Siyaset gibi ‘Sivil Toplum’a da sahip çıkmalıyız

Muhalif partilerin 'salon siyasetinin' imkanlarını sivil toplumla birleştirmesi gerekiyor. Siyaset, sivil toplumun imkanlarını, sivil toplum da siyasetin imkanlarını daha etkili kullanmalı.

Birkaç gün önce Uluslararası Af Örgütü Türkiye ofisi, örgütün yeni genel sekreteri Güney Afrikalı Kumi Naidoo’nun katıldığı bir toplantı gerçekleştirdi.

Sivil toplum alanında neredeyse bir avuç kalan ve çoğu tanıdık simalardı toplantıya katılanlar. Eski bir sivil toplum çalışanı olarak tanıdıklarla olmak güzeldi.

 

Yeni genel sekreter Kumi Naidoo, gerçekten içinde dersler olan ve sonunda bizlere umut veren bir konuşma yaptı. Onun konuşması ve verdiği söyleşileri sınırlı olsa da "medya"dan okuma imkanı bulduğunuzu düşünüyorum.

 

Eski bir Greenpeace aktivisti ve yönetcisi olan Naidoo’nun Uluslarasası Af Örgütü Genel Sekreteri olması, kendi konuşmasında da açıkladığı gibi farklı alanlarda insan hakkı, hak mücadelesi veren kurumların, adları, uğraş alanları farklı olsa da işbirliğinin önemine işaret ediyor. Çünkü tüm bu kurumlar esas olarak ortak bir hedef olan, daha güzel, daha özgür, daha adil, daha demokratik bir dünya hedefi için çalışıyor. Ve bunun için aralarındaki işbirliğinin önemli.  

SİYASETİN YENİ ALANI

Yani sadece "aynı alanda" çalışanların değil, farklı alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarının işbirliğinin önemini hatırlattı, Naidoo. Bu aslında demokrat bir bakışın en açık göstergesi.

 

Bu sayfada yayınlanan son yazılarımı çoğunlukla şöyle bitiyorum: Siyasi alanın bizatihi siyasiler tarafından daraltıldığı günümüz Türkiyesi'nde muhalif partilerin Meclis’te sahip oldukları "salon siyasetinin" imkanlarını sivil toplumla birleştirmesi gerekiyor. Yani siyaset, sivil toplumun imkanlarını, sivil toplum da siyasetin imkanlarını daha etkili kullanmalı.  

Bu önerme, siyasetin doğal parçası olan sivil toplumun, siyasilerin eklenmesiyle toplumsal muhalefetin daha güçlü olabileceğine dayanıyor.

Elbette, bunu önerirken muhalif konumda olan sivil toplum kuruluşlarının tüm diğer kurumlar gibi sıkı bir denetim sürecinde olduğunu gerçeğini unutmuyorum. Nitekim, konuştuğum kurum temsilcileri; "bu dönemde faaliyet yapmaktan çok kurumsal varlıklarını korumanın" daha öncelikli olduğunu ifade ediyor.

SİYASİ KAVRAM OLARAK SİVİL TOPLUM

Sivil toplum kavramından bahsettiğimizde elbette "nötr" bir kavramdan bahsetmiyoruz.

Her kavram gibi bu kavramda ülkelerde var olan devlet-toplum ilişkisinin gücüne bağlı anlam ve içerik kazanır.

Aynı kavramla ifade etsek de sivil toplum, Batı’dan Doğu’ya farklı anlamlar ifade ediyor.

Şu tespiti bir kez daha hatırlatalım: Hangisi olursa olsun her ulus devlet, özünde otoriterdir. "Devlet sırrı", "güç" benzeri kavramlarla toplumları karar süreçlerinden uzak tutmak ve "gerçeği" tekellerine almak isterler. Bu, Batı’daki devletler için de Doğu’daki devletler için de geçeridir.

Eğer bugün Batı ile Doğu arasında bir fark varsa bu, fark temelde zihinseldir.

Batı’daki ulus-devletleri göreli olarak demokratik yapan 18. yy ortasından itibaren kamusal alanda organize olan sivil toplum hareketleridir.

Sivil toplum hareketleri, toplum adına devleti sınırlama mücadelesi vererek, devletleri zorunlu olarak demokratikleştirmiştir. Yani Batı’da demokrasi, devletlerin tercihinden çok toplumsal muhalefet, sivil toplum denetimi ile gerçekleşmiştir.

Bu süreç, Doğu’da ise tam tersine işlemiştir. Buralarda devlet, bizatihi bu tür kurumları örgütlemiş ve onlara kendi yapması gereken bazı fonksiyonları (yardım, denetim) devretmiştir. Yani bu kurumlar toplum merkezli devleti sınırlandırmak için değil tersine devlet eliyle toplumu kontrol etmek üzere ortaya çıkmış ve böyle bir misyon üstlenişlerdir.

Özetle sivil toplum kurumlarından bahsederken, Batı’da demokratikleşmenin ana unsurlarından; Doğu’da ise devletin uzantısından bahsetmiş oluyoruz.

DEMOKRASİ İÇİN SİVİL TOPLUM

Bunu gerek Osmanlı’da gerekse günümüz Türkiyesi'nde görüyoruz.

Bunun için Türkiye’de devletin alanının sınırlandırılmasını yani ülkenin demokratikleşmesi, hak ve özgürlükler için mücadele eden sivil toplum kuruluşları başından bu yana devlet tarafından tehlikeli bulunmuşlardır.

Sadece devlet tarafından değil toplumsal düzeyde de doğal destekçileri dışında maddi kaynak bulmaları da zor olmuştur.

Bu yüzden kurumlar faaliyetlerini çoğunlukla uluslararası sivil toplum kurumlarından aldıkları fonlarla yürütebilmekte ve varlıklarını öyle sürdürebilmektedirler.

Bu döngünün kırılması da bizzat biz vatandaşların elinde.

Nasıl siyasete küsme lüksümüz yoksa bundan sonra siyaset dışında bir başka alana daha zaman ayırmamız gerekiyor yani sivil toplum çalışmalarına. Çünkü, siyasetin yeni alanı artık bu kurumlar ve bunların kamusal alandaki siyasal varlığı.

BU YOLDA BİR KEZ YÜREYECEKSİN

Geçen Cumartesi 700.’sü gerçekleşecek Cumartesi Anneleri’nin anmasına izin verilmemesi bir anlamda buna işaret ediyor gibi.

Siyaseti siyasal alanda kontrol eden siyasi iktidar, şimdi de sivil alandaki siyasallaşma aracı olan sivil toplum hareketlerini, girişimlerini kontrol etmeye çalışıyor.

Bunun sürüp sürmemesi bizim elimizde.

Yazıya Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi ile başladık, onunla bitirelim. Konuşmasında arkadaşı Lany’nin hikayesini anlattı Kumi. Ve konuşmasını onun mezarında yazılı sözle bitirdi: "Bu dünyaya sadece bir kez yürüyeceğiz. Yapabileceğimiz herhangi bir iyilik, bir güzel hareket varsa onu şimdi yapın. Bunun ihmal etmeyin, ertelemeyin. Çünkü bu dünyada asla bir daha yürüyemeyeceksiniz."

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi