zor?