Hüseyin Çakır
Tek parti dönemiyle ilgili bazı hatırlatmalar
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 27 yıllık tek parti ve parti devleti döneminde yaşananlar ile bugün yaşananlar arasında paralellikler var mı?
Tarih elbette hem böyle okunur, hem de okunmaz.
Tarihi olaylar her okunduğunda zaman farklı sonuçlar orta çıkar veya çıkartılır.
Tek parti dönemi uygulamaları okunduğunda, okunulan zamanını ruhu ona yeni anlamlar kazandırır.
Bu yazıda tarihi bazı olguları yazacağım, okumayı siz yapın. Bu akademik bir yazı, tarih araştırması falan değil. Söylediğim gibi tarihçilerin ortaya çıkardığı tarihi olgulardan yaptığım bir seçkiyi paylaşmak istiyorum.
Milli Mücadelenin "A" Takımı Ayrışıyor
1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulunca, Milli Mücadele’nin "A" kadrosu ikiye bölünüyor. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Adnan Adıvar, Rauf Orbay gibi Kurtuluş Savaşı’nın en önde gelen kadrosu bir tarafa, Atatürk, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve 1923 seçimleriyle yeni devşirilmiş bir kadro etrafında –Recep Peker’ler gibi ilk mecliste yoklar- bir başka yöne ayrışıyor. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğu zaman bunların tamamı Atatürk’ün bizzat tek tek tespit ettiği adaylardır, dolayısıyla 1923 seçimleri sırasında bu ekiple bir problem yok.
Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan ayrılık sürecinde asıl mesele "Bir ülkede iki tane eşit düzeyde lider olmaz" fikri . Yani Kazım Karabekir çok önemli bir figür, "Atatürk Batı’daki cephelerimizi halleder, ben de Doğu’yu hallettim" der.
Atatürk’ün lider kadrosu böyle çok başlı durum karşısında daha rahat çalışabileceği İsmet İnönü ile birlikte hareket eder.
Gerçi 1937 yılında İnönü başbakanlıktan alınacak ve yerine Celal Bayar geçecek. Nutuk’ta şöyle der "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı en hain dimağların ürünüdür". Bu çok ağır bir suçlama. O milletvekillerinin hepsiyle Kurtuluş Savaşı’nda beraber çalıştı. Mesela Nutuk’ 1927’de değil de 1938’de okunsaydı, muhtemelen İnönü de "hain dimağ" lılar arasında olacaktı.
Atatürk Sonrası İnönü Tasfiyeleri ve Affedilenler
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını çok ciddiye alan Atatürk, İsmet İnönü’yü başbakanlıktan alarak yerine daha ılımlı, liberal ve az ihtilaflı olan Ali Fethi Okyar’ı getirir. Belki de devleti ve milleti zararlardan korumak düşüncesiyle yeni partinin muhalif görevini daha iyi yapabilmesi adına başbakan değişikliğine gitti.
Şeyh Said İsyanı nedeniyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılarak yöneticileri sindirildi. 1926’da Atatürk’e karşı planlanan İzmir suikastı da Terakkiperver yöneticilerinin pasifize edilmesi için kullanıldı. Zira bu tarihten itibaren Atatürk’ün vefatına kadar Terakkiperver fırka yöneticileri siyasal hayatta kendilerine yer bulamadılar. (Ali Fuat Cebesoy hariç tutulabilir)
Atatürk 1930 yılında bu defa kendiliğinden bir muhalefet partisi oluşturma çabasına girdi. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi döneminde yaşananlara bizzat şahit olan Ali Fethi Okyar belki de bu nedenle yeni bir parti kurmak için Atatürk’ten yazılı garanti istedi. Karşılıklı mektuplaşmalar bir çeşit yazılı garanti olunca Serbest Cumhuriyet Partisi'nin kuruluşu gerçekleşti. Ancak muhalefetin bir anda çığ gibi büyümesi karşısında parti 3,5 aylık bir sürenin sonunda kapanmıştır.
1938’de Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet Paşa ikili politika izliyor. 1938
Seçimlerinde, Atatürk’ün sağlığının bozulduğu, kendisinin de Atatürk’le arasının bozuk olduğu ve Celal Bayar’ın başbakan olduğu dönemde, Cumhurbaşkanlığı’nı engelleyenleri seçime sokmayarak tasfiye ediyor. Mesela Kılıç Ali, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras gitmiştir.
Şükrü Kaya’yı Tasfiye mi? Kurtarma mı?
İttihat Terakkici Şükrü Kaya’nın tasfiyesi, ilginçtir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde ittihatçılar yer alıyor. Kemalistler bunları tehlikeli ve tehlikesiz olarak ayırıyorlar. Şükrü Kaya tehlikesiz kabul edilenler sınıfında yer alıyor.
Şükrü Kaya, Ermeni Tehciri faaliyetlerinden dolayı İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderiliyor. 6 Eylül 1921 tarihinde Malta’dan firar ediyor ve Anadolu’ya gelerek Kemalist güçlere katılıyor.
Menteşe milletvekili olarak Meclis’e giriyor, Ziraat Vekilliği ve Dışişleri Vekilliği gibi görevlerin ardından 1927’de, on bir yıl sürecek olan İçişleri Vekilliği görevine atanıyor.
Şükrü Kaya, Türk kimlikli ulus devletinin oluşum sürecinde, rejime karakterini veren Türkleştirme politikasının yürütücülerinin başında geliyor. 10 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu çıkarılıyor. Bu kanunla "Türkiye’de Türk kültürüne bağlılık dolayısı ile nüfus oturuş ve yayılışının düzeltilmesi" hedeflenmektedir. Şükrü Kaya, kanunun asimilasyonu amaçladığını gizlemez, bununla "tek dille konuşan, bir düşünen aynı hissi taşıyan bir memleket" oluşturulacağını belirtir. Bu kapsamda, Türk olmayan unsurların Türkleştirilmesi için Türk göçmenlerin kabulü süreci başlar, ülke genelinde iskân bölgeleri çizilir.
Şükrü Kaya’nın Dersim bölgesinin dönüştürülmesinde de büyük payı vardır. 1931’de hazırladığı raporda, silahların toplanması, aşiret reislerinin aileleriyle birlikte batıya sürülmesi gerektiğini belirtir. 1935’te çıkarılan Tunceli Kanunu’nun hazırlanması ve uygulamaya konmasında da aktif rol oynar. Dersim bölgesinin Türkleştirilmesi için yatılı bölge okullarına Dersim’den çocuklar getirilir.
Daha sonrasında Dördüncü Umumi Müfettişlik kurulur ve böylelikle Dersim bölgesinde ‘ıslahat’ adı altında yıkım süreci başlamış olur.
Şükrü Kaya, dördüncü İnönü kabinesinde İçişleri Bakanlığı'nda bulundu. Bundan sonra Atatürk’ün ölümüne kadar kurulan bütün hükümetlerde aynı görevi sürdürdü. 11 Kasım 1938'de bakanlık görevinden ayrıldı.
İnönü, 1936’da CHP Genel Sekreterliği de yapmış olan Şükrü Kaya’yı aday göstermez ve tarih ‘siyasi hayatını bitirir’ diye yazar. Yoksa İnönü, Şükrü Kaya’yı Sakallı Nurettin Paşa gibi yargılanmasından mı kurtarmıştır?
İnönü’nün bir de muhaliflerle barışma politikası var. Muhalifleri topluyor, diyor ki "Arkadaşlar bakın, benim sizinle şahsen bir problemim oldu mu? Olmadı. Kazım Karabekir’le olmadı, Ali Fuat Cebesoy zaten Atatürk zamanında tekrar milletvekili olmuş durumda, yeni döneme geçiyoruz, gelin siz Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılın," Karabekir hemen geliyor, sonra da meclis başkanı olacak.
"Rauf Orbay, cumhuriyetten önce başbakanlık olarak tanımlayacağımız icra vekilleri heyeti başkanlığı bile yapmıştı. Sonra İnönü ve Atatürk ile Lozan görüşmeleri sırasında hayli ters düştü ve muhalefete geçti. Nutuk’ta da deyim yerindeyse ağzının payını aldı. Atatürk’ün Orbay hakkındaki değerlendirmeleri çok sertti.
Orbay, sadece Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katılmakla kalmamış; fakat partinin ikinci başkanı da olmuştu. Partinin kapatılmasından kısa bir süre sonra Atatürk’e karşı girişilen İzmir suikastı nedeniyle Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından İzmir’de diğer paşalarla birlikte yargılanmıştı. Suikasta karıştıkları gerekçesiyle yargılanan partinin diğer kurucularından aynı zamanda parti başkanı olan Kâzım Karabekir ile Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele beraat etmişlerdi. Ama Orbay nedense bu kadar şanslı değildi ve on yıla mahkûm olmuştu. Yargılama sırada Türkiye’de değildi; Londra’daydı ve hükmün açıklanmasından sonra da ülkeye geri dönmemişti. Gerçi 1933'te cumhuriyetin onuncu yıldönümü vesilesiyle çıkan af yasasından yararlanabilirdi, fakat Orbay bu imkânı da kullanmamıştı. Hakkındaki hüküm af yasasından dolayı düşmüştü, ülkeye geri dönebilirdi; ancak o temize çıkmadan ülkeye dönmemekte ısrarlıydı. Yakınlarının ısrarı üzerine ancak iki yıl sonra 1935'te Türkiye’ye geri dönecektir." (Cemil Koçak- Star)
"Gel partiye katıl" diyorlar. "Benim üzerimde İstiklal Mahkemesi’nin 10 yıllık hapis cezası var, affa uğramış olsa bile orada bir mahkûmiyet var. İstiklal Mahkemesini yeniden kurun, beni yargılayın, beraat edersem milletvekili olurum" diyor. Askeri mahkeme yargılıyor "Beraat" kararı veriyor. Orbay 1939 yılında TBMM'nin altıncı döneminde Kastamonu'dan milletvekili seçilmiştir.
Sakallı Nurettin Paşa ve Atatürk İlişkisi: Gözde ve Sözde Paşa
Sakallı Nurettin Paşa, Pontus, Koçgiri isyanı bastırmak için Amasya’da kurulan Merkez Ordusu Komutanlığında Aralık 1920’den Şubat 1922 ‘ye kadar Komutan olarak bulunuyor. Görevi, Karadeniz havalisindeki Rumları (ve yolu üzerindeki Ermenileri ve Kürtleri) yola getirmek!. Topal Osman çeteleri de kullanılarak Pontoslu Rum ve Ermeniler katlediliyor. Sakallı Nurettin Paşa "Türkiye'de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin köklerini de biz temizlemeğim" diyor ve bunu da yapıyor.
Nurettin Paşa’nın yaptığı katliamlar uluslararası alanda yankı buluyor. Mecliste Soruşturma Komisyonu kuruluyor. Komisyon Pontus, Koçgiri bölgesine gidiyor, olayı inceliyor rapor hazırlıyor:"Evet, burada bir asayiş problemi vardı ama onun çok ötesine geçen bir bastırma var, böyle bir vahşet olamaz.
Koçgiri bölgesinde Sivas, Zara, İmranlı civarında Koçgiri aşireti 134 köye dağılmış 40 bin nüfus; bunlar Alevi ve Kürt, bu köylerin tamamı haritadan siliniyor." Gene komisyon raporunda : "1000 ölü var. Yakalanan silah sayısı 200, yakalanan kişi sayısı 300 civarında" Sivas Valisi Ebubekir Hâzım Tepeyran hatıralarında: "Demek ki 50-60 tane de silahsız adam vardı yakaladığınız. Silah milah, bunlar isyan etti diyorsunuz, Sakallı Nurettin Paşa küçücük bir asayiş probleminden koskoca bir isyan üretti" diyor.
Bu rapordan sonra Meclis, Nurettin Paşa’yı görevden alıp, yargılanmasına karar veriyor. Aradan bir süre geçtikten sonra Atatürk mecliste Nurettin Paşa’yı savunur ve o kararı geri aldırır, yargılamayı önler. Sonra da onu yükseltir, Ege’de I. Ordu Komutanı yapar.
Falih Rıfkı Atay hatıralarında Nurettin Paşa’yı "İzmir’i yakan kişi" diye yazıyor. Ayrıca Ali Kemal İzmit’te linç ettiriyor. Yunan metropoliti de linç ediliyor. Ege’de I. Ordu Komutanlığı ve Kurtuluş Savaşı tamamlandıktan sonra rütbe alıyor, bu sefer Yüksek Askeri Şura üyesi yapılıyor.
Atatürk’le araları niye açıldı? 1925 seçiminde Atatürk, Bursa’ya Operatör Emin Bey’i aday gösteriyor. Nurettin Paşa da Yüksek Askeri Şura üyesi olmasına rağmen "Ben de adayım" diyor ve kazanıyor. Atatürk’ün adayını alt ediyor. Seçim kanununa göre memuriyet görevinde olan kişilerin istifa etmesi gerekiyor, istifa etmeden aday olmuş, kazanmış, geliyor meclise mazbatasını kabul etmiyorlar, seçim tekrar ediliyor. Cumhuriyet Halk Partisi Bursa’da oy tabanı olan Muhittin Baha Pars’ı aday gösteriyor. Sakallı gene "Ben de adayım" diyor, istifa ediyor, aday oluyor, bir daha seçimi kazanıyor.
İki kere seçim kazanarak geldiği zaman tarih 1925, yeni bir parlamento oluşmuş, o beş muhalif tasfiye edilmiş, ikisi seçimden sonra Halk Partisi’ne katılıyor, üçü tasfiye edilmiş durumda, Sakallı Nurettin de tasfiye ediliyor.
Atatürk’ün koruyup kolladığı Sakallı Nurettin Paşa hakkında 1927’de Nutuk’ta 19 sayfa boyunca demediğini bırakmıyor. "Zaferi kutlamada en son gelen adamdır, zaferi kutlamaya hakkı yoktur." Uzun uzun Babası İbrahim Paşa’yı yerden yere vuruyor. II. Abdülhamid’e hizmet etmesini kınamakla başlıyor, soyunun İmam Hüseyin’e uzandığını söyleyerek aşağılıyor! Aynı zamanda babasının da 1908’den sonra Doğu’daki Kürt katliamlarının yöneticilerinden birisiydi diyor…
Bu polemikçi üslup sonradan mahcubiyet yaratmış olmalı ki, Nutuk’un 1929’da yapılan Fransızca baskısından bu bölümler çıkarılıyor.
İlginçtir Nutuk’ta Mustafa Kemal’in değinmediği sadece üç konu vardı: İzmir Yangını , Hrisostomos’un linç edilmesi ve Ali Kemal’in linç edilmesi. İki ihtimal vardı: Mustafa Kemal ya Nurettin Paşa’nın bu eylemlerini onaylamıştı ya da Nurettin Paşa’yı bunlardan sorumlu tutmamıştı! Artık hangisi olduğuna siz karar verin.
Seçim Sistemi
Tek parti döneminde seçim sistemi iki dereceli bir seçimdir. Önce seçmenler milletvekilini seçecek olan kişileri seçiyor ve sonuç garantileniyor. Sonucu baştan belli olan vekiller formalite seçime katılıyorlar.
Mesela;1927 seçiminde ülke genelinde seçilecek olan vekil sayısı toplam 316 kişidir ve 316 tane aday gösterilir.
1923-1943 tek parti döneminde dört senede bir düzenli altı seçim yapılıyor. 1927 seçiminden başlayarak 1946’ya kadar yapılan bu seçimlerde toplam 1037 milletvekili seçiliyor. 1032’si parti kimi seçtirmek istiyorsa onlardır, 5 tanesi ise bağımsızdır, partiye rağmen seçilmiş kişilerdir
Atama Yoluyla Milli İrade-Temsiliyeti!
Bu arada ilginç bir hikâye daha var. Diyorlar ki; " Mecliste Üniversite mezunları aldı başını gitti, bütün bürokratları meclise doldurduk, halktan çok koptuk, işçi ve köylüden milletvekili seçelim" .
Mesela 1935 seçimlerinde parlamentonun yüzde 25’i eski emekli askerdir, doğum yerlerine göre 4/1’i Balkan ülkeleri Selanik, Makedonya doğumlu buna İstanbul’u da eklersek yüzde 40’a çıkıyor.
Bu arada Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya bakıyoruz, hayatında hiç o illeri görmemiş kişiler milletvekilidir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun hatıralarında şöyle bir ifade var "1923 seçimlerinde beni Mardin’den milletvekili adayı yaptıklarında çok şaşırdım, hiç ilgim olmayan bir şehir, çok şaşırdım" .
Öte yandan seçimlere katılma oranı çok düşük, 1923 seçimlerinde oran yüzde 23’tür ilk aşamada. Köylerde oy kullanmak yok, en yakın ilçe merkezine gitmek lazım, ona da "Kim gidecek" falan oluyorlar. Yüzde 90’a yakın bir kırsal kesim nüfus var, okuryazar düzeyi yüzde 10 civarında.
Fahrettin Altay diyor ki "Bir gün bana İçişleri Bakanlığı’ndan birisi geldi, senin görev yaptığın Konya civarından bir tane çiftçi mebus seçeceğiz. Çevre köyleri bir dolaş bir tane milletvekili adayı bul, bu adamın hiçbir beynelmilel cereyana kapılmamış olması lazım, Milli Mücadele’de hiçbir lekesi olmayacak, partimizin ilkelerini sonuna kadar destekliyor olması lazım, hiçbir zaman karşı çıktığı bir hareket olmayacak, az çok okuryazar olması lazım. Okuryazar değilse mecliste hızlandırılmış bir biçimde onun eğitimini tamamlamak lazım. Mütegallibe falan olmasın ama biraz da toprağı olsun ve de bu adam seçildikten sonra gelecek parlamentoda poturuyla, kasketiyle, günlük hayattaki kıyafeti neyse meclise onunla gelecek ama resmi toplantılarda herkes gibi ceket, kravat takacak, sonra köye gittiği zaman da aynı şekilde hayatına devam edecek" diyor.
Sonra bir bakıyorlar! bu mecliste hiç gayrimüslim yok. 2 Ermeni, 1 Yahudi, 1 tane de Rum bulalım" diyorlar ve çabucak buluyorlar.
1931 seçiminde Ermeni milletvekili olanlardan birisine geliyorlar "Ne güzel azlıklar da temsil edilecek parlamentoda" o zaman kullanılan terim azınlık değil "azlık" kelimesi. Adam bir köpürüyor "Ben azlık falan değilim, ben Cumhuriyet Halk Fırkası ilkelerine sonuna kadar sahip çıkan birisiyim" diyor. Mesela 1942’de Varlık Vergisi çıkacak bu milletvekillerinden bir tanesinden bile en ufak bir konuşma yok.
Tek Parti Döneminde Mecliste Oylama
1927 Meclisi’nden 1946’daki yeni meclis seçilene kadar iki tür oylama yapılıyor: Bir, kabul edenler-etmeyenler? Kabul edilmiştir sistemi. İki, her milletvekili kullandığı oyu "Evet", "Hayır", "Çekimser" olarak yazıyor.. Bunlar tutanakların arkasına ekleniyor.
Prof. Ahmet Demirel "Çılgınca bir iş yapıp 1927-46 dönemine kaç tane oy kullanılmış kaç kabul, kaç ret bunların hepsini saydık. Tutanağın sonuna bakıyorsun oy kullanan 208, kabul 208, ret sıfır, çekimser sıfır çoğunlukla böyle olduğu için iş kolay. Yapılan bir hesapla 518.500 civarında bu yöntemle kullanılmış oy var. Kaç ret tahmin edebilirsiniz? Şaşırabilirsiniz ama100’ün altında ret var, çekimserlerle beraber toplandığı zaman 250’ye yaklaşıyor. Hepsi, yani 518.500’ün 518.250’si kabul oyu, yüzde 99.99’a yakın.
Tek parti döneminde bu normal karşılanabilir. Keşke birileri çok partili hayata geçiş sonrası özellikle 2002-2017 dönemi oy kullanma tablosunu çıkartsa…
Sonuç olarak: Çok partili hayata geçişten bu yana72 yılda hiçbir şey değişmedi demek eşyanın tabiatına aykırı olur. Sosyal ve sosyolojik değişimle birlikte, iktisadi hayatta da değişimler oldu.
Marx, materyalist toplum-tarih analizinde alt yapı olarak ekonomik-sınıfsal ilişkileri, üst yapı olarak da hukuk, yasalar, siyasi kurumlar, düşünme biçimi, ideoloji ve felsefeyi belirler. Bu analizden kalkarak "alt yapı, üst yapıyı belirler" sonucuna varır.
Marx’ın bu analizine uymamakla birlikte Türkiye’ye bakıldığında tek parti döneminde üst yapı alt yapıyı biçimlendirmek istedi. Türkiye’de Kapitalizmin egemen üretim biçimi: Kamu İktisadi Teşekkülleriyle başlayan KOBİ’lerle devam eden ve giderek holdingleşme yoluyla merkezileşen ve küresel kapitalizmle entegre olan ekonomik ilişkiler; Batı kapitalizminde ortaya çıkan sınıf bilincini, sınıfsal çatışmayı ve iktidar talebini ortaya çıkartmadı. Marx’ın alt yapı ilişkileri olarak tanımladığı ilişkilerin karşılığı Türkiye’de gelenek, kültür ve egemen dini inançtır. Bu alt yapı, rejimin yapısı olan hukuku, siyasal sistemi ve ideolojiyi belirliyor.
Cumhurbaşkanlığı Sistem değişikliğini bir de bu yönüyle okumak gerekiyor.
Kaynaklar:
Prof. Dr. Ahmet Demirel: Birinci Meclis'te Muhalefet/İletişim Yayınları
Prof. Dr. Ahmet Demirel Tek Partinin İktidarı Türkiye’de Seçimler ve Siyaset (1923-1946)/İletişim yayınları
Prof. Dr. Ahmet Demirel Tek Partinin Yükselişi/ İletişim yayınları
Prof. Dr. Ahmet Demirel : "Cumhuriyet Tarihinin Bilinmeyen Gerçekleri" Küyerel Düşünce Enstitüsü Konferansı/ 11 Mart 2017, İstanbul