Basın özgürlüğü yanlış bir ifade

Evet, bir saldırı var ama saldırı sadece basına değil, gençlere, herkese, haber alma özgürlüğüne, beyinlere, her şeyden önce de düşünce üretimine.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, bağımsız (!) üst kurul RTÜK ile, bağımsız (!) yargı ile basının üzerine gidiyor.

Muhalif basın Cumhurbaşkanı tarafından virüs olarak tanımlanırsa, burası da Türkiye ise, bunda da şaşılacak bir şey yoktur.

Halk TV’ye, Fox TV’ye, Oda TV ve Cumhuriyet’e ilişkin haberler çok can sıkıcı; baskının daha da artması muhtemel.

Ancak, bu çok çirkin baskılar muhalif gazetelerde, ekranlarda "basın özgürlüğüne" bir saldırı olarak değerlendiriliyor.

Bu "basın özgürlüğü" tabirine benim küçük bir itirazım var; önce başka bir yerden başlayalım.

Adeta genel kabul gören ama çok yanlış bir ifade vardır: "Düşünce özgürlüğü engellenemez, devlet insanın kafasının içine girebilecek değil ya, engellenen, yasaklanan düşüncenin ifadesidir".

Evet, düşünce beyinde üretilir; söz konusu olan üretim bir düşünce üretimi sürecidir.

Beyin daha nitelikli, daha çoğulcu girdi (bilgi, enformasyon) kullanabildiği ölçüde beyindeki düşünce üretim sürecinden daha kaliteli düşünceler çıkar; girdilerin (bilgi, enformasyon) kalitesi, çoğulculuğu, miktarı azaldıkça da düşünce üretimi niteliksizleşir.

Kimse benzetmeye kızmasın, çok basit bir örnek vereceğim; kazak üretiminde sentetik elyafı girdi olarak kullanırsanız ortaya kalitesiz sentetik bir kazak, pür kaşmir kullanırsanız da çok kaliteli kaşmir bir kazak çıkar üretim sürecinden.

Önce düşünce özgürlüğünü yani beyinde düşüncenin özgürce, çok girdili, alternatif girdili bir biçimde oluşmasını sağlayacaksınız, ancak bu aşamadan sonra düşünceyi ifade özgürlüğü tartışması anlamlı olabilir.

Ülkemizde temel sorun beyinlerde düşünce oluşumunun önündeki engellerdir, o düşüncenin ifadesi özgürlüğü ikincildir.

Doğduğunuz andan itibaren sosyal çevreniz, sokak, okul sistemi, aile, milliyetçilikler, dinler, basın özgür düşünce üretiminin önünde potansiyel tehditlerdir.

Son günlerde yoğun olarak tartışılan basın özgürlüğü kavramını da bu çerçevede tartışmak lazımdır.

Darbe vurulan özgürlük esas olarak özgür düşünce üretme özgürlüğüdür; basın özgürlüğü üzerindeki baskı daha sonra gelir.

Son senelerde internet sistemi sayesinde kullanılabilen sosyal medya, internet siteleri bu ağır ortamda nefes pencereleridir.

Bu önemli gerçeği gören "de facto diktatörler" de kaçınılmaz olarak internet ve sosyal medya özgürlüğü ile uğraşmaya başlıyorlar; Türkiye çok uzun bir süre Wikipedia’nın yasaklı olduğu bir ülke olduğu gerçeği ve utancını yaşamadı mı?

Bu cendere aslında genç kuşakları iğdiş etmektedir.

Kuzey Kore’de, Türkmenistan’da ve başka bildiğimiz yerlerde düşünceyi ifade özgürlüğü komik bir özgürlük talebidir çünkü bu tür ülkelerde düşüncenin kendisi de oluşamaz ki, ifadesi mümkün olsun.

Öğretim üyesi olarak Kenan Evren döneminin, şartlandırmalarının korkunç sonuçlarını öğrencilerin beyinlerinde senelerce hissettik, olaylara nasıl ortak ve Kenani tepkiler verdiklerini gördük.

Şimdi de ikinci dalga, ikinci dalgalar illaki pandemilerde olmaz, genç kafalar ortak Recebi tepkiler vermeye başlıyorlar.

Kemalist nesil üretme, dindar nesil üretme takıntılarının ne kadar çok ortak yönü var değil mi?

Rahmetli Çetin Altan’ın Kışla-Cami parantezi dediği de tam da buydu galiba.

Deveye sormuşlar, yokuşun inişini mi, çıkışını mı seversin diye, deve de "Yolun düzü yok mudur?" demiş.

Evet, bir saldırı var ama saldırı sadece basına değil, gençlere, herkese, haber alma özgürlüğüne, beyinlere, her şeyden önce de düşünce üretimine.

İyi ki üniversiteden KHK ile atılmışım, yoksa seneler süren Kenani dalgadan sonra bir de, üstelik ileri bir yaşta, Recebi bir dalga ile uğraşacaktık.

Özgür düşünce dalgası buralara ne zaman gelir bilemem, gelir mi, çok da emin değilim.

   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi