Devletin istediği kadar demokrat olmak!

Oruç tutmayan bir genç, sistemi değiştirmek için mücadele veren bir kadın yada Kürtçe şarkı söyleyen bir sanatçı öldürülüyor. Oysa bunun tersi hiç olmuyor.

Tek parti döneminin önemli isimlerinden birisidir Ankara valisi Nevzat Tandoğan. 9 Temmuz 1946 yılında makam odasında tabancasını şakağına dayıyarak intihar etmiştir ama kendisinin tanınma nedeni intihar değil, "Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz" demesidir. Yıllardır arasıra kullanılan bu deyiş yada herneyse bence devletin bir sistemi esasında. Devlet bu mantığı öyle bir yerleştirmiş ki, günümüzün mücadelesine baktığımızda bunun izlerini görüyoruz. 
Devlet Alevi sorununu tartışırken ve buna çözüm önerirken İslamiyeti ve Hz. Ali’yi baz alarak tartışıyor ve buna Alevilerin bir kısmına inandırmış. Aleviliği İslamiyet üzerinden tartıştığınız zaman esasında devletin izin verdiği ölçüde Alevilik tartışma hakkına sahipsiniz ve asimile edildiğinizin farkında değilsiniz. Alevilerin oyuna talip oluyorsunuz ama Yavuz Sultan Selim’in katliamını överek tarih kitaplarında yazıyorsunuz. 
Mesela bugünkü hükümetin nihai hedeflerinden birisi 2071, yani Kürdistan’ın işgal edildiği dönemin bininci yılı. Tabi daha öncesi de var, 2023 cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yılı ve kendi İslami sentezini oturtmak istiyor, hilafeti getirmek gibi bir amacı var. Sonrasında 2053 geliyor, yani Konstantinopolis’in işgalinin 600. yılı  ve hedef belki de göremeyeceği ikinci Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu. 
Kürtler haklarını istiyor, en önemli konu eşit insan olabilmek ve doğal olarak da kendi ana dilinde eğitim almak. Oysa devlet Kürtlere bitakım haklarını vermeyi öngörürken eğitim konusunu bölücülük olarak algılıyor ve bunu terörizmle bağdaştırıyor ve hapsediyor.  
Buna benzer olayların sonucunda oruç tutmayan bir genç, sistemi değiştirmek için mücadele veren bir kadın yada Kürtçe şarkı söyleyen bir sanatçı öldürülüyor. Oysa bunun tersi hiç olmuyor, olma olasılığı da sıfırın bile altında. 
Dün Ustura Programı’nda HDP grup başkan vekili Saruhan Oluç’la konuştuk bu konuları biraz. Saruhan her partinin amacının hükümeti değiştirmek olduğunu söyledi. Söylediği doğru ama bu bilhassa son 10 yıldır Türkiye’de ciddi bir suç gibi anlatılıyor, çünkü, Erdoğan, bakanlar, gazeteciler ve akademisyenler işe o mantıkla bakmıyor. Onlar herhangi bir muhalefeti anlatırken "Hükümeti devirmek" diye anlatıyorlar. Bizim değiştirmek diye nitelediğimiz olayı devirmek diye anlatmalarının nedeni ilk başta bahsettiğim kendilerinin istediği kadar demokrasinin bir getirisi, çünkü devirmek dediğinizde halk bunu çok da demokratik bir eylem olarak görmüyor ve işin içine darbe tartışmaları giriyor.  
Bir sözcüğü değiştiren devlet kendi istediği kadar demokrasiyi halka anlatmış oluyor. Tek parti döneminin valisinden örnekle başladım ya, bu halka öyle bir işlenmiş ki, 27 Mayıs darbesinde kendi seçtiği başbakan ve 2 bakan idam edilirken idam edenlerin anayasasına ciddi bir oy verirken, sonraki ilk seçimde idam edilenlerin partisinin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’ne ve Süleyman Demirel’e çok ciddi oy veriyor. 1961 seçimlerinden CHP 173, AP 158 milletvekiliyle başa baş çıkıyorlar ve koalisyon kuruluyor. Aynı seçmen 65 seçimlerinde Demokrat Parti’nin devamı Adalet Partisi’ni tek başına iktidara getiriyor ama bir başbakanın ve 2 bakanın asılmasını önlemek için sokağa çıkan, önlemeye çalışan bir halk yok, içine ata ata bir protesto biçimi. 
Aynı olayı 12 Mart 1971 darbesinde de görüyoruz, Denizlerin asılması, Sinanların ve Mahirlerin öldürülmesine yüzbinler ağlıyor ama çok ciddi bir protesto yok. Sadece Bülent Ecevit CHP’nin darbe hükümetine bakan verilmesine karşı çıkıyor ama ne istifa var, ne başka bir protesto. 
12 Eylül daha da beter, 50 kişiyi asan bir diktatörün anayasasına %92 oy veriyor ama sözümona darbenin partisini de üçüncü parti yapıyor. Küçük kimi gruplar dışında fazla bir direnme yok ve o yüzden hâlâ aynı anayasa, aynı seçim ve partiler yasasıyla yönetiliyoruz. Bu arada Kürtlerin 12 Eylül sonrası yaşadıkları ve bugün geldikleri nokta başlı başına bir tez konusu, dünya ülkelerinden Birleşmiş Milletler’e kadar konuşulan ve çözüm aranan bir devlet meselesi haline geldi. 
Bugün çok mu farklıyız, ciddi bir faşizm hükmediyor ve biz bunu yapanlara faşist yada diktatör demekten çekiniyoruz. Neden çekiniyoruz, çünkü cezası var. Ne yapmam gerekecek o zaman, ceza almayacak kadar demokrasi mücadelesi vereceğim. Hadi canım sende, kuracaksam ben kendi inandığım komünizmi kurarım, senin izin verdiğin kadarını değil. 
Ben devleti hep rahatsız edeceğim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi