Yaşar Altürk: Eşitsiz ve ayrımcı bir yasa, parlamento vicdanının ölümüdür

İnfaz yasa tasarısında eşitlik ilkesinin çiğnendiğini ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ifade eden Avukat Altürk’e göre yasanın Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi kaçınılmaz.

Mehmet KORKMAZ


ARTI GERÇEK- Bu hafta, "Üniformalı Çete" olarak da tanımlanan Yüksekova Çetesi mağdurlarının avukatı, dostum Yaşar Altürk ile söyleştim. Çete Davası'ndaki dik duruşuyla herkesin takdirini kazanan 40 yıllık avukat Altürk ile AKP’nin hazırladığı, MHP’nin de destek verdiği infaz yasa tasarısını ve yargının içinde bulunduğu son durumu konuştuk. Halen İstanbul’da serbest avukat olarak çalışan Yaşar Altürk’ün sahadaki gözlemleri ve değerlendirmeleri, yargının içinde bulunduğu acıklı durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

‘TEHLİKENİN AĞIRLIĞINA UYGUN ÖNLEMLER ALMAYA CESARET EDEBİLENLER LİDER OLARAK ANILIR, DİĞERLERİ SİLİNİP GİDER’

Bir hukukçu olarak, koronavirüs salgınının yol açtığı hastalık ve ölümlerin yaygın olduğu bu dönemde, tutuklu ve hükümlülerin bir yasa marifetiyle evlerine gönderilerek, tehlikeden uzak tutulması isteğini doğru buluyor musunuz?

Korona virüsü bütün dünyayı kasıp kavuruyor. En gelişmiş ülkeler bile çaresizlik içinde kıvranıyor. Her ülke önleyici tedbir alma ve aşı bulma telaşında. İçinden geçtiğimiz olağanüstü dönem, olağanüstü tedbir almayı gerektirir. Olağanüstü tedbirler alınırken, normal dönemlere kıyasla daha paylaşımcı ve daha cesur davranılması şarttır. 

Sıradan tedbirler alınarak olağanüstü dönem koşulları karşılanamaz. Sıradan tedbir alınarak olağanüstü dönemin lideri olunamaz. Toplumları sürükleyen gerçek liderler böyle olağanüstü dönemlerde ortaya çıkar. Toplumların tarihinde böylesi dönemler yeni liderlerin çıkmasına fırsat tanır. Tehlikenin ağırlığına uygun önlemler almaya cesaret edebilenler lider olarak anılır; diğerleri silinip gider. 

Bütün ülkeyi etki altında tutan korona virüs koşullarında tutuklu ve hükümlülerin cezaevi koşullarında tehlikeden uzak tutulmaları için, tutuklu ve hükümlülerin evlerine gönderilmesi hukuki bir gereklilikten çok, tıbbi bir zarurettir. Çok cesur adımlar atılmasını gerektirir. Salgın tehlikesinin hızını ve gücünü kesmenin başka yolu yok!

‘TEHLİKE GEÇTİKTEN SONRA BU ŞAHISLARA CEZANIN KALAN KISMI ÇEKTİRİLEBİLİR, İRAN BÖYLE BİR KARAR ALMAYA CESARET GÖSTERDİ’
 
Salgın nedeniyle önlem olarak salınan tutuklu ve hükümlülerin kaçması ve izlerini kaybetirmeleri mümkün değildir. Tehlike geçtikten sonra bu şahıslara, cezanın kalan kısmı çektirilebilir. İran böyle bir karar almaya cesaret gösterdi. Cezaevlerini önemli ölçüde boşalttı. Biz de yerleşik kalıpları aşarak köklü önlem aramalıyız. Aksi halde bu tehlikenin basit bir seyircisi olunur ki; liderlik bu değildir. 

‘DEVLETE KARŞI SUÇLAR "ALLAH'IN HAKKI" KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLİR VE AFFEDİLMESİ DAHA MAKUL KARŞILANIR’

Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da savunduğu "Devlet ancak kendine karşı işlenen suçları af edebilir. Topluma, kişilere karşı işlenen suçları af edemez" görüşü için ne diyeceksiniz? 

İslam Hukuku ve Mecelle'de "Kul hakkı" daha üstün tutulur.. Devlete karşı suçlar, "Allah’ın hakkı" kapsamında değerlendirilir ve affedilmesi daha makul karşılanır. "Devlet, ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir" şeklindeki dini/ felsefi yaklaşım, siyasi suçların affına sıcak bakmayı gerektirir. İlk bakışta böyledir. Ama yıllar içinde oluşan samimiyet testi, hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Ancak salgın ortamı bu testi değiştirebilir mi; bütün mesele bu… Söz ile özün örtüşebilmesi!...

‘FİKİR SUÇLARI TERÖR KAPSAMINA ALINARAK EŞİTLİK İLKESİ ÇİĞNENMİŞ, HUKUK DEVLETİ İLKESİNE AYKIRI DAVRANILMIŞ VE AYRIMCILIK YASAĞI İHLAL EDİLMİŞTİR’

Tasarı aynen yasalaşırsa, şahıslara karşı suç işleyenler tahliye edilecek, buna karşın siyasi suç işledikleri iddia edilen başta Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan olmak üzere, aydınlar, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler, avukatlar, öğrenciler hapiste tutulmaya, dolayısıyla ölüm tehlikesiyle baş başa bırakılmaya devam edilecek. Sizce böylesi bir ayrımcılık ve adaletsizlik toplumun vicdanını yaralamaz mı?

İnfaz indirimine ilişkin Yasa Teklifinde "Terör" suçlarında hiçbir indirim yapılmamış ve bu suçlar bakımından hiçbir kolaylık tanınmamıştır. Hiçbir şiddete başvurmayan ve silahlı terörle hiç ilgisi olmayan siyasi suçlar ve fikir suçları da, "terör" kapsamında sayılmıştır. Böylelikle; a) Anayasa’da tanımlanan "Kanun önünde eşitlik" ilkesi çiğnenmiş, b) "Hukuk Devleti" ilkesine aykırı davranılmış ve c) ayrımcılık yasağı ihlal edilmiştir. Bu da, toplum bütünlüğünü yaralamış ve kamu vicdanını kanatmıştır.  

‘SİYASİ SUÇLAR BAKIMINDAN BÖYLESİNE BİR AYRIMCILIK YAPILMASINI DÜNYAYA ANLATAMAZSINIZ’

Fikir suçu ve/ya siyasi suçlar nedeniyle yargılanan sanıklara karşı iyi davranılmadığına dair ciddi kaygılar var. Hele de bütün toplumu tehdit altında tutan korona salgınına karşın, siyasi suçlar bakımından böylesine bir ayrımcılık yapılmasını, ailelere, tutuklu ve hükümlü yakınlarına, gelecek nesillere ve dünyaya izah etmek imkânsızdır. 

Dünyayı kasıp kavuran bir salgın hastalık karşısında kitlesel ölümlere seyirci kalmak, aslında suçtur. "taammüden adam öldürmek" değilse de, en hafif deyimiyle, "ihmal suretiyle icra" suretiyle insan öldürme suçunun nitelikli halidir! Çok vahimdir!

‘YASANIN ÖZEL AF İÇEREN HÜKMÜ DİKKATE ALINDIĞINDA "AF KANUNU" SAYILDIĞI VE OYLAMADA NİTELİKLİ ÇOĞUNLUK GEREKTİĞİ TABİİDİR’

Artı Gerçek’in hukukçu Yazası Ümit Kardaş, 7 Nisan günü kaleme aldığı yazısında, Yasanın TCK’nun 65/2 uyarınca özel af niteliğinde olduğundan kanunlaşması için Anayasanın 87. Maddesi uyarınca TBMM üye tam sayısının 3/5’inin çoğunluğunca kabul edilmesi gerektiğini, aksi halde hukuken reddedilmiş sayılacağı uyarısında bulundu. Siz ne düşünüyorsunuz?

Türk Ceza Kanunu’nun 65/2. Maddesi uyarınca, "Özel af ile hapis cezasının infaz kurumunda çektirilmesine son verilebilir veya infaz kurumunda çektirilecek süre kısaltılır ya da adli para cezasına çevrilir". Özellikle "infaz kurumunda çektirilecek ceza süresinin kısaltılması", özel affın en belirgin özelliğidir. Yasanın özel af içeren hükmü dikkate alındığında "Af Kanunu" sayıldığı ve oylamada nitelikli çoğunluk gerektiği tabiidir. Teklif metni ve Yasanın bu maddesi bir arada irdelenince, Sayın Ümit Kardaş’ın görüşü, matematik kesinliğindedir. Tartışmayı gerektirmeyecek kadar nettir. 

‘SALT ÇOĞUNLUK DEĞİL, NİTELİKLİ ÇOĞUNLUK GEREKTİĞİ İÇİN, YASANIN İPTALİNE KARAR VERİLECEĞİNİ GÖRÜR GİBİYİZ’

Teklif yarıdan bir fazla oyla (salt çoğunlukla) yasalaştırıldığı takdirde, Anayasa’ya aykırılık, metnin kendi bünyesinde saklıdır ve çok açıktır. Yasa haline dönüştükten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak denetimde, ilk ele alınacak husus oylamanın şekli ve sonucudur. Salt çoğunluk değil, nitelikli çoğunluk gerektiği için, Yasanın iptaline karar verileceğini şimdiden görür gibiyiz. Matematiksel kesinlik arz eden TCK 65/2’nin bu çok somut hükmü karşısında Anayasa Mahkemesi başkan ve üyelerinin siyasi kimliği belirleyici değildir. Nesnel sorumluluk ilkesine uyan her hukukçu bu hareket noktasını ölçü alır. 

O yüzden makul ölçüler içerisinde geniş bir uzlaşma sağlanarak yasa yapma şansı çok önemli. AKP-MHP ortaklığı bu uzlaşma şansını kaçırdığı takdirde, kendisini kimseye anlatamaz. Kendi tabanına dahi anlatamaz. "Her şeyi ben bilirim" macerası hayırlı bir sonuç vermez. Macera yerine uzlaşma, hatta geniş bir uzlaşma şart… 

‘YARGI ORGANLARINA, HAKİM VE SAVCILARA ULU ORTA TALİMAT VERİLDİĞİNİ DAĞDAKİ ÇOBAN DA DUYUYOR’

Av. Kardaş, yazısında, yargıya duyulan güvensizlik tartışmalarına da değinmiş; yargıya duyulan güvensizliğin temelinde yürütmenin yargı üzerindeki baskısı, yargının güce bağlı kararlar üretmesi, devleti korumaya yönelik bir kütlere sahip olmasının yattığını, buna Osmanlı’dan bu yana siyasi suçlarda devletin uyguladığı suç ve delil icat elde etme geleneğini de eklemek gerektiğini vurguluyor.

Kardaş yazısının sonunda "Salgın hastalık nedeniyle insani bir amaçla infaz süresinde indirim yapılmasına ilişkin bir düzenlemede; siyasi suçluların insan olarak bir ayrımcılığa tabi tutulması içimizdeki tanrı olan, vicdanın öldürülmesidir" şeklinde çarpıcı vurgulamada bulunuyor. Buna katılıyor musunuz?
   
Yargı bağımsızlığını zedeleyen yaklaşımlar 82 milyonun gözleri önünde oluyor. Yargı organlarına, hâkim ve savcılara ulu orta talimat verildiğini dağdaki çoban da duyuyor. Medyaya yansıyan kimi davalarda tahliye kararı veren heyet dağıtılıyor, açığa alınıyor veya başka tür işlemlerle karşılaşıyor. Hukuk kamuoyunda hiç hoş karşılanmayan bu tablo, yargıya güveni ağır şekilde sarsıyor. Yargıç kendisini özgür hissetmiyorsa, baskı altında tutuluyorsa, adli hataların yoğunluk kazanması kaçınılmazdır. 

Siyasetin hukuka müdahalesi gözle görülür hale geldiği için, verilen yargı kararlarına ve yargıya duyulan güven de zayıflamaktadır. Bu da adli hataların ayyuka çıktığının bir ifadesidir. Hele siyasi suçlarla ilgili yargılamalarda bu sakatlık bütün dünyanın gözüne sokulduğu ve AİHM kararlarına inatla uyulmadığı herkesçe bilindiği için, adli hatalar katmerli hale gelmiştir.

‘EŞİTSİZ VE AYRIMCI BİR YASA, VİCDANLARIN ÖLÜMÜDÜR, PARLAMENTO VİCDANININ ÖLÜMÜDÜR’

Yargılama etiğini çürüten bu tablonun mağdurları, o nedenle eşit bir yasa bekliyor. Eşitsiz ve ayrımcı bir Yasa, vicdanlarının ölümüdür; Parlamento vicdanının ölümüdür. Tarih önünde kimseyi kazançlı hale getirmez. O yüzden Parlamentonun ve özellikle de siyasi iktidarın vicdan sınavından geçer not almasını temenni ediyorum. 

‘ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİASIYLA BUŞVURUDA BULUNULURSA OYLAMADA USUL İHLALİ İLE BİRLİKTE, EŞİTLİK VE AYRIMCILIK YASAĞININ İHLALİ DE İPTAL NEDENİDİR’  

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski yargıcı CHP eski milletvekili Rıza Türmen, t24’e yazdığı yazıda, tasarının Anayasa’nın 10. Maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 14. Maddesine aykırı olduğunu ileri sürdü. Buna göre, yasa yürürlüğe girdikten sonra herhangi bir başvuru durumunda Anayasa Mahkemesi’nin yasayı iptal etme olasılığı var mı?

Sayın Rıza Türmen, dünya çapında tanınan ve büyük deneyimlere sahip olan bir hukuk insanıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ülkemizi onurlu bir şekilde temsil etmiştir. Yüksek Mahkeme içtihatlarının iç hukukumuzdaki önemine işaret eden çıkışları, hukuk kamuoyunda ve yargı dünyasında etki yaratmaktadır. İnfaz Teklifi bu haliyle yasalaşır ve "Anayasaya aykırılık" iddiasıyla başvuruda bulunulursa, oylamada usul ihlali ile birlikte, eşitlik ve ayrımcılık yasağının ihlali de iptal nedenidir. 

Belirtilen bu çok somut iptal nedenleri karşısında Yüksek Mahkeme'nin hareket alanı çok dar olacağı için, sübjektif ve keyfi davranılabileceğini sanmıyorum. Sonunda en geniş uzlaşma ile makul ve eşit bir İnfaz Değişikliği yapılabileceğini umut ediyorum. Buna mecburuz. Koşullar bizi zorluyor!

‘YARGI KARARLARINI YORUM, UYGULAMA VE ŞEKİLLENDİRME GİBİ AKIL ALMAZ YETKİLERLE DONATILAN ÖZEL BİR HAKİMLİK İCAT EDİLMİŞTİR’

Öte yandan Adalet Bakanlığı’nın İnfaz Kanunu’nun çıktığı gün cezaevlerinden tahliye edilecek ve eve izinli gönderilecek 90 bin hükümlü için tahliye planı hazırladığı, bu plan çerçevesinde "etkin pişmanlık" gösteren ‘terör ve örgütlü suçlar’ kapsamında yargılananlara kapalı cezaevinden açık cezaevlerine nakledilme yolu açılacağı yolunda haberler var. Bakanlığın bu hazırlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeni İnfaz Teklifi ile ilgili düzenlemede infaz hâkimlikleri, bütün yargı organlarının üzerinde bir yere yerleştirilmiş. Yargı kararlarını yorum, uygulama ve şekillendirme gibi akıl almaz yetkilerle donatılan özel bir hâkimlik icat edilmiştir. Esasında "tedbir mahkemesi" niteliğindeki sulh ceza hâkimliklerine tanınan geniş fiili yetkinlik, infaz hâkimlikleri için de getirilmektedir. Yetkilendirilen cezaevi kurulları ile birlikte iyi hal tayini, çok ilginç (!) sonuçlar yaratacağa benziyor. Bu hâkimlikler eliyle, dediğiniz sayı birden bire ikiye de katlanabilir. Cezaevlerinde tutulanların etkin pişmanlığını temin konusunda örnekler hala hafızalardadır. İnfaz Teklifindeki yeni düzenleme, bu tabloyu adeta sistemleştirmektedir. 

AKP ve MHP arasında aylardır süren tartışma, teklifin kamuoyuna yansımayan arka planını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Bu kriminal tehdit ve tehlikelerin önüne geçilebilmesi bakımından, Parlamentoda iktidar ve muhalefetin geniş bir uzlaşma sağlayarak, ortak bir yasa metni ile Hukuk Devleti ilkelerine bağlı, eşit ve adil bir yasa yapılması yaşamsal önem taşıyor. 

İstersek başarabiliriz. Hepimiz istersek başarabiliriz. Bütün dünyayı kasıp kavuran Korona salgınının hırpalayıcı etkisi karşısında, başarmak zorundayız. Siyasi meşruluk da bunu gerektirmektedir.

‘SİYASİ SUÇLARDAN HÜKÜM GİYENLERİN BÜYÜK BÖLÜMÜ, 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ SONUNDA TUTUKLANAN VE MESLEKTEN ÇIKARTILAN HAKİM VE SAVCILARIN ESERİDİR’

FETO’dan tutuklu yargıçların verdiği kararlarla cezaevlerinde yatan tutuklu ve hükümlülerin yeniden yargılanmaları gerektiği yolundaki görüşler konusunda ne düşünüyorsunuz?

Siyasi suçlardan hüküm giyenlerle ilgili iddia ve kararların büyük bölümü, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonunda tutuklanan ve meslekten çıkartılan hâkim ve savcıların eseredir. Bu suçlar yönüyle yeniden yargılama yapılması gerektiği halde, bundan kaçınıldı. Birkaç dosyanın VİP sanıkları hakkında yeniden yargılama yapılarak beraat kararı verildiği halde, büyük bölümün mağduriyeti ölçüsüz şekilde devam ediyor. Eşitlik ısrarımızın en önemli nedeni de budur. FETÖ dönemi yargısı çok kötü bir iz bıraktı. Bu iz hala silinemedi. Takip eden dönemde (de) yine siyaset, hukuk üzerinde baskı oluşturma peşinde! Gerçekten bağımsız yargıyı kurabilmek için bunu aşmak ve siyasetin hukuk üzerindeki gölgesini kaldırmak zorundayız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi