Ahmet Nesin
Türkiye'de Kürt olmak, İngiltere'de Türk olmak!..
Yıllardır merak ettiğim bişey vardı İngilizce'de, sen ve siz sözcükleri niye aynıydı, ikisi de "You are" olarak geçiyor ve sözcük hazinesi bu kadar geniş bir dil, neden bu konuda cimri davranmıştı? Öğretmene küfrederek girdiğim ilk İngiliz Edebiyatı dersimde esasında bunun böyle olmadığını öğrendim. Muhteşem İngilizcem var ya, ilk derste Shakespeare var ve ben normal İngilizceyi anlamazken karşımda eski İngilizce pis pis sırıtıyor bana. Karşımda kocaman bir "THOU ART" duruyor ve ben bön bön bakıyorum. Sanırım öğretmen o muhteşem bakışımdan derdimi anlamış olacak ki, gülümseyerek tebeşiri eline aldı ve THOU ART = YOU ARE diye yazdı. Sonunda SEN'in eski İngilizcede YOU ARE olmadığını öğrenmiş oldum. Anlayacağınız eski dilden başladım İngilizceye.
İkinci dersim daha ilginç oldu, yatakhaneye geçtik ve pijamalarımızı giyineceğiz. Ailecek rahat büyüdük, başkalarının yanında soyunma gibi bir derdimiz hiç olmadı, Ateş ağabeyim hariç tabii, o bu konularda çok utangaçtı ve babamla okul başlamadan önceki hovardalığımıza hiç gelmedi, çünkü işin içinde hamam vardı. Bizden mi utanırdı, yoksa babamın zoruyla tellak tarafından keselenme ve sabunlanmayı mı önlüyordu bilemem, ama gelmezdi. Oysa babamın tellak mecburiyeti yoktu.
Ve işte o an geldi, İngilizler pijama giyerken donlarını da çıkartıyorlar. Beni aldı bir düşünce, kendimi birden mecbur hissettim ama nasıl çıkartacağım, fazla sürmedi ve 2-3 dakika sonra donumu çıkarıp pijamamı giydim. Belki de daha önce 1 yıl da olsa yatılı okumuş olmamın verdiği bir rahatlıktı bu, ileride beni daha nelerin beklediğini hesaplamadan çabuk adapte oldum.
Benim hiç dini inancım olmadı, ben bütün çocuklar gibi ateist doğdum ve bütün yaşamım öyle devam etti. Bu konuyu Ali'yle ya bir kez konuştuk yada ben bir açıklamasını okudum, O'nun ortaokula kadar kafasında soru işareti varmış. Bu soru işareti tabii ki din üzerine değil, daha çok Allah üzerine. Yaşamımın en sahte Müslüman dönemi o okulda oldu. Sabah uyanıyoruz ve okulun kilisesine gitme mecburiyetimiz var. Beni rahatsız eden kiliseye gitmek değil, kiliseye gitmek için 128 merdiven çıkmak, her sabah işkence gibi bişey. O zaman okul müdürüne Müslüman olduğumu defalarca söyledim ama bişey değişmedi.
Kilisede çok şey öğrendim, birincisi çok güzel İngilizceyi orada dinleme olanağı benim için çok iyi oldu. İkincisi kiliselerin bizdeki gibi dua ve namaz yeri dışında olayların konuşulduğu yer olduğunu kavradım ki ben de Filistin konusunu bir sabah konuşmacı olarak anlattım 15 yaşımda. Üçüncüsü sesine hayran olduğum Cat Stevens'ın parçalarının çoğunun ilahi olduğunun keşfettim. En sevdiğim şarkısı meğer İsa'nın doğduğu sabahı anlatan bir parçaymış ve Cat Steven kendisi yazmış:
morning has broken, like the first morning
blackbird has spoken, like the first bird
praise for the singing, praise for the morning
praise for the springing fresh from the world
sweet the rain's new fall, sunlit from heaven
like the first dewfall, on the first grass
praise for the sweetness of the wet garden
sprung in completeness where his feet pass
mine is the sunlight, mine is the morning
born of the one light, eden saw play
praise with elation, praise every morning
god's recreation of the new day
Bunu yazan ve söyleyen birisinin sonradan İslamiyeti seçmiş olması garip gelmiyor, Cat Stevens hep din üzerinden gitmiş. Sanırım son IŞİD olaylarından dolayı artık biraz soğudu, bu konuda açıklama da yaptı. Bu arada Pazar sabahları da Katedral'e gidiyoruz, Durham Katedral'i o kadar muhteşem ki, içine girdiğinizde her köşesi ayrı bir çekiyor insanı. Ve o org, daha doğrusu o akıl almaz ses.
Hem okulun, hem de katedralin fotoğraflarını gördüğünüzde nasıl biyerde okuduğumu anlayacaksınız. Annem geldiğinde, okulu görünce "Keşke burada ben de okuyabilsem" demişti ama o yaştaki akıl almaz özlem sizin o güzellikleri görmenizi engelliyor.
Okula gittiğimde en ilgimi çeken yada şaşırtan 3 ayrı çim futbol ve rugby sahamızın olmasıydı. 1971 yılında daha Türkiye'de yeşil saha yoktu, neden 8 yemeyelim ki adamlardan. Yüzme havuzu yarı olimpikti ve o da henüz Türkiye'de yoktu, nasıl olsa 4 denizimiz vardı ve havuza gerek yoktu.
Aradan 2-3 hafta geçti, tanışmalar ve çat-pat konuşmalar, şakalaşmalar ve şakalaşmaların arasında bana sık sık söylenen "WOG" sözcüğü. Sonunda öğrendim anlamını, zencileri aşağılamak anlamında kullanılan bir sözcük, başka anlamları da var ama bana bu amaçla söylüyorlar. Ve o sözcükle beraber benim aynı Türkiye'de Çingeneler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Ezidiler, Yahudiler, Lazlar ve şimdi de Suriyeliler gibi aşağılanma dönemim başladı. Kendi diliniz dışında ve öğrenerek sınıf geçmeye çalışmanın ne demek olduğunu, hem de devamlı aşağılanarak ben Kürtler gibi yaşadım. 1,5 yıl dayandım, sonu dayakla ve arkadaşlıkla bitti ama ben aşağılanırken ilkokulda başlayan okumaktan soğuma rahatsızlığım her geçen gün artıyordu.