Armağan Kargılı
Vatandaş ABD'ye doydu biraz da AB yesin
Saray broşürlerinden Star, geçtiğimiz günlerde "Ete doyan vatandaş balığa yöneldi" diye bir başlık attı. Bunun ete karşı başlatılan yerli ve milli mücadele olduğunu anlamayan sosyal medyanın müzmin muhalifleri, günlerce tartıştı bu başlığı.
AKP'nin dayandığı derin ekonomik ve politik mucizeyi anlamak için bu modeli analiz etmek gerekiyor önce. Modelin mucidi, henüz adını bile öğrenemediğimiz bir okulda genç yaşlarda aldığı ekonomi dersleri sayesinde ekonomistlere bile ders veren bir dahi. Neyse ki neredeyse her konuşmasında bize tane tane bu modeli anlatmaya çalışıyor:
"Dolar, molar bizim yollarımızı kesmez. Yastığının altında doları, avrosu, altını olan varsa gitsin TL ile bankalarımızda bozdursun. Bu bir yerli mili mücadeledir. Bu, bize karşı ekonomik savaş ilan edenlere benim milletimin cevabı olacaktır."
Her ne kadar bu sözlerin ardından Dolar, Avro ve altın fiyatları yeni rekorlar kırdı ama olsun. Türkiye'de vatandaş bu mucizeye inansa Dolar Avro nasıl yerlerde sürünecek göreceğiz.
Et yerine balık yese vatandaş, görün et fiyatları nasıl düşecek. Üstelik de bugünlerde yeniden ortaya çıkan şarbona yakalanma riski de ortadan kalkacaktır. Bazı uzmanların şarbonun biyolojik savaş yöntemi olarak kullanıldığı uyarılarını da göz ardı etmemek lazım. Türkiye'de et tüketimi 34 OECD ülkesi arasında 2016 yılı verilerine göre 20. sırada. O günden bu yana çok daha gerilere düştüğünü tahmin etmek de zor değil. Et tüketmeden de yaşanabileceği mucizesini gerçekleştirse Türkiye halkı, ülkede görün bakın kolesterol hapı fiyatları da nasıl düşecektir.
Bu ülkenin "kırmızı et yiyin bir şey olmaz, kolesterole de takmayın" diyen diyetisyenlere değil genç kuşak hatırlamaz ama et bulamazsanız mercimek yiyin diyen Ayşe Baysallara ihtiyacı var. Mercimek fiyatları da artarsa ağaç kabuğu yememizi öneren yerli milli diyetisyenler de bulunur nasılsa.
İşte et mi balık mı şarbon mu tartışmalarının arasında geçtiğimiz günlerde manşetleri süsleyen bir de toplantı vardı. Kendilerine "Reform Eylem Grubu" adını veren Saray kabinesinin 4 bakanı biraraya geldiler. Türkiye'nin dış politikasında reform üzerine reform gerçekleştiren, bu sayede de neredeyse adının başına "değişmez" ekletmeye hazırlanan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu toplantıya evsahipliği yaptı. ABD ve Avrupa ilişkilerinin kopma noktasında olmasını ve dış politik açmazları Türkiye'ye açılan savaşın bir parçası olduğuna reisini de de seçmenini de inandırmış başarılı bakan edası ile buyur etti konuklarını.
Reform konuşuluyorsa onsuz olmazdı. Eskinin Enerji şimdinin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak her kabinede yer almasını bazı kötü niyetlilerin söylediği gibi damat olmasına değil reformcu kişiliğine borçlu. En büyük reformunun meyvesini bu yıl almaya hazırlanıyor: Enerji olmadan kışı geçirme projesi nihayet bu yıl somut olarak uygulanacak. Vatandaşın soğuğa dayanıklılığı da test edilecek bu sayede.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün ve ondan öncekilerinin de adalet reformları Avrupa Birliği'nin büyük ilgisini çekiyor tabii. Bu reformlar sayesinde Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin en iyi müşterisi oldu. Türkiye'nin AB müzakerelerinin dondurulmasında bu bakanlığın reformlarının katkıları inkar edilemez.
"Reform" deyince Türkiye'de ilk akla gelen isim olan İç,şleri Bakanı Süleyman Soylu da bu toplantıda elbette yerini aldı. İktidarın her destekçisinin evinde en az bir silah reformunun mimarı tabii ki o. 80 yaşının üzerindeki Cumartesi Annesi Emine Ocak'ı gözaltına alma talimatı ile Türkiye'yi bir kez daha dünya medyasının manşetlerine taşıyan da yine o.
İşte bu 4 reformcunun toplantısı bugünlerde Türkiye'nin nasıl yeniden AB yoluna girdiğinin bir göstergesi olarak kamuoyuna pazarlanıyor. Reformların yılmaz savunucusu saray kalemi Abdülkadir Selvi, "AB ile ilişkilerde yeni adımlar geliyor" müjdesi veriyor AKP seçmenine. Ama en çarpıcı açıklamayıı toplantı çıkışında bakanlar yapıyor. "Artık" diyorlar "AB, Türkiye'ye vizesiz seyahat yolunu açmalı, biz üzerimize düşen 7 şarttan 1'ini yerine getirdik." "Hangisi?" diye sorarsanız, pasaportlara çip konulması şartı başarıyla yerine getirilmiş.
Türkiye'nin dış politikası uzun bir zamandır ABD merkezli yürüyordu. Önce Donald Trump'ın işbaşına gelmesiyle ilişkilerin düzeleceği umudu yayıldı. Bu umut, ekonomide beklenen iyileştirmeyi sağlamadı, yatırımcılar Türkiye'ye akın etmedi. O zaman Amerika'yı düşman ilan edip yastık altından Dolar ve Avroları çıkartıp milli mücadele düğmesine basıldı. O da işe yaramadı. Rahip Brunson bile bir yere kadar yani. Kısacası ABD'ye doydu vatandaş.
AB üyesi ülkelerin Trump ile anlaşamadıkları ortada. O zaman denenecek en iyi politika olarak AB'ye yakınlaşıyormuş gibi davranma politikası seçildi. Saray kabinesinin en reformcuları biraraya gelip "7 şarttan 1'ini aslanlar gibi yerine getirdik AB de bir zahmet vize serbestisi tanısın artık" kararı aldılar. Bu karardan AB'nin haberi olur mu, ciddiye alır mı sorularının yanıtını Fransa'nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron verdi. "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiyesi, Mustafa Kemal'in Türkiyesi değil. Avrupa karşıtı pan İslamcı gündemini her gün yeniden teyit ederken dürüst ve açık bir şekilde Türkiye'nin AB üyeliği hakkında konuşmaya devam edebileceğimizi düşünüyor muyuz?" dedi ve "Türkiye ile bundan böyle üyelik değil stratejik ortaklık görüşülebilir" diye de ekledi. Bu sözler yeni değil. Uzunca bir zamandır Türkiye ile AB ilişkileri sadece stratejik ortaklık projesi üzerinden yürüyor. Bu deyimi daha önce de AB'nin çeşitli kademelerdeki yöneticileri kullandılar. Çünkü AB, özellikle de Türkiye'nin göçmen tehdidinden korkuyor. Türkiye'nin ekonomik çöküşünün Avrupa'da da krizi tetikleyebilir endişesi AB'de hakim. AB ile ABD arasındaki sorunlarda 1. başlık olan NATO konusunda da AB, Türkiye'den vazgeçmek istemiyor. Malum Türkiye, NATO'nun Avrupa'daki en büyük ordusunu besliyor. Bu nedenlerle de Türkiye konusundaki açıklamalarda temkinli AB. Buna rağmen vize serbestisi de üyelik müzakerelerinin yeniden açılması da gündemde bile değil.
O zaman bu bu toplantının bir tek mesajı var o da vatandaşa. ABD'ye doydunuz biraz da AB yiyin.