Eser Karakaş
Yine Diyanet İşleri Başkanlığı meselesi
Bu yazıda ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) üzerine yazdığım başka yazılarda da asla kişisel konulara girmem, birilerini kişi bazında eleştirmem.
Derdim, meselem kurumsaldır.
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Görmez’in zamanlaması, anlamı hakkında rivayetin muhtelif olduğu istifası üzerinde de hiç durmayacağım, durmam, belirttiğim gibi derdim bu değil, 15 Temmuz gecesi MİT’te ne yapıyormuş, bu bile beni ilgilendirmiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı meselesini tartışırken kanımca önümüzde beş başlık var.
A- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal geçmişi, daha gerilere gitmeyelim, Osmanlı dönemi Şeyhülislamlık Müessesinden 3 Mart 1924’e, oradan da günümüze kurumsal tarih serencamı.
Tarihçi değilim, bu alana girmem, haddim değil.
B- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal kimliğine mündemiç dini konular.
Dini konular konusunda da muhtemelen söz söylemeye ehil kişilerden biri olmadığımdan, konunun tarihsel boyutunda olduğu gibi bu alanda da söz söylemem yine haddim değil.
Gelelim, konuya ilişkin bir-kaç söz söylemeye kendimi yetkili gördüğüm üç son alana.
C- Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu Anayasanın 136. maddesinde ifadesini bulduğu, genel idare içinde bir kurum olduğu için meselenin bir anayasal-idari, hukuki boyutu var.
D- Siyasi Partiler Kanunu’nun (SPK) 89. Maddesinde DİB’e yönelik ahlaki olarak değerlendirmenin olanaksız olduğu bir siyasi düzenleme mevcut.
E- Ve kanımca en önemlisi, isterseniz Aşil’in topuğu da diyebilirsiniz, bir de meselenin kamu maliyesi cephesi var zira DİB ödenekleri merkezi bütçeden, vergi gelirlerinden tahsis ediliyor.
A ve B maddelerine değin(e)meyeceğime göre, sıra C, D ve E maddelerinde ama ben önce D maddesinden başlayacağım.
Bir muhatabımın DİB’in anayasal statüsünü ve hatta merkezi bütçeden finansmanını savunmasını eleştiririm ama asla gayrimeşru görmem, ikna etmeye çalışırım, mevcut yapılanmayı değiştirmenin mücadelesini veririm ama başkalarının da benim bu konuda görüşlerime saygı duymasını isterim.
Ancak, Siyasi Partiler Kanununun 89. maddesi siyasi etiğe uymayan bir maddedir, DİB’in mevcut yapısını savunanların dahi bu maddeye karşı çıkmalarını beklerim.
SPK 89, siyasi partilere DİB’in genel idare dışına taşınmasını savunmalarını, parti kapatma müeyyidesi ile, yasaklar.
SPK 89 ile aslında Anayasa 136 da, Anayasanın ilk dört maddesi gibi, Anayasanın değiştirilmesi, farklı ve etik dışı bir yöntemle, teklif dahi edilemeyecek maddelerinden biri haline getirilmiştir zira nihai analizde anayasaları siyasi parti grupları değiştirirler.
Bu durum siyasi etiğe açıkça aykırıdır.
DİB’in mevcut statüsünü savunanların, bu benim katılmadığım ama meşru bir pozisyondur, DİB başkanlarının SPK 89’un kaldırılması meselesini gündeme dahi getirmemelerini çok ayıplamışımdır, bugün de durum böyledir.
Hülasa, SPK 89’u konuşmayan DİB yanlılarını, ahlaki nedenlerden, muhatab almama eğilimindeyimdir.
Gelelim önce son maddeye yani E maddesine yani DİB harcamalarının kamu gelirleriyle, vergilerle finanse edilmesi meselesine.
Temel bir kamu maliyesi kuralı ile başlayalım: Kamu hizmetleri vergi gelirleriyle finanse edilir, vergi gelirleriyle finanse edilen mal ve hizmetler de kamu malı ve hizmetleridir.
Oysa, DİB’in ürettiği hizmetin bir kamu hizmeti olduğuna ilişkin çok ciddi kuşkular vardır zira bu hizmetin her vatandaşa ulaşmadığı (Hristiyanlar, Museviler, aleviler, ateistler, vs.) ve hiç ulaşmayacağı çok nettir, böyle bir kamu hizmeti tanımlanamaz kamu maliyesinde.
Bu temel nedenden DİB’in merkezi bütçe gelirleriyle finansmanı çok sakıncalıdır, toplumun çeşitli kesimlerine ait vergi mükellefleri için devlet mevhumu üzerinde meşruiyet krizi anlamına gelebilir.
Gelelim C maddesine ve bu maddeye bağlı olarak basit bir finansman önerisine.
Demokratik, laik bir hukuk devletinde DİB’in genel idare içinde ve anayasal (Madde 136) bir kurum olması asla şart değildir.
DİB’in anayasal ve genel idare içinde bir kurum olmaktan çıkarılması da aynı zamanda DİB’in kaldırılması anlamına da gelmez.
DİB yine bir kamu kuruluşu ama vergilerle finanse edilmeyen bir kamu kurumu olabilir.
Fon sistemi bu amaç için uygun bir yöntemdir.
Vergi ile fon arasında temel fark fon gelirlerinin, vergilerin aksine, sadece belirli bir amaç için toplanması ve bu amaç doğrultusunda, mesela DİB, için harcanmasıdır.
Fakir-fukara fonu gibi, toplu konut fonu gibi.
Böylece Müslüman, Sünni Müslüman olmayan vatandaşlarımızın vergileriyle faydaları kendilerine dönmeyecek DİB harcamaları sakıncası ortadan kaldırılabilir.
Dünyada din hizmetlerine yönelik gelirlerin fon gelirleri olduğu, bu harcamaların meşruiyetine inanmayan kesimlerin dışarıda kalma özgürlüklerini kullanabildikleri çok sayıda ülke vardır.
Almanya’da yaşayan ve Almanya vatandaşı olan Müslüman türkler protestan kiliselerinin harcamalarına yönelik kamu gelirlerine katkı yapmamaktadırlar daha doğrusu böyle bir zorunlulukları yoktur.
Oysa, bizde, isimleri Yani, Agop, Moşe ya da Ali Haydar olan vatandaşlarımız da zorunlu olarak Sünni İslama yönelik hizmet üreten DİB’e katkı yapmak zorundadırlar.
Mesele kişilerle ilintili bir mesele değil.
Mesele yine DİB’in daha etkin çalışması, daha fazla insanı kucaklaması, daha açılımcı olması da değil.
Mesele kurumsal ve vergisel bir konu.
Ama şunu da çok iyi biliyorum ki DİB’in kurumsal, anayasal reformu adeta imkansız bir proje zira ülkemizde en detay konuda bile birbirlerinin gözünü çıkaran, saç saça, baş başa kavga eden kesimler nedense konu DİB’e geldiğinde muazzam bir mutabakat sağlayabiliyorlar.
Senelerce Genelkurmay, CHP, seküler kesimin çok büyük bölümü ile siyasal İslamcı kesimlerin tek çatışmadıkları konu DİB’in kurumsal, anayasal yapısı oldu.
Neden mi?
Çünkü, devletçilik bizde sanıldığından da köklü bir anlayış ve bu anlayışın en yerleşik noktası da maalesef laik bir hukuk devletinde en sivil alan olması gereken din alanı.
Sözde sosyal demokratlar da, sözde muhafazakarlar da din alanında çok koyu devletçidirler.
Amaçları din kurumunu kontrol etmek olan sosyal demokratları bir ölçüde anlamak mümkündür ama dindar muhafazakarların kendi inançlarını kontrol altında tutmak için kurulmuş DİB’i savunmalarını anlamak eşit ölçüde mümkün değildir.
Olsa olsa Stockholm sendromudur.
Birileri din kurumunu kontrol (!!!) altında bulundurmak için DİB’in anayasal yapısından yana.
Başkaları da, bugün olduğu gibi, bu büyük bütçeyi kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanabilmek için.
Meseleyi özgür bir toplum, laik bir hukuk devleti çerçevesinde görmek isteyen yok gibi.
Yazımı D maddesine dönerek noktalamak isterim.
Birileri DİB’in anayasal bir kurum olmasını, genel idare içinde olmasını savunabilir, meşrudur, tartışırız.
Ama, biri çıkar da, DİB’in genel idare dışına taşınmasını amaçlayan partiyi kapatırız derse (Siyasi Partiler Kanunu 89. madde), bu görüşü meşru, savunulabilir, hatta ahlaki bulmak da mümkün değildir.