Türkiye yanlış ve boş tartışılan bir ülke!

Türkiye uluslararası iltica antlaşmasına imza atarken batı ülkeleri hariç hiçbir ülkeden iltica kabul etmeyeceği üzerine bir antlaşma yapmış, anlayacağınız ciddi bir şekilde şerh düşmüş.

Henüz yıllık iznimin haftası dolmamışken Artı Gerçek’te yaşanan bir değişiklik nedeniyle iznime ara verdim ve yazılara başladım. Değişiklik döneminde sayfamın boş kalmasına gönlüm ve mantığım razı olmadı. Yeni dönemde bisüreliğine haftada 3 yazı yazacağım, daha önce Artı TV’de yaptığım Ustura Programlarını’da Artı Gerçek’te yapacağım ama henüz gün ve saat belli değil. Yeni genel yayın müdürümüz Ergun Babahan’a hoş geldin, önceki genel yayın müdürümüz Celal Başlangıç’a da teşekkür ederek bu giriş konusunu kapatıp esas yazıya döneyim.

Bildiğiniz gibi sınırdan Afganlıların girmesiyle beraber zaten son aylarda hızlanan Suriye’li yada "Mülteci" tartışması yeniden hız kazandı. Bu tartışmalar başladığından beri eski bir "Mülteci" yada "İlticacı" olarak gülerek ama aynı zamanda sinirlenerek izliyorum yapılan tartışmaları. 

Gülüyorum çünkü Türkiye’de "Mülteci" yok ve hem gazeteciler, hem siyasetçiler, hem de akademisyenler bişeyler söylediklerini sanarak ve halkı kandırarak bu konuyu konuşup, yazıyorlar. Sinirleniyorum, çünkü bu konuda esas tartışılması gereken, uluslararası antlaşmalara göre batı hariç hiçbir ülkeden "İltica" kabul etmeyen Türkiye’nin, bu sorunu masaya yatırmaması ve yeniden gözden geçirmemesi.

Kendi iltica dönemimi anlatarak, ilticanın nasıl bişey olduğuna açıklık getirmeye çalışacağım. 2003 yılında AKP ve Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelince Fransa’ya geldim. Yurt dışına çıkışım garanti olsun diye de hem İsviçre, hem de Fransa konsolosluklarından vize aldım. Öncelikle şunu belirteyim, vizeyle gelenlerin ilticalarının kabulü zordur. Çünkü siyasi ilticada vize almanız zorlaşmaz ama devletle sorununuz varsa pasaport almanız zordur, iltica masası bu olaya o gözle bakar.

İltica başvurusu yaptığınızda o ülkenin sizi geri göndermesi olanaksıza yakındır. Her ülkede kurumlar değişiktir ama işleyiş tıpatıp aynıdır, çünkü iltica yasası uluslararası bir yasaya tabidir genellikle. Önce başvuru dilekçesi yazarsınız, valilik sizinle ilişkiye geçer ve açıklamanızı yaparsınız. Onlar size randevu tarihi verir ve o gün geldiğinde uzun bir sorguya çekilirsiniz iltica masası tarafından.

İlticanız kabul edilirse bundan sonra neredeyse oy verme ve aday olma hakkı hariç Fransızla aynı haklara sahip bir şekilde yaşamaya başlarsınız. Hatta kimi konularda daha fazla haklarınız da vardır. Sıra pasaport meselesine gelir, size bir pasaport verirler ve o pasaportta "Türkiye hariç" heryere gidebilir ibaresi vardır.

Türkiye uluslararası iltica antlaşmasına imza atarken batı ülkeleri hariç hiçbir ülkeden iltica kabul etmeyeceği üzerine bir antlaşma yapmış, anlayacağınız ciddi bir şekilde şerh düşmüş.

Şimdi gelelim yaşadıklarımıza, Suriyeliler savaş gerekçesiyle Türkiye’ye geldiler ama ne olarak geldiler. Suriyeliler misafir statüsünde geldiler ve misafir statüsünde gelenler istedikleri zaman kendi ülkelerine gidebilirler. Misafir statüsünde kalanlar Türkiye pasaportu alamayacaklarına göre (Veriliyorsa işin içinde garip bir yasa yada üçkağıt vardır) gidiş gelişlerini Suriye pasaportuyla yapmak zorundalar. O zaman aklıma şu soru geliyor, ülkesindeki savaştan kaçan, yani devletle sorunu olan vatandaş nasıl pasaport alıyor, diyelim ki benim gibi almış, peki nasıl uzatıyor. TC bana ve benim gibilere nasıl pasaport vermiyor yada uzatmıyorsa, Suriye’nin de aynı şeyi yapması gerekmiyor mu?

İşte bu yüzden ben diyorum ki, yıllardır TV’lerde yapılan tartışma yanlıştır. Türkiye’de artık tartışılması gereken konu uluslararası iltica yasasının tekrar gözden geçirilmesi ve kalmak için gelen bütün vatandaşların o statü yada yasalara göre misafir edilmesidir. Uzman bir kadro kurulur, o kadro kimlerin kalıp, kimlerin kalamayacağına karar verir.

Bu kararı vermek kolay mı diyeceksiniz. Hayır, hiç de kolay değil ama Fransa’dan örnek verecek olursam, beni sorguya çeken 2 kişi, Türkiye sosyalist siyasetini, kimin, hangi örgütten ne zaman ve hangi gerekçelerle ayrıldığını, benim diyen sosyalistten daha iyi biliyor ve kandırma şansınız sıfıra yakın. Kimin kimden ayrıldığı derken, kişileri değil, örgüt bölünmelerini kastediyorum.

Biraz da detaya girersek, iltica sadece siyasetle sınırlı değildir, dini, ticari, kadın hakları başta olmak üzere iltica hakları vardır. Dilini konuşamamak bile bir iltica konusudur.

Bir devrimci olarak, ülkesinde yaşayamayan kimsenin gönderilmesi taraftarı değilim ama bu konunun bir statüsü olması gerektiğine sonuna kadar inanıyorum. İltica yasası değiştiğinde zaten uluslararası iltica masası yada komitesi gerekli yardımları yapıyor, o zaman Avrupa Birliği yada Almanya para vermiyor diye hem şikayet edip, hem de yalvarır noktasına gelmiyorsunuz. En azından IŞİD’ci yada Talibancıları ayıklayabiliyorsunuz.

Dedim ya, Türkiye yanlış ve boş tartışılan bir ülke diye, umarım öğreniriz.

Yeniden hoşgeldiniz Artı Gerçek’e…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Nesin Arşivi