Seçimli padişahlık rejimi iflas etti
Abdullah Öcalan’ın İmralı adasından yaptığı çağrı, kilitlenmiş bir ülkede kilit taşını sökerek, derinlemesine bir demokratik dönüşümün yolunu açtı. Türkiye seçimli bir padişahlık rejimiyle yoluna devam edemez.
Başkancı Rejim tümüyle kişiye özel bir elbise gibi, Erdoğan’a uygun olarak dikildi, biçildi, giydirildi. Devlet adeta tek bir kişide cisimleştirildi. Tüm yürütme yetkisi Erdoğan’ın şahsına verildiği gibi, yasama ve yargı da yürütmeye tâbi kılındı. Yetkileri itibariyle Erdoğan’ın Osmanlı padişahlarından bir eksiği kalmadı. Hatta II. Abdülhamid, II. Mahmud gibi birkaç istisna hariç, çoğu padişahın da bu denli yetkisi yoktu. Ancak hâlâ varlığını koruyan seçim sistemi ve unvanın “Cumhurbaşkanlığı” olarak muhafazası Erdoğan’ı sınırlıyor. Anayasaya göre 3. kez aday olamazdı. Bir istisna uydurulup – anayasada varolmayan bir istisna TSK eliyle icad edilip – Erdoğan 3. kez cumhurbaşkanı yapıldı. Ama bu aşırı yoruma göre bile Erdoğan bir kez daha aday olamaz.
Başkancı Rejimi padişahlıktan ayıran unsur Cumhurbaşkanı’nın seçimle geliyor olmasıdır. Ama yetkilerin padişah yetkileri seviyesinde olması, seçimleri de seçim olmaktan çıkarıp her türlü hilenin uygulandığı, muhalefetin yargı sopasıyla dövüldüğü, medyanın tümüyle Erdoğan’a hizmet ettiği bir ‘muharebeye’ dönüştürüyor. Yargı tacizi ile muhalefetin susturulması Başkancı Rejimin en tipik, en önde gelen özelliğidir. Bunun son örneği Ekrem İmamoğlu’nun sözde yolsuzluk suçlamasıyla gerçekte ise politik nedenlerle tutuklanmasıdır.
Başkancı Rejim’in kurucu davası ise Kobani – Kumpas davasıdır. Erdoğan 2024 seçimlerindeki zaferini de Kobani – Kumpas davası üzeriden muhalefeti parçalayıp Demirtaş’ı şeytanlaştırarak kazandı. O, zafer konuşmasını “Selo’ya idam” sloganları arasında yapıyordu. Bu dava iktidar için o denli önemli ki, bambaşka bir siyasi atmosfere geçtiğimiz mevcut dönemde dahi Kobani – Kumpas davasıyla ilgili hiçbir adım atmıyor. Mahkeme, verdiği kararın gerekçesini 1 yıldır açıklamayarak, davanın İstinaf’a taşınmasını fiilen engelliyor.
Erdoğan’ın elinde toplanan yetkilerin benzersizliğine rağmen, Başkancı Rejim altında Türkiye her bakımdan geriledi. Amerikan petrol baronunun konuşmasında “3. Dünya ülkesi” olarak andığı bir ülke haline düştü. Sistem her bakımdan tıkandı. 19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına karşı başlayan ve yayılan protestolar, Başkancı Rejim’in iflasını sergilemektedir. Ekonomide, maliyede, adliyede, yaşam kalitesinde, kentsel dönüşümde vb. aklınıza gelecek her alanda 2017 rejimi çökmüştür. Mafya, dolandırıcılık, yasadışı kumar, uyuşturucu kontrolden çıkmıştır. Yolsuzluk devleti sarmıştır. Erdoğan’ın bir kez daha aday olması amacıyla anayasayı delmeye çalışmak, bu sorunların hiçbirisine çare olmayacağı gibi, bunları ancak derinleştirir. Anayasanın dönem sınırlandırması demokratik karakterdedir.
Dönem sınırlandırması, gücün bir kişide aşırı yoğunlaşmasından ülkeyi koruyan bir bariyerdir. Tüm toplumun bu bariyere sahip çıkması gerekir.
19 Mart, sandıkla iktidarın değiştirilmesine dair son umudun yitirildiği gündü. Milyonları sokağa çıkartan umut değil umutsuzluktu – ki bazen umut yatıştırıcı bir etkiye sahiptir. 2017’den bu yana, güç tümüyle Erdoğan’ın ellerinde yoğunlaşırken, onun karşıtları için yegâne umut, iktidarın hâlâ seçimle değiştirilebilir olduğuydu. 19 Mart’ta CHP’nin cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve bir gün önce diplomasının iptal edilmesi, Başkancı Rejim’i seçimlerin göstermelik adaylarla yapıldığı bir yönde dönüştürdü. Rusya’da Putin rejiminde örneğin, seçme-seçilme hakkı vardır; ancak Putin’in karşısında etkili olabilecek hiçbir adayın yarışmasına izin verilmez. Putin bu rejimi doğalgaz kaynaklarının üzerinde inşa etti. Bizde o kadar doğalgaz yok! Neyse ki hâlâ bir sanayi ülkesiyiz ve bu bizi politik durgunluktan koruyor, sınıf mücadelesini dinamik kılıyor. “Petrolün laneti” denilen iktisadi durgunluk ve çürümeyi aşabilmiş çok az petrol ülkesi vardır.
Abdullah Öcalan’ın İmralı adasından yaptığı çağrı, kilitlenmiş bir ülkede kilit taşını sökerek, derinlemesine bir demokratik dönüşümün yolunu açtı. Türkiye seçimli bir padişahlık rejimiyle yoluna devam edemez. Toplumsal gelişmeyi boğan bu siyasal rejimin aşılması kaçınılmazdır. Türkiye’nin ufku Demokratik Cumhuriyet’tir – daha gerisi değil.