Yalçın Ergündoğan
Selanik, İzmir ve barışın kıymeti…
"…Gölgeler gidip geliyor gecenin içinde. Saldırmalar bir vuruşta bir kelle uçuruyor. Ter içinde vücutlar, kudurgan bir hınçla aralıyor genç kız bacaklarını ve bu lanetli aşkı tamamlamak için de lekesiz göğüslere bir bıçak saplıyorlar…
İnsanlar! Siz bu dünyadan değil misiniz! Hangi şeytan alıp götürdü ruhunuzu?
Karşıda… Küçük Asya kıyılarında… Minicik ışıklar yanıp sönüyor. Ve kocaman gözler var, yanıp sönen… karşıda. Ve tertemiz evler var. Gizli deliklerde paralar yanıp sönüyor, ikonostazda gelin güvey taçları. Mezarlarda atalar yanıp sönüyor. Göz kırpıyorlar sırayla karşıdan… Küçük Asya kıyılarında, evet karşıda… Çocuklar, akrabalar, dostlar bıraktık. Görülmemiş ölüler, barınaksız diriler bıraktık ve şimdi hayaletler misali, oradan oraya savrulan düşler… Küçük Asya kıyılarında, evet! Daha dün yurdumuz olan karşıda…
Dipsiz gecenin içinden tanıdık gölgeler kayıp geliyor… Kirliceliler ve Şevket… İsmail Bey, Kerim Efendi, Şükrü Bey… ve Ali Dayı’yla kızı… Boşuna! Hiçbiri imdada koşamaz artık… Yıkılıp gitti herşey!
Yeknesak çan sesleri işitiyorum. Devenin o yumuşak, o edalı yürüyüşüne işarettir bu çan sesleri! Hörgücünde üzüm küfeleri, kuru incir sandıkları ve zeytin çuvalları, pamuk ve ipek balyaları ve gülsuyu küpleri ve şarap fıçıları taşıyıp gelen devenin!
Deveci heyyyy! Kulağında karanfil, nereye gidiyorsun? Beni de al yanına! Geliyorum işte, bekle! Ve boşu boşuna haykırıp durma o güzel türküyü: Yüreğini sımsıkı kapamış herkes, işitmiyorlar!
Şevket! Tanımadın mı yoksa beni? Ben senin dostun… ben senin arkadaşın! Yıllarca beraber gülüp, beraber ağladık… Ne yapıyor Şevket?
Ah Şevket; Şevket! Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!..
Ve sen… Kör Mehmet’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme?
Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum… Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler… Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!..
Bütün bu çekilen acı, kötü rüya olsaydı ah!.. Ve yan yana… omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp yan yana eğlenmek üzere… şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!..
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı!
Benden selam söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garazlenmesin…
Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belâsını versin!"
* * *
Koltukta oturur; sunumlarını yapan panelistleri, Selanik ve İzmir’in benzerliklerini içeren her iki kentin sokaklarından arkadaki perdeye yansıttıkları fotoğrafları izlerken; birden yukarıya aktardığım satırlar aklıma geldi, romanda çizilen tablo gözümün önünden bir film şeridi gibi akıverdi... Duygulandım.
Bugün içinde yaşadığımız ortamda, rejimin dayattığı savaş ve "milli bir mutabakat" içinde olan "muhalif" siyasal partilerin tutumu…
Coğrafyanın kadim halklarından dün Rumlar, bugün Kürtler… Savaşın, komşuları düşmanlaştırması, acılar… Barışın kıymeti.
Dido Sotiriyu’nun Türkçeye "Benden Selam Söyle Anadolu’ya" olarak çevrilen, asıl adı ise "Kanlı Topraklar" (Ματωμενα Χωματα-Matomena Homata) olan kitabında anlattıklarını harfiyen bugüne çevirsek, Rumlar yerine Kürtleri koysak… Anlatı güncelliğini nasıl da korurdu…
"Benden Selam Söyle" adlı eserinde Anadolu'da yaşamış Manoli Aksiyotis adlı bir Rum köylüsünün gerçek yaşamından kaleme aldığı anılarını romanlaştırdığını Söylüyor Sotiriyu. "Bu romanın dokusunu ben, işte bu denli gerçek tanıklardan süzüp çıkarttım" diyor. "Bir daha geri gelmemek üzere çökmüş bir âlemi gözlerinizin önünde canlandırmak amacıyla yaptım bu işi. Yaşlılar unutmasın ve gençler, bütün olup biteni çırılçıplak bir şekilde görsün, öğrensin diye..."
Dido Sotiriyu 18 Şubat 1909 yılında Aydın’da dünyaya gelmiş. 1922 yılında ise Yunanistan’a amcasının yanına göç etmek zorunda kalmış. Faşist Alman ordularının işgali sırasında (1940-45) Yunanistan’da yeraltı basınında önemli görevler üstlenmiş. Savaşın ne olduğunu ve barışın kıymetini iyi bilen biri.
23 Eylül 2004 tarihinde hayatını kaybeden Sotiriyu, bu kitabı ile 1982 ‘Abdi İpekçi Türk-Yunan Barış ve Dostluk Ödülü’nü almıştı…
İZMİR AKDENİZ AKADEMİSİ
İzmir Akdeniz Akademisi, 2016 yılında Selanik ve İzmir (Salonica / Smyrna) üzerine gerçekleştirdiği uluslararası bir çalıştayla başlattığı ‘Akdeniz Kent Portreleri Projesi’ kapsamında, iki tarihi liman kentinin ilişkilerine dair 2 Kasım’da İzmir’de "XIX. Yüzyılda Selanik ve İzmir Kentlerinin Tarihlerine Çapraz Bakışlar" temalı bir panel gerçekleştirdi.
Politik olarak ve yerel yönetim uygulamaları açısından sıklıkla eleştiri odağına oturttuğum İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı iyi işlerden biri; yukarıdaki anlatımımda yazı konusu yaptıklarıma vesile olan bu paneli de gerçekleştiren "Akdeniz Akademisi"nin oluşturulması.
Girişimin kronolojisi de şöyle: 24 Ekim 2009’da toplanan Kültür Çalıştayında, bir kent akademisi kurulması fikri benimsenmiş. 12 Mart 2012 ‘de ‘İzmir Akdeniz Akademisi Yönetmeliği’, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilmiş. 24 Eylül 2013’te de ‘İzmir Akdeniz Akademisi’ resmi açılış konferansını gerçekleştirmiş. O gün bu gündür, Akdeniz’in bir ’barış denizi’ olması ve karşılıklı iyi ilişkiler için çalışmalarını sürürüyor. (Bu nitelikli çaba ve çalışmanın daha uzun öyküsünü anlatmayı bir başka yazıya bırakıyorum.)
Bir cümlem de bu panel ve bu proje kapsamındaki "Ah kardeşim / Oh my sister" başlıklı, fotoğraflarla bezeli araştırma sergisinin gerçekleştiği harika mekân üzerine olsun.
İzmir Büyükehir Belediyesi’nce (Aziz Kocaoğlu dönemi) restore edilen 1994’de gaz üretme faaliyetini sonlandıran tarihi Havagazı Fabrikası ve üzerine kurulu olduğu 24 bin metrekarelik alan, bugün kentin önemli bir kültür sanat merkezi haline geldi. Sevindirici…