Fehim Işık
Erdoğan, ABD ve Batı’nın tercihidir
Uzun zamandır Ortadoğu’daki birçok gelişmenin birbirine bağlı olduğunu, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki gelişmeleri birbirinden bağımsız, bu ülkelerdeki her adımı ise şu veya bu biçimiyle Kürtlerden ayrı düşünülemeyeceğini yazıp çiziyoruz.
Bu yaklaşımı 24 Haziran seçimlerinin en azından Türkiye açısından bir kez daha pekiştirdiği kanaatindeyim. Uluslararası güçler Ortadoğu’nun yeniden dizaynını hesaplarken, kendilerine en uygun partnerin Erdoğan olduğunu anladı ve Türkiye’yi onun yönetmesini arzuladı.
Önce Erdoğan’ın niçin tercih edildiğine ilişkin birkaç anekdot...
Avrupa açısından Erdoğan, mülteci anlaşması ile Ortadoğu’dan yaşanan göçü önleyebilecek en iyi partnerlerden biriydi. Bu konuda uzlaşıp anlaştıkları bir lider varken ne yapacağı belirsiz olan yeni birini niye tercih etsinler? Erdoğan’ın otokratik bir rejim kurması değil, ne kadar göçmenin geçişini önleyebileceği Avrupa’yı daha fazla ilgilendiriyordu ki, seçimin hemen ardından 3 milyar Euro’yu hemen Türkiye’ye vermesinin bir nedeni de budur.
ABD’ye gelince; Erdoğan’dan sanıldığı kadar rahatsız olduğu iddia edilemez. Sonuçta ABD, 50 yıllık müttefikinin Rusya’ya yar olamayacağını, NATO’dan vazgeçip yönünü Avrasya’ya çeviremeyeceğini iyi biliyor. Suriye başta olmak üzere Irak ve İran’da birlikte hareket edebileceği yegane partnerin ancak Erdoğan gibi pragmatist bir lider olabileceğini de görünce, ABD’nin seçimlerden ‘başkan’ olarak çıkan ve sistemi tam da müttefiklerinin istediği gibi otokratik bir biçimde yeniden düzenleyen sonuçlara üzüldüğünü de söyleyemeyiz. Şimdi yaşadıkları kısmi çatışmadır, pürüzlerini de üç aşağı beş yukarı karşılıklı tavizlerle giderecek noktadalar.
Erdoğan değil de İnce kazansaydı, ABD açısından birçok şey sil baştan olacaktı. Hatta Avrupa da Türkiye’ye karşı sil baştan politika üretmek gibi bir zorunluluk ile karşı karşıya kalacaktı. Bunu istemediler. Avrupa devletleri ile ABD’nin seçim öncesinde Erdoğan’ı güçlendirecek adımlar atmaları, sonuçları Mevlüt Çavuşoğlu’nun aktardığı gibi olmasa da ABD’nin Mınbiç ve Suriye konusunda Erdoğan’ın seçmenlerine selam çakabileceği yaklaşımlar sergilemesi, Batı’nın Türkiye’ye kör ve sağır olmayı sürdürmesi, bu tercihin işaretleridir.
Erdoğan açısından belki sorun gibi görünen Rusya olacak. Rusya’nın Türkiye’ye dönük politikalarını ise açık ki ABD ile ilişkileri belirleyecek. ABD ile Suriye ve İran konusunda uzlaşan –ki çözülmemiş sorunlar olsa da büyük oranda uzlaştıklarını tahmin etmek zor değil– bir Rusya, Türkiye ile ticaret yapmanın, Türkiye’deki ihalelerini devam ettirmenin, yeni ihaleler almanın ötesine geçmeyi düşünmeyecek gibi görünüyor. ABD ve Batı’yı rahatsız etmeyecek ticari ilişkiler, pekala her iki ülkenin de hesabına gelir.
Bölge devletlerine gelince...
Irak ve Suriye çok parçalı, çok aktörlü iç güçlere sahip. Her biri bir telden çalan bu iç güçlerin tümünün bir araya gelip ortak politika üretmeleri pek mümkün değil. Hatta olanaksız. Bu, ABD başta olmak üzere Batı’nın da, Rusya’nın da istediği bir şey... Ortadoğu’nun zengin petrol yataklarına sahip Irak’ın, en önemli kavşak noktalarından biri olan Suriye’nin bu kadar sefil halde olmalarının bir nedeni de bu çok parçalılık–çok aktörlülük ile açıklanabilir.
Irak ve Suriye’nin tüm sefaletine rağmen bu ülkelerdeki en bütünlüklü yapılar yine Kürtler...
Doğru, Kürtler dört parçada da iç birlikleri ve uyumlu siyaset üretmeleri açısından hala sorunlular. Hatta ciddi sorunları var. Ancak bu sorunlar, Kürtler açısından son kerteye gelindiğinde birlikte hareket etmelerine engel teşkil etmeyebilir. Belki İran ve Türkiye eksenli hareket eden bir kısım Kürt siyasetçisi ulusal bir hat oluşturmak yerine parti veya zümre çıkarlarını esas alan adımlar atabilirler. Bunun da supabı hiç kuşkusuz politizasyonundan kuşku duyulmayan Kürtlerdir ki bu politizasyon olmasaydı Kürtlerin durumu bugünkünden daha da kötü olurdu. Kürtleri ayakta tutan özgürlük inancı, politizasyonun ürünü olan önemli bir etkendir. HDP'yi tüm saldırılara rağmen ayakta tutan bir etken de budur. Bu durumu gözardı etmemek gerekir.
Ancak gözardı edilmemesi gereken başka etkenler de var; öncelikle de Türkiye ve İran...
Bölgesel aktörler arasında Türkiye ve İran’ı, diğer iki bölge ülkesinden, Suriye ve Irak’tan ayrı tutmak lazım. Birincisi, İran ve Türkiye köklü devlet geleneklerine sahipler, ikincisi güçlü ulusal aidiyetleri var, üçüncüsü dıştan gelecek müdahalelere karşı bütünlüklü davranabilme konusunda hem Suriye, hem de Irak’tan daha öndeler. Bir diğer dikkat çekici nokta var ki her iki ülke de giderek daha fazla birbirine benziyor. Kısa süre sonra belki tek farkları kalabilir; o da birinin Şii İslam, diğerinin Sünni İslam olmasıdır.
Suriye ve Irak’ta yeni bir dizayn olacak ise uluslararası aktörler yani ABD, Batı devletleri ve Rusya, İran ve Türkiye’yi, yanı sıra tüm politikaları güvenlik esaslı olan ABD’nin Ortadoğu’daki en ileri karakolu İsrail’i hesaba katmak zorundalar.
Hatırlatmakta yarar var ki, gelinen durumda bu ülkelerin en zayıf halkası İran’dır. Bu açıdan baktığımızda İran’a karşı harekete geçmek için Türkiye’ye ihtiyaçlarının olduğunu da görürüz.
Kanımca ABD önümüzdeki orta vadede Türkiye’yi zorlayacak. Ancak Türkiye’nin, İran topuna girmeye niyetli olmadığı görünüyor. Suriye savaşına kıyısından köşesinden girdiğinde boğulan bir Türkiye, İran ile girilecek kapsamlı bir savaşta tamamen batacağını iyi bilir. Yine de giderek güçlenen bu olasılık, Ortadoğu açısından yeni gelişmelere gebe en sürpriz durum olabilir.
İşin özeti şu; bölge yeniden dizayn ediliyor ve –hiç kimse kendini hoş etmesin– Kürtlerin ölüsü bile bu dizaynın dışında tutulamayacak kadar güçlü.
İran yeni dizaynda düşmanlaştırılıyor. Bu İran’ı yok etme değil zayıflatma, yayılmacılığını önleme girişimidir. Yoksa en büyük düşmanı bile İran’ı yok edemeyeceğini bilir.
Türkiye, ABD ve Batı’nın tapulu malıdır. Ara sıra kızıp evden kaçma tehdidinde bulunsa da Erdoğan ABD ve Batı'nın mevcuttaki en 'güvenilir' partneridir. Eğer böyle ise ABD ve Batı Türkiye’deki olası kaosu önlemek için önümüzdeki dönem hem içte hem de dışta Erdoğan’ı korumaya ve desteklemeye devam edecek. Bir yandan da ‘uzlaşı’ noktasına taşımak için çabalayacak, kanaatindeyim.
Suriye ve Irak ise artık dikiş tutmaz iki devlettir. Bölünmeseler bile bölünmeye en yakın çizgide kendi kendilerini yönetecek bölgesel yönetim birimlerine sahip olacaklar.
Gün ola devran döne…
Bakalım ne olacak?