Koray Düzgören

Koray Düzgören

Kılıçdaroğlu’na açık mektup

Barış olmadan adalet olabilir mi? AKP’nin savaş kararına ortak olarak o başarılı Adalet yürüyüşünü anlamsız sportif bir faaliyete indirgediniz.

Kürt karşıtlığınız AKP’nin savaşını desteklemeye kadar varıyorsa sizin içi boş ‘Adalet’ söyleminize kim inanır?


Sadece iç politikada değil, dış politikada da baskıcı, demokrasi ve insan hakları tanımayan savaşçı devletin yolunda kararlı adımlarla ilerliyorsunuz.

IŞİD’le Musul’da devlet adına ne idüğü belirsiz pazarlıklara giren bir eski diplomatın peşine takıldınız, dış politikanızı devlete yani Kürt düşmanlığına bağladınız.

AKP iktidarının Suriye ve Irak’ta Kürtlere karşı girişeceği savaşı destekleyen tezkereye yine can-ı gönülden katıldınız.  Erdoğan’ın can simidi olarak sarıldığı savaş politikasını, aslında Erdoğan’ı desteklemiş oldunuz.

Dış ilişkiler konusundaki yardımcınızın sınır ötesindeki Kürtlere ilişkin nefret söylemi hız kesmeden devam ediyor.

Irak Kürdistanı’ndaki referanduma karşı iktidarın niçin daha sert önlemler almadığını sorguluyorsunuz. Hatta, referandum sonuçlandığı halde iktidarı, İran ve Irak’la bir olup Kürtlere gereken dersi vermeye çağırıyorsunuz.

Bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir devlete biat anlayışıdır?

Ülke içinde Kürt meselesine yaklaşımınızı zaten biliyorduk. Ülke uçuruma doğru yuvarlanırken, faşizm kapıdayken dahi Kürtlerle yan yana durmadınız.

TC devletinin değişmez paradigması olan Kürt düşmanlığı adeta sizin resmi politikanız. Aynen AKP gibi.

Diyelim ki devlet, ittihat Terakki devleti olarak varlığını sürdürüyor. 100 yıldır uygulanan tekçi politika gereği Kürtlerin ve azınlıkların, farklıların kimliklerine, kültürlerine sahip çıkmaları istenmiyor. Hatta iyice asimile olmazlar ve Türklere biat etmezlerse onlara da Ermenilere yapılanların yapılmasını savunan ‘Büyük Türk Devlet Büyükleri’ var.

Uygulana gelen tek devlet, tek millet, tek ırk, tek dil, tek din, hatta tek mezhep politikasının gereği bu.

Siz de bu politikayı var gücünüzle savunuyorsunuz.

DERSİM SOYKIRIMI

Dersimli olduğunuz halde Dersim soykırımını bile kınayamadınız. Bu işi de Erdoğan’ın gerçek olmayan, popülist özrüne bıraktınız.

Kürtlere yapılan zulmü görmezden geliyorsunuz. Kürtlerin yakılan, yıkılan kentlerine, katledilen gençlerine, çocuklarına ilişkin insani bir tepki gösterdiğinizi gören, duyan yok.

"Devlet, AKP, MHP ne der?" diye düşünüyorsunuz. "Bu katliamlara yıkımlara karşı duranlar ya da  Kürtler ne der acaba?" diye düşündüğünüz olmuyor.

"Varsın onlar bana oy vermesin, ben devletime sadakatimi göstereyim gerisi boş" diyorsunuz. Bu nedenle ülkenin Batı’sıyla Doğu ve Güneydoğu’su arasındaki makasın iyice açılmasına sebep olduğunuzun farkında bile değilsiniz. Kürt illerinden oy alamamak sizi hiç rahatsız etmiyor.

Devlet dini ve mezhebinin savunulduğu belirsiz laiklik ilkesi dışında AKP ve MHP’den farklı bir duruşunuz, görüşünüz, yaklaşımınız, örneğin Kürt sorunu, Ermeni sorunu ya da farklı kimlikler konusunda partinizin bir bakışı var mı? Kürtlere, Kürtlerle barıştan, azınlık haklarından ya da Ermeni soykırımından söz edene düşman gözüyle bakıyorsunuz. Bu konuda da AKP ve MHP ile aynı çizgidesiniz.

TOPLUMSAL BARIŞ

Toplumsal barışın ülkenin en büyük ihtiyacı olduğunu görmezden geliyorsunuz. Irkçılık düzeyine varmış bir milliyetçiliğe sanki yeni bir kavrammış gibi "ulusalcılık" diyerek sıkı sıkıya sarılıyorsunuz. Toplumsal bölünmüşlüğü körüklüyor, iktidarın değirmenine su taşıyorsunuz.

Ama bir yandan da yeri geldikçe sosyal demokrat, ilerici, çağdaş olduğunuzu söylüyorsunuz.

Hak, hukuk, sosyal adalet gibi kavramlara sarıldığınız oluyor ama bunu yaparken bile eşitlik ilkesinden ne kadar da uzaksınız.

Her seçim sonrası başarısızlığınıza yenilerini eklediniz. Her seferinde de kömür edebiyatı, toplumun muhafazakarlaşması gibi gerekçelerle sorumluluğu seçmene yüklediniz, kendi politikasızlığınızı sorgulamadınız.

Almanya seçimlerinde solun başarısızlığını bile Erdoğan’ın Almanya ile sertleşmesi politikalarında arayan yöneticileriniz var. "Avrupa’da sol ve merkez partiler gerilerken  İngiltere’de İşçi Partisi neden sıçrama yapıyor" gibi incelemeler partinizin gündeminde bile yok.

AKP kısır döngüsünün peşine sadece kendinizi değil bütün ülkeyi taktınız. Ülkeyi AKP’ye mahkum ettiniz.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında AKP’ye destek verdiniz. Çünkü ‘devlet aklı böyle istiyor’ dediniz. Mesele, rejimin terörist olarak gördüğü Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak zindana atılması meselesiydi.

Bunda bir sakınca görmediniz. "Anayasaya aykırı da olsa destekleyeceğiz" dediniz.

Emir büyük yerden mi gelmişti? Mesele Kürt milletvekillerine ilişkin olduğu için mi böyle oy vermiştiniz? O verdiğiniz oyların bir gün sizin vekillerinize yöneleceği hiç mi aklınıza gelmedi?

Aynı şekilde Kürt belediye başkanlarının görevden alınmasına ve yerlerine yasa dışı, milli iradeyi hiçe sayan kararlarla kayyumlar atanmasına ses çıkarmadınız.

15 Temmuz darbesinin sorumlusu AKP’ye destek vermek amacıyla Yenikapı mitingini desteklediniz. Sonra pişman oldunuz galiba...

Avrupa Konseyi’nde ülkedeki insan hakları ihlalleri ve işlenen insanlık suçları konusunda AKP ile ortak davrandınız.

Hileli 16 Nisan Referandumu’na meşruluk kazandıran açıklamalar yaptınız ve bu referanduma karşı ‘hayır’ cephesinin sokaklara çıkıp tepki koymasının önünü kestiniz. AKP’nin silahlı milislerinin provokasyonu gibi bir gerekçenin ardına sığındınız. Bu silahlı milislere ya da olası provokasyonlara karşı kitleleri örgütlemek ve yönetmek değil miydi göreviniz?

Bu çaresizliğinizi kitleye mal ettiniz ve böylece de ‘atı alanların Üsküdar’ı geçmesi’ne sadece seyirci kaldınız.

Adalet Yürüyüşü’nde Edirne’ye kadar gidip Selahattin Demirtaş’ı selamlamaya ve muhalif cephenin kuruluşu için adım atmaya hazır kitleye bizzat siz engel oldunuz.  Çağrı yapmadığınız halde bu yürüyüşe ve ardından da Çanakkale’de yapılan Adalet Kurultayı’na koşulsuz destek veren HDP’lilerle yan yana yürümekten, durmaktan bile kaçındınız.

Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık referandumuna, AKP-MHP’yi destekleyerek karşı çıktınız. Suriye’de topraklarını IŞİD çetelerinden korumak için savaşan Kürtlere yönelik iktidar saldırılarını onayladınız. Hatta dış ilişkilerden sorumlu yardımcınız Kürtlere daha önce saldırmayan iktidarı eleştirdi.

Son ‘Tezkere’ye de, bunun AKP’nin Irak ve Suriye’deki Kürtlere yönelik savaş planı olduğunu bildiğiniz halde Meclis’te destek verdiniz.

Şimdi çıkıp"CHP bir rejim partisi, devlet partisi. Bu partinin devletin paradigmalarına göre hareket etmesi normaldir.AKP’nin savaş politikaları da devletin paradigmasına uygun" diyeceksiniz.

Ama en önemli gerçeği gözden kaçırıyorsunuz.

CHP’nin biat ettiği devlet yok artık. Kendisini bütün kurumların üzerine koymuş bir parti devleti ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini belli ki henüz kavrayamadınız. CHP’den bu parti devletiyle nasıl mücadele edileceğine ilişkin neredeyse tek bir ses çıkmıyor.

Sizin sözlerinizle soralım: "Böyle bir muhalefet anlayışı olabilir mi?"

Bu olsa olsa gizli bir iktidar destekçiliğidir.

Ülkede kan gövdeyi götürürken, koca ülke bir açık hapishaneye, cezaevleri birer işkencehaneye dönüşmüşken, aydına, yazara, çizere, gazeteciye, muhalefet partisine, sizin milletvekilinize, avukatınıza, AKP iktidarını eleştirenlere ve tabii Kürtlere her türlü zulüm uygulanırken, OHAL uygulamalarına karşı çıkıp sadece işlerini geri isteyen eğitim emekçileri can çekişirken,  sürgünler artık 10 binlerle ifade edilirken (...)iktidara Kürt düşmanlığı temelinde destek olmanın mantıklı bir izahı olabilir mi?

MUHALEFETE DUVAR

Beni partinizin içindeki meseleler ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren, ülkedeki muhalefet potansiyelinin önüne ördüğünüz  duvar.  Bu duvar yüzünden muhalefet kucaklaşamıyor, ülke günden güne savaşa, iç savaşa, bölünmeye doğru gidiyor. Bu gidişte iktidarın rolü muhalifler için bir bilinmez değil. Bilinmeyen, görülmeyen bunda sizin oynadığınız rol.

İktidarları değiştirmenin yolu, güçlü muhalefetle mümkün. Güçlü muhalefet topluma çaresizlik değil umut vaat eder. Oysa CHP ve onun lideri olarak siz topluma ne barış ne umut vaat ediyorsunuz. AKP’ye ardı ardına verdiğiniz desteklerle muhalefeti bölüyor, her türlü faşizan yöntemi vicdansızca uygulayan iktidara karşı muhalifleri savunmasız bırakıyorsunuz.

Savaş kararına ortak olarak o başarılı Adalet yürüyüşünü de anlamsız sportif bir faaliyete indirgediniz.

Barış olmadan adalet olabilir mi?

Kürt karşıtlığınız ya da korkunuz AKP’nin savaşını desteklemeye kadar varıyorsa sizin içi boş ‘Adalet’ söyleminize kim inanır?

Partinizin içinde de artık size inanmayan ve sizin bu devlet köleliğinizden usanmış muhalifleriniz var. Bu köleliğinizin sonucunda ülkeyi AKP devletine teslim edeceğiniz endişesini açıkça dile getiriyorlar.

Kendilerini ‘CHP’li Devrimci Demokratlar’ diye adlandıran bu grup,sizi ve yönetiminizi uyarıyor. Yayınladığı bildiride, "Solla olmaz" demenin yanlış olduğunu, tam tersi sağdan, sağcı yaklaşımlardan kaçınarak sol söylemleri çekinmeden güçlendirmek gerektiğini söylüyorlar. 

Daha da önemlisi bu grup,  partinizin hastalığına doğru teşhisi koymuş. Kürtlerle ittifakın şart olduğunu vurguluyorlar.

Bu konuda söyledikleri çok açık:
"Cumhuriyet dönemi dahil son 600 yıllık dönemde Kürtlerle ittifak yapılmadan hiçbir gücün iktidar olamadığını da görerek, Kürtlerle, solla, merkezle kısacası ‘Hayır Dostlarıyla’ yalnızca masa başında değil, programın üzerinden ve ‘hayatın içinde’ kurumsal ilişkiler kurulmalı, özellikle yerel yönetimler ve milletvekilliği seçimlerinde ittifaklar yapılmalıdır..."
Ya bu çağrıya kulak verin ya da bunları yapabilecek cesaretiniz, gücünüz, niyetiniz yoksa geç olmadan muhalefetin önünden çekilin.

Faşizme karşı ortak cephenin yolunu açın.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi