Ahmet Nesin
Türkiye'ye dönüş ve dershane...
"Şimdiki aklım olsa" deriz ya hep, bana oldum olası ters gelmiştir. Bu yazıyı okuyan herkes yarım saat otursun ve geçmişinden 3-5 önemli olayı masaya yatırsın ve şimdiki aklıyla nasıl yaşayacağına tekrar karar versin ama şimdiki aklıyla yapacaklarını da film izler gibi gözünde canlandırsın. Eminim ki başkasını izler gibi izleyecektir kendisini ve memnun kalmayacaktır. Ben o küçük yaramazlığı yapmayacaksam, x kişiye âşık olmayacaksam, sınıftan kaçıp aylak aylak dolaşmayacaksam, genç yaşımda zurna gibi olmayacaksam, şimdiki aklımla yaşayacaksam ne işe yaradı ki bu dünyaya gelişim. Düşünsenize, dünya efendisi bir abla yada erkek kardeş, anne-baba yada teyze-hala, sınıf arkadaşları. O zaman Aziz Nesin "Şimdiki Çocuklar Harika"yı, Rıfat Ilgaz da "Hababam Sınıfı"nı niye yazsındı ki! Zaten yazamazlardı ki, komedi olmazdı, hata olmayan yerden nasıl komedi yada korku çıkartacaksınız ki. Hiç serserilik yapmayan, hanım hanımcık bir kıza neden âşık olayım yada evleneyim ki, üstüne bir de çocuk yapayım.
Hepimiz birer robot olurduk ama robot yapacak beynimiz olmazdı, çünkü bunu düşünmek gereği duymazdık o zaman. En önemlisi hakkımızı aramaz ve itiraz etme yetimizi arardık yada aramazdık, çünkü yok olan bişeyi arayamayız ki. O yüzden çocukken, gençken yaşadığım hiçbişeyden pişman değilim, o yaptıklarım benim bugünkü duruşumun temeli.
Bu girişi yapmamın bir nedeni var, gençliğimde yaşadığım kimi olaylardan dolayı babamı çok suçlamıştım. Oysa O'nun da kişiliği benim gibi çocuk ve gençliğinde yaşadığı yanlışlarla-doğrularla bütünleşerek oluşmuştu ve inandığı bitakım şeylerin gerçekleşmesini istiyordu. Ve doğal olarak babamla en tartışmalı dönemim başladı, çünkü ben okumayı bırakmıştım ve bu O'nun için bir felaketti.
Şaka gibi gelecek ama babamla aynı evde 2 yabancı gibi yaşamaya başladık. Öyle bir yaştayım ki, okula gitmeyince ne yapacağım belli değil, ben de bilmiyorum. 2-3 gün evde oturduktan sonra eski okuluma gittim. Arkadaşlarla gülüştüm, dertleştim, ilkokuldan arkadaşım Ayşegül Ünüvar'la beraber ayrıldık okuldan.
Ayşegül'ün annesi Gülseren abla da Kanada'dan kesin dönüş yapmıştı, Kadıköy Altıyol'da bir dershane açmak istiyordu. Oturduk ve konuşmaya başladık. O zaman Kadıköy'de sadece biri benim de ortaokulda gittiğim sadece 2 dershane vardı ve bu üçüncü olacaktı. Adını Bahariye Dershanesi koydu Gülseren abla ve ben ortaokullara İngilizce dersi verecektim. Sadece ders vermeyecektim, oranın idaresi benim elimdeydi artık.
Biraz empati yapmaya çalışsanıza benimle, 17 yaşıma ya yeni girmişim yada girmek üzereyim ve hem öğretmenim hem de müdür. Maaşım gerçekten bir felaket, 2500 TL, neredeyse en yüksek memur maaşı alıyorum, 2 kişilik meyhane masrafı 50 lira, gerisini siz düşünün.
Tabii bu kararı verirken babamla aramı düzelteceğimi tahmin ediyorum, bana göre artık paramı kazanıyorum, müdürüm ve okuduğum İngilizce işe yaradı, o bilgilerimi başkalarına aktarıyorum. Hiç de sandığım gibi olmadı, çünkü ben okumadıkça babamla aram düzelmeyecek.
Benden 1 sene sonra da Ali, İsviçre'ye gitmişti, yazın o da geldi, geziyoruz, dolaşıyoruz. Bir gece işten geldim, kapıyı açtım, ayakkabılarımı çıkarırken babamla Ali'nin konuştuğunu duydum. Ses çıkarmadan dinlemeye başladım, çünkü beni konuşuyorlardı. Konuşmayı hiç unutmuyorum, çünkü o konuşma bana bir dil daha kazandırdı.
Ali- Baba, Ahmet'i benim yanıma İsviçre'ye göndersene.
Babam- Olmaz, Ahmet İngilizce okudu, bir de üstüne Fransızca öğrenemez...
Gerisini bilmiyorum, çünkü öğrenemez lafı çok ağırıma gitmişti, hemen odama gittim, her türlü hinliği düşünmeye başladım, ağlayamıyorum, çünkü birazdan hep beraber yemek yiyeceğiz ve duyduğumu bilmemeliler. Yemeğe oturduk, ben tam yemeğin ortasında "Baba, beni Ali'nin yanına okumaya göndersene".
Kimsede çıt yok, Ali'yle babam birbirlerine baktılar ve ertesi gün bütün işlemler ve yazışmalar başladı, okuldan kabul yanıtı geldi ve ben çok keyifliydim, Fransızcayı öğrenip, kendimce babamı cezalandıracaktım. Yıllar sonra babamı boşuna suçladığımı anladım, çünkü onun yapamaz deme nedeni benim zaten İngiltere'ye zorla gitmem ve artık okumaktan iyice uzaklaşmam, bir de üstüne Fransızca fazla gelir düşüncesiydi.
İsviçre maceramın bu gerekçeyle başladığını Ali de ilk kez öğrenecek, Lozan'a geldim, bu kez kavgalarım Ali'yle başladı. Kavga derken ciddi kavga filan değil ama Ali bana çok kızıyordu, haklıydı. Bu arada ikimizin de bilmediği bir marifetim ortaya çıktı.