Selahattin Demirtaş 'Kürt sorunu yoktur' diyenlere tane tane anlatmıştı: Yeni başlayanlar için: Kürt Sorunu nedir?
Yeni 'çözüm süreci' tartışmalarına sosyal medyada ve bazı TV kanallarında 'Kürt sorunu var mı, yok mu?' tartışmaları eşlik ediyor. MHP lideri Devlet Bahçeli de "Kürt sorunu yoktur" çıkışı yaptı. Selahattin Demirtaş, meseleyi tane tane anlatmıştı.
Artı Gerçek - MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Partililer ile tokalaşarak 'barış' söylemi kullanması ve ardından PKK lideri Abdullah Öcalan'ı TBMM'ye davet eden açıklamasının yankıları sürerken, 29 Ekim mesajında ise, "Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır" dedi.
Bahçeli'nin manevralarıyla başlayan 'çözüm süreci' tartışmasına karşı çıkanlar, sosyal medya "Kürt sorunu olmadığı, Kürtlerin her türlü hakka sahip olduğu" yönünde yoğun paylaşımlar yapıyordu. Son günlerde bazı televizyon kanallarında da "Kürt sorunu var mıdır, yok mudur?" ekseninde programlar dikkat çekti.
Bu paylaşımlar ve tartışmalar ile Devlet Bahçeli'nin son açıklaması, akıllara Selahattin Demirtaş'ın 24 Ekim 2022'de yayımladığı 'Yeni başlayanlar için: Kürt Sorunu nedir?' başlıklı yazıyı getirdi.
"Gocunmadan, hiç bıkmadan ve usanmadan anlatmaya devam ederiz. Siz de anlamaya gayret edin lütfen. Çünkü Kürt Sorunu aslında sizin de sorununuz. İlk öğreneceğiniz cümle şu olabilir: “Ez jî ji te hez dikim" diyen Demirtaş, Kürt Sorunu'nun ne olduğunu tane tane anlatmıştı.
Demirtaş'ın "Yani daha önce “yoktur” denilen Kürt Sorunu için bugün de “çözüldü” deniliyor. İlki doğru değildi, ikincisi de değil" dediği yazısı şöyleydi:
Aslında Kürt Sorununun ne olduğu şimdiye kadar herkes tarafından kesin ve net olarak bilinmeliydi. Çünkü bu sorun, ülkemizin çok uzun yıllardır çözülemeyen en temel sorunlarının başında geliyor. Ancak üzülerek görüyorum ki sorunun ne olduğu konusunda bir netlik görünmüyor. Kimileri de Kürt Sorununu yeni yeni duyuyorlar, hatta böyle bir sorun olmadığını söylüyorlar.
Çok kısa bir tanım yapmak gerekirse Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında derinleşen, yüz yıl içinde dallanıp budaklanarak yaygın ve köklü hale gelen, Kürtlerin yaşadığı sorunlara Kürt Sorunu denir. Yani sorun Kürtler değil, Kürtlere yaşatılanlar ve bundan meydana gelenler bütünüdür.
Bu kısa tanımdan sonra belirtmem gerekir ki Kürt Sorunu çok boyutlu, çok önemli bir konu. Değil bir yazıyla, birçok kitapla bile bu sorunun tarihçesini anlatmak hiç de kolay değil. Sorunun sosyal, siyasal, ekonomik pek çok yönü var. Dolayısıyla bu yazıda, başlıktaki soruyu tüm yönleriyle tam olarak yanıtlamam olanaksız. Kürt Sorunu, genel hatlarıyla bilinen bir sorundur. Yine de Türkiye’de pek çok kişi, AKP’nin ürettiği algılar nedeniyle sorunun gerçeklerini, tam olarak bilemiyor. Üstelik, yine AKP’nin ürettiği algılar yüzünden, sorunun çözüldüğünü sanan da önemli bir kesim var.
Yani daha önce “yoktur” denilen Kürt Sorunu için bugün de “çözüldü” deniliyor. İlki doğru değildi, ikincisi de değil.
Kürt sorununuz var mı?
Çözüldü zannedilen Kürt Sorununu tam olarak bilmeyenler için birkaç soru soracağım.
Yalnız, bir ricam var. Lütfen elinizi vicdanınıza koyup olabildiğince dürüstçe yanıtlayın soruları.
Sonuçta Türkiye’nin uzun yıllardır can alan, can yakan en önemli sorununu konuşacağız. Gerçekten anlamak ve öğrenmek için bütün ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve gelin dostça, kardeşçe bir sohbete başlayalım. Belki sadece Kürtlerin değil, sizin de bir Kürt Sorununuz vardır ve sorun, hepimizin ortak sorunudur.
Sizi kronolojik tarihsel bilgi bombardımanına tutmayacağım. Günlük hayattan örneklere ağırlık vermeye çalışacağım.
İlk soru
Herkes elbette okulda resmi dil Türkçeyi öğrenmeli. Türkçe hepimizin ortak dilidir. Bizi birleştiren ortak değerlerimizdendir. Dünya dili haline gelen İngilizceyi de öğrenmeliyiz mesela. Bununla birlikte her çocuk kendi anadilini de öğrenebilmeli ve bazı derslerin eğitimini o dilde alabilmeli. Bu, pek çok gelişmiş ülkede yapılıyor ve ülkemizin potansiyeli de her bakımdan buna uygundur. Oysa Anayasamızın 82 maddesine göre Türkiye’de Türkçe dışında bir anadili yoktur, varsa bile eğitim dili olamaz.
Yakın geçmişe bakalım
Mesela Cumhuriyet’in ilk yılları dahil, yüzlerce yıl boyunca Kürdistan’daki medreselerde Kürtçe eğitim yapıldığını biliyor muydunuz? Bu medreselerde sadece dini eğitim verildiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Fen, matematik, sosyal bilimler, astronomi gibi dersler veriliyordu. Elbette Kürtçe.
Peki Kürtçenin 1925’ten sonra yasaklandığını, çarşıda pazarda Kürtçe konuşanlara kelime başına para cezası verildiğini biliyor muydunuz?
TBMM’de Kürtçe konuşmanın halen yasak olduğundan, Kürtçe sarf edilebilen birkaç cümlenin tutanaklara X olarak geçtiğinden haberiniz var mı?
Pardon. Değiştirmişler. Artık “Anlaşılmayan bir dil” veya “Bilinmeyen bir dil“ şeklinde geçiliyor. 2
Bu ülkedeki milyonlarca insanın dili, bu ülkenin sorunlarının konuşulduğu Mecliste bilinmeyen dil oluyor. İşte bu, tüyleri diken diken eden bir şey.
Ama öte yandan da iktidar, bu “bilinmeyen dil”i kendi çıkarları için kullanmayı elden hiç bırakmıyor. Kürtçe seçim pankartları asıyorlar, TRT’nin bir kanalında sürekli Kürtçe propaganda yapıyorlar. Kürtçe radyo yayını yapıyorlar. Neden? Çünkü ülkede milyonlarca kişinin Kürtçe konuştuğunu, Kürtçe düşündüğünü, rüyalarını Kürtçe gördüğünü, Kürtçe yaşadığını biliyorlar.
Yeri geliyor, sözleri değiştirilmiş Kürtçe şarkılara eşlik ediyorlar. 3
Bunun maliyeti o kadar ağır oldu ki can kayıplarını, maddi kayıpları, demokrasi yoksunluğunun yol açtığı kayıpları tam olarak hesaplayamıyoruz bile. Şimdi dönüp geriye baktığımızda herkesin kendine sorması lazım, değdi mi tüm bunlara? Oysa herkesin kendisi olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye mümkündü. Ulusal birliğimizi Türklükte değil de eşit yurttaşlıkta sağlamış olsaydık daha huzurlu, daha zengin, daha güçlü, daha güzel bir ülke olmaz mıydık? Şimdi, Cumhuriyet’in ikinci yüz yılında aynı hataya devam mı edilecek yoksa Türkiye’nin birliğini eşit yurttaşlık ve kardeşlik temelinde sağlayıp yolumuza beraberce devam mı edeceğiz? “Hayır, etnik kökenler farklı da olsa hepimiz Türk’üz” diyorsanız sizin Kürt sorununuz var demektir.
Başka bir soru
İstanbul’da bir etkinliktesiniz. Ülkenin ve dünyanın farklı bölgelerinden gelen kişilerle tanıştınız, sohbet ediyorsunuz. Herkes etkinliğe nereden geldiğini söylüyor.
* Kafkasya’dan geldim.
* Trakya’dan geldim.
* Kapadokya’dan geldim.
* Kürdistan’dan geldim.
Yukarıdaki cümlelerin hangisi tüylerinizi diken diken etti?
İçinde Kürdistan olan cümleyi okuyunca bile sinirlendiniz mi? O zaman sizin Kürt sorununuz var. Kusura bakmayın.
Kürdistan realitesine birkaç örnek
Öncelikle, Kürdistan’ın tarihsel olarak bir coğrafyanın adı olduğunu belirtelim. Bu coğrafya, bugün İran, Irak, Suriye ve Türkiye sınırları içinde kalan bölgedir. İran’da şu anda Kürdistan adıyla resmî bir eyalet, Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi adıyla federal bir bölge vardır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan iki yıl sonrasına kadar da ülkenin doğusu ile güneydoğusu Kürdistan olarak adlandırılırdı.
Mesela Alparslan’ın, 1071’de Malazgirt’e geldiğinde Kürdistan Beyliklerinden hiç gocunmadan destek istediğini ve Kürdistan’ı duyduğunda tüylerinin diken diken olmadığını biliyor musunuz?
Selçukluların ve Osmanlıların, Kürdistan adıyla eyalet kurduklarını ve başlarında Kürt beylerinin olduğunu biliyor musunuz?
1846’da Sultan Abdülmecid döneminde, bugünkü Cizre merkezli Kürt beyi Bedirhan Bey’in isyanının bastırılmasında hizmeti geçenlere verilmek üzere Kürdistan Madalyası bastırıldığını biliyor musunuz?
Bakın, bu da o madalyanın fotoğrafı:
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra ilk olarak Kürdistan Beylerine mektup yazıp Kurtuluş Savaşı için destek istediğini ve ne Kürt ne de Kürdistan diye yazarken tüylerinin diken diken olmadığını biliyor musunuz?
Yine Atatürk’ün başkanlığını yaptığı ilk Meclisin Kürt vekillerine, Meclis tutanaklarında Kürdistan Mebusu denildiğini biliyor musunuz?
Dolayısıyla Kürdistan denildiğinde Türkiye’nin bölünüp ayrı bir devlet kurulmasını ifade etmiş olmuyorsunuz. Bir coğrafyayı, tarihsel adıyla doğru bir şekilde tanımlamış oluyorsunuz. Kürt ve Kürdistan sözcüklerinin 1925 yılından sonra yasaklanmasının nedeni Kürtleri asimilasyona tabi tutarak tüm yurttaşları Türk kimliğine sıkıştırmaktır. Tamam, bu da kötü bir şey değil diyorsanız ne yazık ki sizin bir Kürt sorununuz var.
Bir örnek olarak Diyarbakır’ın gelişmişlik sıralamasındaki yeri
Kürtçe böyle de Kürt şehirleri nasıl acaba?
1927 yılında yayımlanan resmi verilere göre Diyarbakır şehri; İstanbul, İzmir, Ankara ve Bursa’dan sonra sosyo ekonomik gelişmişlik açısından beşinci sırada. Ancak o yıldan sonra bütün yatırımların Batı’ya yapılması kararı alınınca Kürt illeri yıldan yıla yoksullaşır.
Öyle ki, 1980’lere gelindiğinde Diyarbakır artık en alt sıralardadır. 2017’de yayımlanan Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göreyse 68. sırada. 4
Yani “bölge terör nedeniyle geri kaldı” şeklindeki iddia yanlıştır. Örneğin Diyarbakır her yıl birkaç sıra gerileyerek 80’ler başında alt sıralara indi. Oysa çatışmalar 80’ler sonunda şiddetlenmeye başlamıştı.
“Kürtler her şey olabiliyor” ezberi
Kürtler asla kendi kimlikleriyle; Kürtçe konuşarak, Kürtçe düşünerek, rüyalarını Kürtçe görerek, Kürtçe yaşayarak yani Kürt olarak devlette etkili makamlara gelememişlerdir.
Devlette üst düzey bürokrat olabilenler “Kürt kökenli Türk” olmayı kabul edip Türklük Sözleşmesi’ni* (Türklük Sözleşmesi, Barış Ünlü, Dipnot Yayınları) kabul edenlerdir.
Mesela 1978 yılında Bayındırlık Bakanı olan Şerafettin Elçi’nin “Ben Kürdüm” dediği için yargılandığını biliyor muydunuz? Eğer iyi olmuş diyorsanız sizin Kürt sorununuz var demektir.
Yani özetle, Kürtler bin yılı aşkın süredir Türklerle bir arada ve kardeşçe yaşamalarına rağmen ne yazık ki son yüz elli yılda yapılan vahim hatalar nedeniyle bu kardeşlik hukuku bozuldu. Bunun sonucunda çok sayıda isyan patlak verdi. Maalesef çok kan döküldü. Çok acılar çekildi, halen de çekiliyor. Türk-Kürt tarihsel ilişkisi ters yüz edildi, araya kan girdi. Bütün emperyal güçler bu çelişki ve çatışmalardan yararlanarak sorunlarımızı kaşıdı ve daha fazla kanattı. Şimdi artık Cumhuriyet’in ikinci yüz yılına girerken bütün bu sorunlarımızı medenice konuşarak Meclis’te anayasal zeminde çözerek kardeşliğimizi ve birliğimizi güçlendirmenin zamanıdır. Çünkü kardeşlerden biri, diğerine bu kadar haksızlık yapılmasına göz yumuyorsa kardeşlik hukuku bozuluyor. İşte tam da bu nedenle Kürt Sorunu sadece Kürtlerin değil, hepimizin sorunudur. Sorunu çözmek için el ele vermek de hepimizin boynunun borcudur.
Kürt Sorununu silahsız, şiddetsiz, çatışmasız oturup konuşarak, birbirimizi anlayarak, anlatarak, anlaşarak barış içinde çözmeliyiz. Nihayetinde, bu insanları dağa biz çıkarmadık; bu uygulamalar, zulümler çıkardı. Şimdi bırakın ölmeyi ve öldürmeyi, diyalog ve müzakereyle hepsini dağdan indirelim diyoruz. Biz bunu dediğimiz için “terör yandaşı” olarak yaftalanıyoruz, biliyor musunuz? Biliyorsunuzdur.
Bizler, Kürt Sorununun çözümü için iktidarla aynı yöntemleri önermiyoruz. Bizim HDP olarak silah, şiddet, çatışma dışında bir çözüm önerimiz var. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına birkaç ay kala, ülkemizde evrensel çağdaş standartların uygulanmasını istiyoruz. " Türkçeden başka dil konuşulmaz" anlayışını kabul etmiyoruz. 5
Türkçeyi de seviyoruz ama kendi anadilimizden de asla vazgeçmiyoruz. Bütün dilleri değerli görüyoruz.
Kaldı ki, dünyada benzer sorunları yaşayan ülkeler, bu sorunlarını çözmeyi başardılar ve şimdi gayet huzurlular. Örneğin Bulgaristan’daki Türkler Türk olarak, İspanya’daki Basklar Bask olarak yaşayabiliyorlar ve kıyamet de kopmuyor.
Toparlayalım
Kürt Sorunu nedir, biliyor musunuz?
Gocunmadan, hiç bıkmadan ve usanmadan anlatmaya devam ederiz. Siz de anlamaya gayret edin lütfen. Çünkü Kürt Sorunu aslında sizin de sorununuz.
İşe empati yaparak başlayın mesela. Sonra tarihi gerçekleri öğrenerek devam edin bence.
Ve artık siz de biraz Kürtçe öğrenin. İlk öğreneceğiniz cümle şu olabilir: “Ez jî ji te hez dikim.”
1- https://archive.fo/wip/3tOJZ
4- https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27deki_illerin_geli%C5%9Fmi%C5%9Flik_d%C3%BCzeyleri
5- https://archive.fo/wip/fgatP
6- “Ben de seni seviyorum.”
Not: Yazıya katkı sunan Prof. Dr. Hamit Bozarslan, Prof. Dr. Mesut Yeğen ve yazar Mehmet Bayrak’a teşekkür ediyorum.