Yalçın Ergündoğan
İktidar koalisyonu çatırdıyor mu?
Çeşitli defalar siyasal analiz içeren makalelerimde altını çizdim, yazdım; "Türkiye koalisyonlardan çok çekti" diye diye en başından beri ülkeyi koalisyonlarla yöneten bir "yapı" iş başında. "Yapı" diyorum, zira iktidarının başlangıç yıllarındaki parti formundaki bir AKP artık yok karşımızda.
Ama düşmemek için, "bisikletinin pedalını sürekli çevirmek zorunda" olan bir "Reis" ve türlü çıkar ağlarıyla peşinden ayrılamayan bu yapı hem ekonomik hem de siyasi olarak ülkeyi sürüklediği yerde, kendisinin de sonuna yaklaşıyor gibi. Veriler o yönde…
Şu anda mevcut koalisyon içinde; giderek "küçük ortak" pozisyonuna kaymış bulunan bu yapının iktidar koalisyonundan tasfiye olmasıyla ‘Türkiye’nin önü açılacak mı’ sorusuna gerçekçi yanıtlar vermek durumundayız.
Bu aşamada ülkede güçler dizilişinin umut verici bir noktada olduğunu söyleyemeyiz. Kendisini ‘muhalefet’ olarak tanımlayan ve sayısal olarak da azımsanmayacak bir kesim; yukarıda sözünü ettiğim ve pozisyonunu çizdiğim "Saray" eksenli yapının iktidardan düşmesi ile pek çok meselenin hallolacağı kanaatinde.
Oysa durum, ağırlıklı olarak "laikçi", "Kemalist" olarak adlandırabileceğimiz seçmen kesimin kanaatini besleyen basitlikte değil.
* * *
Geçtiğimiz hafta çoğumuz CHP TBMM Grup Başkan Vekili Özgür Özel’in Gazete Duvar’da Özlem Akarsu Çelik’e yaptığı değerlendirmeleri okumuşuzdur. Belki de çoğumuz, "bu Özgür Özel’e ne oldu da birden böyle değerlendirmelerde bulundu" diye saşırmışızdır.
Şaşırmakta da hiçbirimiz haksız sayılmayız.
Özgür Özel, siyasal parti adları vererek değerlendirmesini sınırlasa da; söyledikleri önemli.
"Ben ne siyasetin belirleyicisinin Devlet Bahçeli olduğuna inanıyorum ne de Bahçeli’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın veya Erdoğan’ın Bahçeli’nin güdümüne girdiğine inanıyorum. Bir başka mekanizma, bir başka dinamik var, hepsini birden yönetiyor. Bir başka mekanizma devreye giriyor ve birbirine en ağır hakaret edenleri birbirine dost, ahbap yapabiliyor..."
"...Adına askerî vesayet demek doğru değil ama içinde bazı eski ve mevcut asker kişilerin de olduğu, farklı siyasi partilerden siyasi aktörlerin de bulunduğu, belki hiç tanımadığımız aktörlerin olduğu çok ciddi bir vesayet odağının varlığına ve bunun partiler üstü bir şekilde, hatta birden çok partiyi kontrol eder bir şekilde Türkiye siyaseti üzerinde bir vesayet kurduğuna ben şahsen inanıyorum. Bunun içerisinde bugün AK Parti’de bakan olanlar, AK Parti’de çok üst düzeyde bürokrat olanlar, bir başka muhalefet partisinin genel başkanları, bazı yöneticileri ve iktidar partisindeki bir takım güçlü figürler de var.
Bugün Türkiye’de siyasete yön veren en güçlü beş, altı kişi kimdir diye baktığınızda bunların her birinin belli olaylar karşısında bir merkezden tek sesle, tek cümleyle, bazen iki liderin sanki aynı prompter’i okuyormuşçasına konuştuğunu görüyoruz…"
Özgür Özel’in yaptığı bu tespitler yeni değil. Türkiye’de bugün sesi belki geniş toplumsal kesimlere çok ulaşmasa da, bu analizleri daha gerçekçi vurgularla ifade edenler oldu.
Ben de en azından bu köşede kod adını "Ergenekon" olarak ifade ettiğim derin yapının, yeniden nasıl güçlenip palazlandığına dair analizleri sık sık yaptım.
"İttihatçı" yapının TC’nin kuruluşunda nasıl hiç çözülmeden şekil ve kadro değiştirerek aktif olduğunu, toplumda da önemlice bir kesimin damarlarında dolaşan "asil kan"da varlığını sürdürdüğünü de ifade ettim/ediyoruz.
ÖZGÜR ÖZEL’İN TESPİTİNDEKİ EKSİKLİK
Özgür Özel’in tespitindeki en büyük eksiklik ve hata; kendisinin de içinde bulunduğu, hatta sözcüsü olduğu siyasal partinin bu derin yapıdaki yerinin olmadığını sanması. Oysa artık çok açık ve net olarak görülüyor ki; CHP bu yapının önemli ve en köklü aktörleri arasında.
O nedenle ben CHP’de Genel Başkan’ın "beceriksizliğine", "kapasitesizliğine" vb. vurgu yapıp değiştirilmesine umut bağlayanları hiç anlamıyorum.
CHP, Ö. Özel’in sözünü ettiği o "derin yapı"nın en önemli unsuru.
Başına kim gelirse gelsin, "devletin bekası" ile formüle edilen günün "kırmızı çizgileri" ne ise CHP’nin buna itirazı olmaz, olamaz da. Başında bulunan Genel Başkan da, aday olurken de görevini sürdürürken de bu gizli mutabakata çoktan biat etmiştir zaten.
CHP, tarihinde ilk kez toplumun büyükçe bölümünün rızasını alarak oy devşirmeyi başaran Bülent Ecevit’in Genel Başkanlığı döneminde de bu böyle idi, baraj altında kaldığı Deniz Baykal döneminde de…
* * *
Sevgili Koray Düzgören haftalardır, Artı Gerçek’teki köşesinde son derece net bir şekilde CHP’yi ve tutum alışlarını irdeliyor. Örnekleri incelemek isteyenler Düzgören’in makalelerine bakabilir.
Buraya kadar yazdıklarımı toparlayacak olursam; "Genel" ve "Yerel" seçimler için oluşturulan "Cumhur İttifakı" ve "Millet İttifakı" gibi adlarla seçimlere giren AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti aslında farklı isimlerde örgütlenmiş yapılar olsalar da, ittifak adlandırmaları farklı olsa da özünde aynı ittifakın içindedirler.
Koalisyonun büyük ortağı olarak duran "derin yapı" varlığını sürdürdükçe, küçük ortak her zaman değişebilir.
Bana göre, üzerinde düşünülmesi ve kafa yorulması gereken asıl mesele ise; otoriter rejim yerine, demokrasinin Türkiye’de de nasıl işlerliğe sokulup; o tür yapıları tasfiye edebilme becerisi gösterebileceğinde…
* * *
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın…" (Sabahattin Ali, Sırça Köşk, 1945)
Bugünlerde "telif" ücreti ve denetimi olmaksızın yapıtları dileyen her yayınevince basılmaya başlanan Sabahattin Ali’nin "Sırça Köşk" adlı kitabını okumuş muydunuz, bilemem.
YKY tarafından yayınlanan ve kitaba adını veren öyküyü bugüne dek okumayanlar için bence tam okuma vaktidir.
Öykü döneminde çok etki uyandırır, 1945’de yazılır, 1947 yılında yayınlanır, yazarı Sabahattin Ali, 1948’de "faili devlet" bir cinayete kurban gider.
Mezarı hâlâ yoktur. Kitap da yakın zamana dek, uzun yıllar yasaklı kalmıştır...