Ahmet Nesin
Yazmaya ve konuşmaya değmezlerin sofrasında siyaset...
Istanbul belediye başkanlığı dahil olmak üzere 26 yıldır başkanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapan birisini düşünün kafanızda ve karşısında promter bozulduğunda bırakın tümceyi bitirmeyi söylemesi gereken bi sonraki sözcüğü bile söylemekten aciz. Evet, bu kişi Recep Tayyip Erdoğan ve kendisini dünya akıllısı sanıyor.
"……… çok büyük çalışmamız ama………. Geri al, geri al….
Canlı yayındayız……."
Bu son örnek, seçim konuşmalarında kaç kez oldu, devam edemiyor, çünkü konuştuğu konuyu bilmiyor, konunun ne olduğunu bilse bile devamında ne söylemesi gerektiğini bilmiyor. Böyle birisi uzun yıllar Türkiye’yi tek başına yönetti, bu halk bu kişiyi cidden bilgili bişey sandı, gerçekten inanılmaz değil mi, hiçbişey bilmeyen birisine oylara boğdu bu halk.
Nasıl boğdu, neden böyle oldu diye düşünüyorsunuz biliyorum, o yüzden size kimi istatistikleri vermek istiyorum:
Bu istatistiklerde en ilginç olan "Okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen" bölümüdür. Bu kurslara giden kişiler, belediyeler tarafından açılan 2 aylık kurslara gider ve oradan sertifika alırlar "Okur-Yazar" olarak ve sizin de bildiğiniz gibi hemen hemen hiçbirinin okur-yazarlığı yoktur. Hatta kimileri Yumuşak G’yi yazmayı bile beceremezler ama bakan ve başbakan olmalarında mahzur yoktur. Zaten onları atayanların da diplomaları o yüzden sorgulanır ve hiçbir zaman bulunmaz.
İşte o yüzden bu istatistiklere baktığınızda okuma yazma bilmeyenlerin sayısıyla fakülte mezunlarının sayısı birbirine eşittir. Bu eşitliğe de çok güvenmeyin, son yıllarda bakkal sanılıp da açılan üniversiteler sayesinde olmuştur bu artış, 11 yıl önceki istatistiğe göre bu sayı nüfusun sadece %5,5’iydi.
Yukarıdaki istatistik yıllara göre az da olsa bir yükselişi göstermekle birlikte mavi ve kırmızılarda bir sorun var. 2008'lerde arada çok ciddi fark var, büyük olasılıkla 5 yıl ve 3 yıl sorunudur ama yine de ilkokuldan sonra ortaokula gitmeyen sayısı çok bariz gözüküyor. Oysa 97 yılında ilk ve ortaokullar birleştirilerek ilköğretim adını aldı, ona karşın neden istatistikler hâlâ birleştirilmemiş gibi yapılmış, anlamak zor. 2012 yılında yeni bir değişiklikle 4-4-4 sistemine gidildi ama sistem yine değişmemiş gibi istatistik yapılmış. Bilhassa 2012 yılından itibaren istatistiklerdeki 3 rengin, yani bölümün birbirine yakın olması gerekirken cşddş oranda farklar var. Örnek olarak 2011 yılını alırsak, 12 milyon'a yakın öğrenci ilkokulu bitirmiş. Bu öğrencilerin 2015 yılında ilkokuldan mezun olduğunu düşünürsek sayının firesiz olması gerekirken 9.,5 milyon gibi bir sayı var karşımızda. Bu ortaokul mezunları da 2019 yılında liseyi bitirecek ve sayının yine aşağı yukarı yakın olması gerekirken bu kez sayı 16 milyona yakın çıkıyor. Bu istatistiği anlayan varsa ve bana anlatırsa çok sevinirim.
Bu istatistiklerde başka bir felaketi görüyoruz. Yüksek lisans yapan 2008 yılında %0,4 iken, 2019’da %1,5’e yükseliyor. Doktora mezunlarının oranı da son 11 yılda 0,2 puan artarak %0,3 oldu. Mezuniyet orantısı bu derece felaket olunca ne mi oluyor, kendisini ekonomist zanneden Berat Albayrak gazeteci Ahmet Hakan’ın artan dolar karşısında endişelenmesine "Ne endişeleniyorsun Ahmet, maaşın dolar mı senin?" diye bir ilkokul sorusu soruyor. Ahmet Hakan da aynı tedrisatta geçtiğinden Türkiye’nin herşeyi dolar bazında aldığını ve ona göre pahalılandığını ve Türkiye’nin borçlarının da dolar üzerinden olduğunu söyleyemiyor. Bir de tabi maaşının dolar üzerinden olması durumunda maaşına otomatikman Türk parası anlamında zam geleceğini ve endişe yerine kendisi gibi gülmesi gerektiğini de söyleyemiyor.
İşte YAZMAYA VE KONUŞMAYA DEĞMEZLERİN SOFRASINDA SİYASET ancak böyle oluyor, olan bize oluyor, bunları dinlemek zorunda kalıyoruz.