6-7 Eylül vahşeti azınlıkların varlıklarına el koyma operasyonudur

6-7 Eylül vahşeti azınlıkların varlıklarına el koyma operasyonudur
Türkiye'de devlet eliyle yapılan tüm katliamların ve vahşetlerin ayyuka çıkması hep zaman aşımına uğratılmıştır.

Erdal BOYOĞLU


Tek Parti, Devlet-Parti yönetimi; 1923’de,1930’de, 1934’de, 1937-38’de, 1945’den sonra aynı hızla devam etti. 1955’de, 1964‘de 1971’de, 1978’de, 1980’de, 1993’de neyse 2003 AKP iktidarı ile birlikte aynı talan ve nefret ile devam ediyor.

Devlet eliyle aynı tahammülsüzlük aynı barbarlık devam ediyor. Muhaliflerin, farklılıkların aydınların, barıştan yana olanların, bırakın izinsiz gösteri yapması, izinli gösteri yapması bile olanaksız."Türk usulü demokrasi" ve İslam hoşgörüsü ile sergilenen siyasi şiddetin harcındaki yasadışılıklarla karşı karşıyayız. Bu tür yasadışı saldırıların maalesef devletin mayasında yer aldığını ve yerleştiğini görüyoruz.

Devlet eliyle her zaman kışkırtmalar yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Devletin siyasi şiddeti, saldırganlığı; solculara, farklı kültürlere, farklı dinlere, muhalif görüşlere, aydınlara, ermenilere, süryanilere, potnuslara, rumlara, kürdlere, kızılbaş alevilere çıkarıldı.

Muhaliflerin, aydınların solcuların, ilerici demokrat insanların, sosyalist partilerin; üzerlerinde dün de baskı vardı, bu günde aynı baskılar var. Gazeteleri, matbaaları, siyasi partileri, evleri, büroları saldırıya uğradı, yıkıldı, yağmalandı, tahrip edildi. Kitabevleri, yayınevleri, yakılıp yıkıldı, kapatıldı, kitaplar yakıldı. Büyük para cezaları kesildi.

Tüm bunlar devlet eliyle yapıldı. Suçlular, saldırganlar, katiller serbest bırakıldı. Saldırıya uğrayanlar tutuklandılar. Kara listelere alındılar, mimlendiler. 

6-7 Eylül 1955’de Kumkapı, Feriköy, Tünel, Beyoğlu, Taksim, Çarşıkapı,Gedikpaşa, Kadırga, Çağaloğlu, Eminönü, İstiklal Caddesi her yer darmadağın edildi: Devletin ne bir askeri ne bir polisi müdahale edip, yıkmayı, kırıp dökmeyi, yağmayı önlemeye çabalamadı. Ermenilere, Süryanilere, Rumlara, Pontuslara, Yahudilere ait işyerleri saldırıya uğradı.

Talan ve nefret yolunda Türk/ İslam sentezi!

6-7 Eylül 1955; 

Türkiye'de devlet eliyle yapılan tüm katliamların ve vahşetlerin ayyuka çıkması hep zaman aşımına uğratılmıştır. Faili belli cinayetler, insan kemikleri ve ölüm kuyuları ortaya çıkarılmasına rağmen hala sağır ve kör olanlar bu cinayetleri ne görmek ne duymak nede inanmak istediler. Hala yalanlarına inanmaya devam ediyor. T.C'nin bizzat sorumlu olduğu katliamlar hasır altı edildi. Koçgiri, Dersim, Ağrı-Zilan vb. gibi sürgün-soykırım ve talan tarihin sayfalarına düştü. Varlık vergisi uygulamaları ve Aşkale çalışma kamplarına sürülen azınlıkların mallarına el konuldu. Tan gazetesi ve matbasına saldırılar bu coğrafya da kara bir lekedir .

Siyasi iktidar ; Selanik’teki Atatürk’ün müzeye dönüştürülmüş evine bomba atılması sonucu halkın galeyana geldiğini açıklıyorlardı. 

Atatürk'ün evi konsolosluk görevlisi Hasan Uçar ile üniversite öğrencisi Oktay Engin’in ses bombası atarak 6/7Eylül olaylarının provakasyonu ile başlatıldı.  

Biri patron, biri gazeteci, biri kaymakam, biri Orgeneral, Selanik T.C. Konsolosluğu içinde iki ögrenci memur ( Öğrenci Oktay Engin, konsolos memuru Hasan Uçar. İkisi de ileriki yıllarda vali oldu.)

Patron, Mithat Perin, Gazeteci, Gökşen Sipahioğlu, Korgeneral Sabri Yirmibeşoğlu.

1955 yılının 6-7 Eylül'ünden sonra bunların hayatları birdenbire değişti. 

Oysa 1955 olayını tezgahlayan Özel harp dairesinin en meşhur eylemlerinden birisi 6-7 eylül olaylarıdır. Olayı üstlenen Özel Harp Dairesi komutanlarından Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül olaylarında ki misyonunu açık açık gazeteci Fatih Güllapoğlu'na şöyle der: 

Sabri Yirmibeşoğlu: "Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele alırsak..."

Fatih Güllapoğlu: "Pardon Paşam, pek anlayamadım. 6-7 Eylül olayları mı?" 

Sabri Yirmibeşoğlu: "Tabii...6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. (Paşa bunları söylerken benden de soğuk terler boşandı) Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?" 

Fatih Güllapoğlu: "E, evet Paşam !"

(Tanksız topsuz harekat Kitabı-Fatih Güllapoğlu- S:104) 

10 Eylül 1955 Günü İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nurettin AKNOZ, Harbiye' de bir basın toplantısı yaparak şu yasakları koyduğunu bildirir:

"Hükümeti eleştirmek yasaktır. Sıkıyönetimin çalışmalarıyla ilgili haberler yasaktır. NATO Devletleriyle ilgili haberler yasaktır. Darlık, kıtlık, yokluk haberleri yazılmayacaktır. 6 Eylül olaylarını komünistlerden başkalarının yaptığı yolunda yazı ve yorumlar yasaktır. 6 Eylül olaylarıyla ilgili haber ve resimler yasaktır. Kıbrıs' taki olaylarla ilgili haber vermek, resim basmak yasaktır." 

Selanik'de Atatürk'ün evine kimlerin bomba attığı belgelendi. Dini ve Milli duyguların nasıl ajite edebilecek bir durumla devlet eliyle haberlerin yayıldığı belgeleri yayınlandı.

Sadece İstanbul değil, İzmir’de aynı akıbete uğradı, Ama Beyoğlu, Taksim, Şişli, Kumkapı, Kutuluş vb Rumların ve Ermenilerin çoğunluklu yaşadıkları bölgelerdeki mağazalar, kiliseler, hatta mezarlıklar tahrip edildi ve yağmalandı.aralarında bazı yahudi ve süryanilerde vardı. Ancak asıl darbeyi alan Rumlardı.

Türk medyasında bazı Gazeteler, evini, işyerini kurtarmak isteyenler ellerine bayrak alıp ‘’ Ne olur yapmayın, ben Türküm, Türk vatandaşıyım’’ diye saldırılara karşı yalvardıklarını yazıyorlardı. 

Irkçılığın bu kadar rahat sergilenmesi, nefret söyleminin bu kadar kolay dışa vurulması, intikam çağrılarının böylesine pervasızca dillendirilmesi ürperticiydi.

Irkçılık, bu ülkenin yüzleşilmeyen en derin hakikatlerinden biridir. Gündelik hayatta çeşitli kılıklarda sıkça rastladığımız bir davranış şeklidir. Siyaset, yönetim ve medya dünyası da ırkçılığın normalleşmesini adeta teşvik ediyor. Yargı da, egemen Türkçü ırkçılığı ve devlet politikalarıyla örtüşen nefret söylemini suç olarak görmüyor.

1955 olayları İstanbul ve İzmir'de Rumlar'ın mallarına ( Azınlıkların sermayesine el koyma hareketiydi.) 6-7 saldırıları‚ Özel Harp‘ tezgahlı bir provakasyondu. Ama ‚Özel Harp’ten hiç söz edilmedi taki Sabri Yirmibeşoğlu açık açık savunana kadar. O güne kadar işin içinden bir kaç kendini bilmez olarak açıklandı. İlgili ve ilgisiz bazı siviller göstermelik cezalandırıldı.

6-7 Eylül'de, yağmalanan dükkan ve işyerleri, yakılıp yıkılan evler, öldürülen insanlar, tecavüz edilen kadınlar kiliselere, ibadet yerlerine yapılan saldırılar hep ama hep azınlıkları temizleme kampanyası olarak başlatıldı. Çünkü o sıralarda dönemin DP hükümeti "Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır" kampanyası başlatıldı. İstanbul ve İzmir’in de Türkleştirilmesi düşünülmüş olmalı ki, her tarafa "Vatandaş Türkçe Konuş" afişleri yapıştırıldı. Dükkanlara, vitrinlere, tramvaylara ve otobüslerin camlarına yapıştırılan bu afişler, üniversitelere dalga dalga yayılan ırkçılık propagandası geçmişin bir tekrarı gibi saldırgan kimliğini gösterdi.

Devletin yaptığı baskı ve zulüm politikasını teşhir etmek, aynı saldırılara aynı katliamlara aynı doğa yıkımlarına bir daha düşmemek için, bu tür barbarlıkları hayatımızdan silip atabilmek için insan olduğumuzu unutmayalım. Hiçbir canlı haketmiyor baskı ve zulümü. 

Barış içinde birarada yaşamak diyebilmek için. Bir daha toplumsal linçlerin, ırkçı faşist saldırıların yaşanmaması için onurlu insan olma umudunu yaşayalım, yaşatalım...

Barış içinde birlikte yaşamımızın engeli kapitalist sistemdir.

Toplumsal barışı demokratik temeller üzerine inşa etmek istiyorsak, samimi ve serinkanlı bir yüzleşme politikası izlemekten başka çaremiz yok!

Not: Bu dehşeti yönlendirenler arasında Orhan Birgit de vardı. Bu zat, bu dehşet ortamından sonra CHP'de önce milletvekili sonra da bakan oldu.

Öne Çıkanlar