​​​​​​​Kanuni, Kudüs ve Kürt meselesi

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sıfatı neyimize yetmiyor, hem birleştirici hem de sıfır dışlamacı.

Kudüs maalesef hala kanayan bir yara; Cengiz Çandar’ın bir değerlendirmesini aktarıp konuya gireceğim: "Ortadoğu meselesi bir Filistin meselesidir, Filistin meselesi bir Kudüs meselesidir, Kudüs meselesi de Mescid-i Aksa meselesidir."

Bugün, Irak, Suriye, Yemen meseleleri vardır, Cengiz Çandar’ın bu değerlendirmesi hala geçerli midir bilemiyorum ama önemli bir saptamadır.

Kudüs meselesi tartışılır iken bir Kudüs seyahatimde dikkatimi çeken, konuyu da çok iyi bilen birinin detaylarını da aktardığı ve çok önemsediğim bir konuyu aktaracağım.

Yafa yönünden Kudüs’e geldiğinizde önünüze Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı El-Halil kapısı çıkıyor, eski Kudüs’ün çok sayıda kapısından biri ve bu kapının üzerinde bir kitabe var, Kanuni yazdırmış: La İlahe İllallah, İbrahim Halilullah.

Kanuni dönemi, Kanuni halife aynı zamanda ve Kudüs Osmanlı egemenliğinde.

Ancak, Kudüs 16. Yüzyılda da, bugün olduğu gibi üç semavi dinin yoğun olarak birlikte yaşadığı bir şehir ve bu şehri yönetebilmek için inançlara, kimliklere eşit mesafede durmak ve gereğini de yapmak lazım.

Kanuni de bunu yapmış ve üç semavi dinin de Peygamber olarak kabul ettiği Hz. İbrahim’in ismini kitabesinde öne çıkarmış.

Oysa bir İslam halifesi olan Kanuni Sultan Süleyman bu kitabeye "La ilahe illallah Muhammedün resulullah" diye de yazdırabilecek iken çok önemli bir vizyon göstererek Hz. Muhammed yerine üç dinin de atası kabul edilen Hz. İbrahim’in ismini yazıyor.

Kanuni Sultan Süleyman olmak kolay değil.

Bugünkü Reisimiz sizce böyle bir ifadeyi bir kitabeye yazdırabilir mi?

Vizyon var, vizyonsuzluk var.   

 Aşağıya da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin bir yayınından bir alıntıyı ekliyorum.

"Kanuni Sultan Süleyman, Akdeniz sahilindeki Yafa kasabasından Kudüs’e uzanan yolun surlarla birleştiği noktaya El-Halil Kapısını yaptırmıştır. Osmanlı zamanında El Halil Kapısı Müslümanlarla beraber Ehl-i Kitaba da açıktı. Bu durumu bilen devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, El Halil Kapısı’nın karşı duvarına "La İlahe İllallah İbrahim Halilullah" yazdırmıştır. Sultan Süleyman’ın kapıya İbrahim(as)’ın adını yazdırmasının hikmeti; Hz.İbrahim’in şehirde yaşayan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi halkların atası olması, İslam’ın diğer dinlerin halklarına karşı hoşgörülü olması ve Kudüs’ün barış ve kardeşlik şehri olduğuna vurgu yapmasıdır. Kudüs’ün muhyisi Kanuni Sultan Süleyman, kitabesiyle İslam’ın hoşgörüsünü Kudüs surlarına nakşetmiştir (Marmara İlahiyat yayını)."

Bu konuyu geçenlerde bir yayında Kudüs konusu gündeme geldiğinde hatırladım.

Ancak, mesele vizyon sahibi olmak ya da olamamak.

Kanuni üç dinin peygamberlerini öne çıkarmak yerine nasıl bir ortak kabul bulabilmiş ise bugün de Kürt meselesinde benzer bir vizyona sahip olabiliriz.

Türkiye’de şöyle bir ilginç söylem var: "Türkiye’de Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Boşnaklar, vs. var ve bu vatandaşların ortak hukuki ismi (Anayasa 66) Türk vatandaşıdır ve bu Türk kelimesinin ırkçı bir içeriği yoktur".

Başka bir ifade ile de çok çeşitli etnik aidiyetlerden birinin ismi vatandaşlık sıfatı olarak benimsetiliyor ve diğer grupların da bu şemsiye altında kendilerini tanımlamaları isteniyor.

Kanuni Kudüs’te yukarıda anlattığım vizyonu sergilemiş ve kanımca da bu vizyon sayesinde Kudüs Osmanlı’nın olduğu sürece de orada bir tür "pax Ottomana" egemen olmuş.

Bizim de artık mutlaka bir tür "pax Anadolu" ya ihtiyacımız var ve bu barış ortamının sağlanması için atılması gereken ilk adım, evet ilk adım, vatandaşlık sıfatının bir majoriter etnik grubun sıfatı kullanılmaksızın belirlenebilmesi.

Kanuni’nin vizyonu örnek olsun.

Türkiye devleti laik bir devlet olmak zorunda, bu nedenden vatandaşlık tanımlanırken dini bir referans söz konusu olamaz.

Vatandaşlığı sadece evet sadece hukuk üzerinden tanımlamak, vatandaşa sıfat vermemek Kürt meselesinde adım atabilmenin ilk koşulu.

Birimiz Türk, birimiz Kürt, birimiz Arap, vs. olabilir ama bu aidiyetler kamu hukukunu ilgilendirmez, özel alanın konusudur, Türk sıfatı da kamu hukukuna girmemelidir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sıfatı neyimize yetmiyor, hem birleştirici hem de sıfır dışlamacı.

Kudüs’ten, Kanuni’ye, Kanuni’den nereye geldik?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi