Sebahat Tuncel: Barış sadece bir talep değil mücadele sürecidir

Sebahat Tuncel: Barış sadece bir talep değil mücadele sürecidir
Yaklaşık 4 yıldır tutuklu bulunan DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, antifaşist cephenin bir an önce kurulmasını tarihi bir sorumluluk olarak görüyor.

Türkiye, dünyada en fazla siyasetçi, gazeteci, yazar, hak savunucularını yargılayan, hapse atan ülkelerden birisi. Yargı bağımsız olmayınca hükümeti eleştiren herkes yargı tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyor. Siyasetçiler parti faaliyetleri, milletvekilleri yaptıkları açıklamalar, gazeteciler yazdıkları yazı ve haberler, insan hakları savunucuları çalışmaları nedeniyle cezaevine atılıyor. İfade özgürlüğünün neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldığı Türkiye’de, demokrasi ancak direnenlerin mücadelesinde hayat buluyor.

Cezaevine girseler de demokrasi mücadelesinden vazgeçmeyen isimlerle bu mücadelelerini konuştuk. Tutuklu bulunan siyasetçiler, gazeteciler ve insan hakları savunucularının Türkiye gündemine dair görüşlerini, cezaevlerine dair sözlerini "İçeriden Söyleşiler" başlıklı dosyamızda aktaracağız. Pandemi nedeniyle avukat görüşlerinin sınırlı olduğu, mektupların geç ulaştığı koşullarda tutuklularla söyleşi yapmak hayli zor oldu. Bu nedenle söyleşileri elimize ulaştıkça yayımlayacağız.


Derya OKATAN


ARTI GERÇEK- Türkiye halkları Sebahat Tuncel’i ilk olarak cezaevinden milletvekili olarak çıktığında tanıdı. Bu, Türkiye’de bir ilkti. Siyasete HADEP Kadın Komisyonu’nda başlayan Tuncel, parti kapatmalar ve yeni parti kuruluş süreçlerinin tanıklarından oldu. Demokratik Toplum Partisi MYK üyesi iken tutuklandı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde bağımsız milletvekili olarak seçildi. 25 Temmuz 2007 tarihinde Gebze Cezaevi’nden milletvekili olarak çıktı. DTP’nin kapatılmasının ardından siyasete Barış ve Demokrasi Partisi ile devam eden Tuncel, 2011 seçimlerinde yeniden milletvekili seçildi. Kürt hareketi ile Türkiye solunun birlikte kurduğu Halkların Demokratik Kongresi eşsözcülüğünü Ertuğrul Kürkçü ile birlikte yürüten Tuncel, daha sonra kurulan HDP’nin Eş Genel Başkanlığı’nı da yine Kürkçü ile birlikte yaptı. 2013 yılında Demokratik Bölgeler Partisi eş genel başkanı seçildi.

Tuncel, 6 Kasım 2016’da HDP milletvekillerine yönelik operasyonları protesto eyleminde gözaltına alınarak tutuklandı. Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ceza İstinaf Mahkemesi'nce bozuldu. Tuncel’in Gültan Kışanak ile birlikte yargılandığı dava devam ediyor. Son olarak 6-8 Ekim Kobanê eylemleri nedeniyle ifadesinin alınacağı basına yansıdı.

Yaklaşık 4 yıldır Kandıra F Tipi Cezaevi’nde bulunan DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in Artı Gerçek’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

‘KÜRT KARŞITI SİYASETİNİN CEZAEVLERİNE YANSIMASI’

Pandemi süreci herkes bakımından zor geçiyor. Siz cezaevinde nasıl geçiriyorsunuz bu süreci? Koşullarınızdan bahseder misiniz? Cezaevinde salgına karşı yeterli önlemler alınıyor mu?

Cezaevinde alınan önlemlerin virüsün cezaevlerine girişini engellemediğini birçok cezaevinde yaşanan vakalar gösteriyor. Bizim bulunduğumuz cezaevinde de yeterli tedbir alındığı söylenemez. Pandemi sürecinde iktidar ayrımcı bir İnfaz Yasası uygulayarak, kendince bir seçim yaparak, kimin yaşamının güvenceye alınması gerektiği, kimin yaşamının güvencede olmasının önemli olmadığına karar verdi. Bunu, iktidarın Kürt karşıtı siyasetinin cezaevlerine yansıması olarak da değerlendirmek abartı olmayacaktır. Pandemi süreci iktidarın kendi tekçi, baskıcı, otoriter politikalarının -içeride ve dışarıda- bahanesi haline getirildi. Süreç kötü yönetiminin yanında gerçekler toplumdan gizlendi, gizlenmeye devam ediyor.

‘ARJİN ANNESİNİ BİR YILDIR GÖREMİYOR’

Bizler kendi tedbirlerimizi almaya çalışıyoruz. Pandemi sürecinde dışarıdakiler evlere hapsedildi, bizler de içeride hücrelere. Pandemi nedeniyle tüm haklar, sosyal etkinlikler askıya alındı. F tipleri zaten tecrit alanları, biliyorsunuz. Bu süreçte tecrit ve izolasyon daha da derinleşti. Dışarıda "normalleşme" başladı ama nedense bu normalleşme buralara uğramadı.

Bu süreçten en çok küçük çocukları olan anneler etkilendi. İnfaz Yasası hazırlanırken çocuklar arasına da ayrım koyan bu zihniyet, çocukları da mahpusluğa zorluyor. Arjin annesini neredeyse bir yıldır göremiyor. Çünkü çocuk geldiğinde annesi ile birlikte 14 gün karantinaya alınacak ve başka hiç kimse ile görüşmeyecek. Adalet Bakanlığı’nın genelgesine göre cezaevine gelen çocuk bir daha çıkamayacak, çıkar ise gelemeyecek. Buna itiraz ettiğimizde bize verilen cevap, "bizim yüksek yararlılığımız" oldu. Gazel arkadaşımız kızını görebilmek için uzun süredir mücadele ediyor ama henüz sonuç yok.

‘HAK HUKUK İKTİDARIN İNSAFINA KALMIŞ’

Cezaevinde genel olarak günleriniz nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?

Tecrit ve izolasyonun yoğun olmasının yanında pandemi nedeniyle spor, sohbet, açık görüş gibi haklar askıya alındı. Kapalı görüşler kısıtlandı ve ziyaretçi kısıtlaması getirildi. Tüm yaşamımız 35-40 metrekarelik bir alanda geçiyor. Bol bol okuyoruz. Okuyoruz derken bu alanda da kısıtlama olduğunu belirtmekte fayda var. Kitap yasağı sürüyor. Süreli ve süresiz yayınlar ile günlük gazetelere (Yeni Yaşam) yönelik yasaklar devam ediyor. Ancak tüm bu engellemelere rağmen güncel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanda okumalar yapıyor, bunlar üzerinden tartışıyor ve diyalog kurabildiğimiz arkadaşlarla paylaşıyoruz. Tecrit ve izolasyonun etkisini kırmak için sosyal ilişkilerimizi mevcut koşullarda güçlü tutmaya çalışıyoruz. Aysel Tuğluk ve Elif Alçınkaya ile birlikte kalıyoruz.

Elif, Gebze İşçi Birliği Derneğinin Başkanı ve 15-16 Haziran işçi direnişçilerine dair basın açıklaması yaptıkları sırada gözaltına alınıp bırakılıyor. Bırakıldığı gece evini basıp tekrar alıp tutukluyorlar. Kocaeli HDP yöneticisi olan babası da tutuklu. Yaklaşık bir yıldır tutuklular. Türkiye’de hak ve hukuk iktidarın insafına kalmış durumda. Muhalif siyasetçilerin yolu bir gün buralara düşüyor. Cezaevleri artık günlük yaşamın bir parçası ve olağan bir durum haline gelmiş durumda. Toplumun buna alıştırılması iyi bir şey değil.

Her neyse biz kendi yaptıklarımıza dönersek, sesimizi duyurabildiğimiz arkadaşlarla sohbet ediyor, bazen sıtranlar, şarkılar söylüyoruz. Burada günlerin bir rutini var. Her süreç insana farklı deneyimler kazandırıyor. Ama bu rutin içerisinde insanı gülümseten anlar yaşanmıyor değil. Geçen bayramda burada bulunan adli kadınlardan birisi "Siyasi abla" diye seslendi. Leyla heval (bizim havalandırma komşumuz) "Ne var Emine" diye cevap verdi. Emine de "bayram geliyor abla, canım sıkılıyor" dedi.

Leyla yoldaşımız da "bayramdır bu Emine gelir, canını sıkma" diye cevap verdi. Belli ki Emine biraz dertleşmek istiyordu. Ama bizim Leyla heval kısa yoldan sohbeti sonlandırmış oldu :) Burada günler gelip geçiyor ve biz bu günleri mümkün oldukça üretken, kendimizi güçlendirerek, verimli değerlendirmeye çalışıyoruz.

‘MUHALEFET ÖRGÜTSÜZ, DAĞINIK VE SİYASET ÜRETEMİYOR’

Pandemi Türkiye’de var olan ekonomik ve sosyal sorunları derinleştirdi. Türkiye’de pandemi sürecinin yönetilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pandemi süreci başından itibaren kötü yönetildi. Virüs ile ilgili gerçekler toplumdan gizlendi. Türkiye’de pandemi öncesi yaşanan ekonomik, siyasi kriz, rejim krizi bu süreçte daha da derinleşti. Toplumun alım gücü, yaşam standartları düştü. İktidar insan ve toplum sağlığını tehdit etmeyecek tedbirler geliştirmek yerine bu süreci iktidarının ömrünü uzatmak, e toplumsal sorunların, ekonomik, siyasi krizin, başarısız dış politikasının üzerini örtmek için kullandı, kullanıyor. Bu süreçte başkanlık rejimini kurumsallaştırmak ve buna karşı direnen tüm toplumsal kesimleri, sol, sosyalist muhalefeti, Kürt muhalefetini, kadın muhalefetini susturmak, bastırmak için devletin tüm olanaklarını seferber etti. Anayasa ve yasalarca güvence altına alınmış tüm hak ve özgürlükleri askıya alarak, yeni baskı ve zor yöntemleri ile halk "hayat eve sığar" denilerek sokaktan, toplumsal yaşamdan koparılırken, işçiler kapitalizmin çarkının sürmesi için iş yerlerine, fabrikalara hapsedildi.

Bu iktidarın, toplumun sorunlarını çözme yeteneği kalmamıştır. Elinde kalan tek şey sopa ve bu sopayı toplumu korkutmak, kendine biat ettirmek için kullanıyor. Bu durumun devam etmesi iktidarın gücünden değil muhalefetin örgütsüz ve dağınık olması, siyaset üretmemesinden kaynaklıdır. Muhalefet (Millet İttifakı) iktidarın her sıkıştığı yerde koşup ona koltuk değneyi olmayı bırakmadığı sürece de toplumda gerçek bir iktidar alternatifi olması mümkün görünmüyor.

'BANA ‘BİZ SENİ CEZAEVİNDEN ÇIKARDIK, TEKRAR GİRME’ DİYORLARDI'

Yaklaşık 4 yıldır cezaevindesiniz. Ve bu ilk mahpusluğunuz değil. Milletvekili olarak Gebze Cezaevi’nden çıktığınız günü çok iyi hatırlıyorum. Çok nadir denk geldim, o günkü kadar mutlu bir kalabalığa. Eminim sizin de hafızanızda hâlâ çok tazedir. Sonraki yıllarda yeniden cezaevine girebileceğinizi düşünmüş müydünüz?

Evet, sizin de belirtiğiniz gibi ilk mahpusluğum değil. Gebze Cezaevi süreci ve sonrası yaşananlar hem kişisel hem de Kürt siyasal mücadelesinde farklı bir yer tutmaktadır. Türkiye’de yıllardır Kürt halkına, siyasetçilerine yönelik uygulanan gözaltı ve tutuklama operasyonlarının bir sonuç vermediğini de gösteriyor bu. Türkiye’deki rejim 1990’lı yıllarda Kürt sorununun parlamento zemininde çözülmesi için mücadele eden DEP’li vekilleri tutuklayıp on yıl cezaevinde tuttu. Ama bu halk cezaevinden bir kadını milletvekili olarak çıkardı. Bu Kürt halkının, kadının örgütlü mücadelesinin bir sonucudur. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmediği sürece bu siyasi operasyonlar devam edecektir, ediyor. O nedenle yeniden cezaevine girebileceğim sadece benim değil halkımızın da öngördüğü bir durumdu. Bazen bana ‘biz seni cezaevinden çıkardık, tekrar girme’ diyorlardı. Dışarıda olduğum sürede de halkımızın eşitlik ve özgürlük mücadelesine elimden geldiğince katkı sunmaya çalıştım. Şimdi de içeride koşullar el verdiği ölçüde bu mücadeleyi yürütmeye çalışıyorum.

‘REHİN ALINAN SİYASETÇİLER DE İRADESİ GASP EDİLEN HALK DA DİRENİŞİ SÜRDÜRÜYOR’

Uzun süredir cezaevinde olmanın size etkileri neler oldu?

Cezaevinde olmak sadece bizler değil ailelerimiz açısından da zorlu bir süreç anlamına geliyor. Bu süreci birçok boyutuyla ele alabiliriz. Bizim bugün cezaevinde olmamız Türkiye’de yaşanan siyasal, toplumsal, kadın özgürlük mücadelesinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Dünyanın birçok yerinde otoriter faşist yönetimler muhaliflerini bertaraf etmek, topluma korku salarak kendi iktidarını sürdürmek istemiş ve her türlü devlet zorunu devreye koymuşlardır.

Devleti yönetenler inkâr, imha, asimilasyon siyasetinde ısrar ederek, Kürt halkının eşitlik, özgürlük demokrasi ve barış mücadelesini bastırarak sonuç alacaklarını sanıyorlarsa, yanılıyorlar. Tarih boyunca Kürt halkı bu politikalara direnmiştir, direnmektedir. Bugün rehin alınan siyasetçiler de iradesi gasp edilen halk da mücadeleyi ve direnişi sürdürüyor.

Cezaevleri de bu mücadele alanlarının birisidir. Bugün bizlerin yaşadığı kişisel bir deneyimden ziyade kolektif bir deneyimdir. Yaşanan tüm olumsuzluklar, sınırlılıklara rağmen
cezaevlerinde de halkın, kadınların özgürlük davasına, mücadelesine katılıyoruz. Zorluklar insanı güçlendiriyor. Zorluklarla baş etmeye çalışmak, yaşanan siyasal toplumsal gerçekliği daha iyi görmemizi de beraberinde getiriyor. Düşünsel yoğunlaşma, derinleşme, kendimizdeki eksik ve yetersizlikleri giderme, kendimizi ve siyasetimizin, kadın özgürlük çizgimizin güçlenmesi de mücadelemizin önemli bir parçasını ifade ediyor.

‘KOBANÊ OPERASYONUNA TEPKİLER ÖNEMLİ AMA YETERSİZ’

Vekilliklerin düşürülmesi, milletvekillerinin tutuklanması, kayyım atamaları vs, tüm bunlar tercihleri, iradesi yok sayılan Kürt halkını nasıl etkiliyor? 

Cumhur İttifakı’nın uyguladığı şiddet, baskı ve faşizan politikalar sadece Kürtleri değil tüm toplumu etkiliyor. Türkiye’de çözümsüz bırakılan ve sürekli çatışma zemininde tutulan Kürt sorunu AKP’nin, Cumhur İttifakı’nın toplumsal muhalefeti bastırmanın, topluma rağmen kendi sistemini hayata geçirmenin en kolay yolu olarak görülmektedir. Kürt halkının bin bir emekle, mücadele ve bedel ödeyerek elde ettiği tüm kurumsal yapıların kriminalize edilmesi, siyasi soykırım operasyonlarının hız kesmeden devam etmesi, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesi aslında Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasının ilk basamağı oluyor. Ne yazık ki, Türkiye’de sadece sağdan değil sol adına siyaset yaptığını söyleyen partiler de Cumhur İttifakı’nın tuzağına düşüyor ve Kürtlere, Kürt halkının siyasi iradesine yönelik saldırılara ya sessiz kalıyor ya da etkili bir mücadele yürütmüyor. En son Kobanê bahanesiyle yapılan siyasi soykırım operasyonuna geniş bir kesimden itirazların gelmesi önemli ancak yeterli değil. Çünkü esas mesele Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde, Türkiye halklarının eşit, özgür yurttaşlığını esas alan demokratik bir cumhuriyetin inşasını geliştirecek bir ilişki ve ittifakın geliştirilmesidir. Bu olmadığı sürece Kürt halkının mücadelesi, siyaseti Türkiye’nin anayasası haline gelen TMK’nın hedefi olmaya devam edecektir. 

‘NE DÜZEYDE OLURSA OLSUN CUMHUR İTTİFAKI İLE İŞBİRLİĞİ YAPILMAMALI’

"Yurttaşın boyun eğmeme hakkı erkin saklı durduğu yerdir. Ne kadar güçlü olursa olsun polis asker yalnızca azınlıkları bastırmaya yarar. Ancak hiçbir polis veya asker gücü halkın kararlı istemesini çok büyük acıya yol açmadan engelleyemez" diyor, Gandi ve sistemle, egemenle işbirliği yapmamanın önemine dikkat çekiyor. Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye’de bu sistemden rahatsız olan herkesin yapması gereken şey ne düzeyde olursa olsun Cumhur İttifakı ile işbirliği yapmamak, kendi demokrasi ve özgürlük mücadelesini bedel ödemeyi göze alarak ısrarlı ve kararlı bir şekilde yürütmesidir.

‘AYRILIKLAR DEĞİL ORTAKLIKLAR BÜYÜTÜLMELİDİR’

Partiniz, 1 Haziran’da başlattığı Demokratik Mücadele Programını tamamladı. Şimdi de anti-faşist bloku oluşturma mücadelesi başlatacağını açıkladı. Partinizin bu faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin önerileriniz ne olur?

Yukarıda da ifade ettiğim gibi kurumsallaştırılmaya çalışılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine karşı olan ve gerçek anlamda demokrasi ve özgürlüklerden yana olan herkesin yapması gereken en önemli konu temel ilkeler çerçevesinde yan yana gelmeyi başarmaktır. Bu süreç ayrılıklarımızın değil ortaklıklarımızın büyütülmesi gereken bir süreçtir. O nedenle HDP’nin başlatmış olduğu kampanya ve çağrı çok önemli diye düşünüyorum. 

‘ANTİFAŞİST CEPHENİN KURULMASI TARİHİ BİR SORUMLULUKTUR’

Toplum bugün devletin hiçbir kurumuna güvenmemektedir. Faşist ittifakın baskı ve zor politikası yaşamın her alanında sorunlara, çürümeye neden olmaktadır. Kadına yönelik şiddet başta olmak üzere toplumda şiddetin bu kadar artması, yolsuzluk, rüşvet vakalarının artışı, yasama, yürütme ve yargı erkinin tek elde toplanması ve tüm denetim mekanizmalarının ortadan kaldırılması çürümenin derinliğini ve boyutunu göstermektedir. Bu gerçek karşısında yapılması gereken; toplumun taleplerine cevap verecek bir öncülük geliştirilmesi, demokrasi, eşitlik ve özgürlük isteyenlerin kendisini örgütlemesi ve yan yana gelmeleridir. Faşist Cumhur İttifakı kendi faşist blokuna karşı bir demokrasi blokunun gelişme ihtimalinden çok korkmaktadır. O nedenle demokrasi ittifakının gelişmemesi için her türlü yol ve yönteme başvurmaktadır. Özellikle Kürt siyasal hareketi ile Türkiye demokrasi ve özgürlük güçlerinin yan yana gelmesini engellemek için özel bir çaba harcamaktadır. HDP’ye yönelik siyasi soykırım operasyonları, kayyım siyaseti ve HDP’yi kriminalize etme çabasının nedeni de budur. İktidardakiler de biliyor ki, Kürt siyasal hareketi kazandırıyor. 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’nin seçim stratejisi bunu çok net olarak göstermiştir. O zaman yapılması gereken faşist iktidarın ‘böl parçala yönet ve alternatif olmaktan, kendi iktidarı önünde engel olmaktan çıkart’ siyasetine karşı antifaşist cephenin bir an önce kurulması tarihi bir sorumluluktur.

İki milletvekilinin kadınlara karşı işlediği suçlar konusunda Gültan Kışanak’ın "nerede hata yaptık?" sorusuna sizin bir yanıtınız olur mu ve bu konuda neler önerirsiniz?

Erkek egemen kapitalist sisteme karşı kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, örgütlü kadın mücadelesi çok önemli ve hayatidir. Kadın özgürlük çizgisini bir sistem haline getirmediğimiz sürece, kadın örgütlülüğünün zayıfladığı her yerde erkek zihniyeti ile karşılaşırız. Kürt özgür kadın hareketi olarak yıllardır erkek egemenliğine karşı mücadele ediyor, direniyoruz ve kadın özgürlükçü bir sistemi örmeye çalışıyoruz. Bu mücadeleyi yürütürken de sadece sisteme karşı değil kendi içimizdeki erkek egemen anlayış ve çizgiye karşı da mücadele veriyoruz. Kürt kadınlarının eşbaşkanlık, eşit temsil, kadınların özgün ve özerk örgütlenmesi, genel ve yerel siyasette kadının güçlendirilmesi ve benzeri birçok kazanım sağlanırken de güçlü bir cins mücadelesi yürütülmüştür. Bizler hiçbir kazanımımızı kolay elde etmedik, kolayca da terk etmeyiz.

 Kadın özgürlük mücadelesi verenler olarak biliyoruz ki, kadın özgürlük mücadelesinde, örgütlü mücadelede en küçük bir zayıflık yaşandığında erkek egemen zihniyet ve onun uygulamalarının saldırısı ile karşılaşıyoruz. O nedenle kadın özgürlük mücadelesi süreklilik ister. O nedenle sevgili Gültan Kışanak’ın ifade ettiği gibi; biz kadınların yaşanan bu süreci doğru analiz etmesi, eksik ve yetmezliklerin nedenlerini güçlü sorgulaması ve bu süreci bir mücadele gerekçesine dönüştürmesi gerekliliği açıktır. Bize yansıdığı kadarıyla kadına yönelik her türlü şiddet, taciz, tecavüze karşı örgütlü mücadele ve kadın dayanışmasının güçlendirilmesine dair Kürt kadın hareketi başta olmak üzere HDP Kadın Meclisleri, sosyalist, feminist kadın hareketlerinin yoğun bir tartışma, örgütlenme, bilinçlenme süreci yaşanıyor. Bu çalışmaların daha da güçlendirilmesi önemlidir.

                     Tutuklu kadın siyasetçiler: Aysel Tuğluk, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel

‘BARIŞ KÜRTLER İÇİN SADECE BİR TALEP DEĞİL MÜCADELE SÜRECİDİR’

Kürt sorununun çözümüne dair ufukta bir adım görülmüyor ama barışa dair hâlâ umutlu musunuz?

Dünya genelinde üçüncü paylaşım savaşı yaşanmaktadır. Bu savaşta Ortadoğu coğrafyası savaş sahası olarak kullanılmaktadır. Bu süreçte Ortadoğu’da, dünyada dengeler yeniden kurulmaktadır. 21. yüzyılda dengelerin nasıl kurulacağını, emperyalistler, yeni hegemonya kurmak isteyenler değil halkların direniş ve mücadelesi belirleyecektir. Kürt halkının özgürlük sorununun çözümü Kürtler açısından olduğu kadar tüm Ortadoğu halklarının geleceği açısından da kritik öneme sahiptir. Ortadoğu halkları için de kadınlar için de özgürlük zamanı gelmiştir. O nedenle barış, Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu halkları için sadece bir talep değil mücadele sürecidir. Barış talep edilerek değil mücadele edilerek kazanılır. Kürt siyasal hareketi de demokrasi ve özgürlük güçleri de kendi olanakları doğrultusunda demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşam için mücadele etmeye, direnmeye devam ediyor. Bu umudumuzu diri tutmak için yeterli bir gerekçe diye düşünüyorum. Mücadele ve direniş var oldukça umut da vardır.


Yarın: Tutuklu gazeteci Aziz Oruç
 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar